"Söz verdiğim gibi babamdan önce döndüm anneciğim, şimdi çorbanı hazır edeceğim." Çamurlu sandallarını çıkarıp yerlerine koyduğunda gülümseyerek annesine bakmıştı. Yeni uyanmış olmalı, yaşam belirtisi verebildiği tek yer olan gözleri uykulu bakıyordu. "Daha sonra ise saçlarını fırçalarım ve sana masal okurum, olur mu?"
Annesi Loretta onay verir gibi kirpiklerini kırpıştırdığında çorbayı yapmaya geçmişti Jolene. Güzel bir banyo yapmalıydı ancak sıcak suları olmadığına emindi. En iyisi Zayn'le birlikte nehre gidip o etrafı kolaçan ederken nehirde yıkanmak olacaktı.
Bir gün onu çıplak görecek olması yanaklarını kızarttı. Neler düşünüyordu böyle? Annesinin çorbasını yapmalıydı. Ancak hayal etmesi muhteşemdi. Jolene'e dokunacak, onu severek sarmalayacak ve içine çocuklarını bırakacaktı. Beraber mutlu bir aile kuracaklardı. Paranın önemi yoktu, aşkları yaşamaya devam ettiği sürece ormandan topladıkları böğürtlen ve mantarlarla bile beslenebilirlerdi. Hem Jolene ekmek yapardı, çörekler ve börekler, Zayn'i asla aç bırakmazdı.
"Çorbanı getiriyorum anneciğim!" Belirgin bir neşeyle kaseye doldurdu çorbayı. Tahta kaşığı da kaseye bırakıp annesinin yatağına gittiğinde kenara oturmuş, iç çekerek "Biliyor musun anne, bana çok iyi davranıyor." demişti. Üfleyerek çorbayı içirmeye başladı, acele etmeden küçük küçük veriyordu annesi Loretta'ya. "Seninle tanıştırmak istiyorum. Ama bu çok riskli olacak... Babam çatkapı gelirse-" Kapı sert yumruklarla çalındığında sıçrayarak başını o yöne çevirdi. Gelmişti bile. Babasını bekletemeyeceğini bilerek endişeyle kapıya gidip açtı.
"Hoşgeldiniz baba."
Babası, Jolene'e bakmadı bile. Onu itekleyerek içeri girdiğinde etrafı süzmüş, sofrayı göremediği için "Benim yemeğim nerede? Hasta annen mi sana kalacak bir ev veriyor?" demişti.
Dizlerini hafifçe bükerek korkuyla selam verdi Jolene. "Affediniz baba. Hemen hazır edeceğim... Mazur görün. Bu kadar erken gelmenizi beklemi-" Sözünü kesen şey babasının sert tokadı olmuştu. Başı dönerek yere savrulduğunda Loretta'nın gözlerinden birkaç damla dökülerek yastığına doğru aktı. Jolene ise yanağını tutuyordu. Dudağı patlayarak akan kan zemindeki ahşapa akmıştı. Bunu Zayn'e nasıl açıklardı? Gözünü dahi kırpmadan babasının canını alırdı Zayn. Oysa Jolene buna çok, çok alışıktı.
"Kendi evime ne zaman geleceğimi sana mı soracağım?! Küstah!"
Saçlarından tutarak ayağa kalktığında "Saygılı olacaksın!" diyerek küklemiş, saçlarını bırakmadan bir tokat daha atmıştı Jolene'e. Tutuşunun şiddetinden dolayı başı savrulunca saç telleri koptu, dudaklarından acı dolu bir inilti yükselmişti.
"Konuş!"
"Affediniz."
Babası onu nefretle mutfağa doğru fırlattı. Dizlerinin de moraracağı kesindi. "Derhal yemeğimi hazırla. Tüccar George Efendi beni bekliyor. Derhal!" George Efendi'yi tanıyordu Jolene. Varlıklı bir adamdı ancak öyle bir adamın babasıyla ne işi olduğunu anlamamıştı. Ağlamaklı bir iç çekerek göz ucuyla annesine baktığında ikisinin de yaşlı gözleri buluşmuştu. Annesinin çorbası soğuyacaktı... Babasının ölmesini diledi, sonra ise bundan hemen vazgeçerek böyle acımasızca bir şeyi kalbinden geçirdiği için kendinden utanmıştı.
Babası için hızlıca yemek hazırladı. Dün çarşıdan aldığı birkaç parça tavuğu ormandan topladığı otlara yatırarak hazır etmişti. Bugün şansı yaver giderek yakalanmamıştı babasına, ki babasının ilk kez erken gelesi tutmuştu eve. Ondan yarım saat kadar önce eve girmemiş olsa bugün, buracıkta canını alırdı Edward. Bu kadar canavar bir adamdı o.
Babasına yemeğini sundu. Tekrar dizlerini bükerek bir selam verdiğinde geri geri giderek çekilmişti. Edward böyle bir adamdı, bu ev onun askeriyesi gibiydi. Doğduğundan beri bir yabancıydı babası. Jolene'i hiç sevmemiş, onu bir kez bile sevmemiş, saçlarını okşamamıştı. Nefretten başka bir şey bilmeyen bir adamdı Edward. Ancak Jolene sevgiyi annesinden, sevmeyi ise Zayn'den öğrenmişti. Şüphesiz annesi olmasa bu cehennemden kaçıp giderdi Zayn ile birlikte. O sadık bir evlattı ve ileride kocasına sadık bir eş olacaktı.
Edward yemeği boğulacakmışcasına yerken istemsiz bir tiksinti ile baktı Jolene ona. Ne kaşık kullanmayı bilirdi, ne de çatal... Ağzından dökülen yemek parçaları ve yağlar midesini bulandırdı. İç çekerek tekrar annesine baktığında onun da Edward'ı izlediğini görmüştü. Kadıncağız nasıl da açtı.
Orada öylece dikilip babası evden şapkasını alarak çıktığında mutfağa koştu Jolene. Yemekten annesine de ayırmıştı elbette. Kızaran yanağını ve dudağından boynuna doğru akıp kuruyan kanları, canının acısını umursamadan yemekle annesinin yanına döndü.
"Üzülme anneciğim, güzel Loretta, ne olur üzülme. Hem hiç acımadı."
Loretta acıdığını biliyordu. Gözleri tekrar yaşlarla dolarak ağlamaya başladığında Jolene de daha fazla saklayamıyordu artık. İkisi de sessiz sessiz ağlarken annesine yemeğini yedirdi. Kendisi ise hiçbir şey yememişti. Loretta ağlayarak uyuyakaldığında ortalığı topladı, en sonunda kuruyan kanları temizlemek için fırsat bulabilmişti. Uyumak için de hazırlanmıştı ki kapı tekrar çaldı. Bekletmeden açtı.
"Hoşgeldiniz baba."
Edward sendeleyerek içeri girdi. Deli gibi içki kokuyor, korkunç derecede sarhoştu. Jolene'i baştan aşağı süzdüğünde "Nihayet bir boka yarayacaksın." demişti. Jolene hiçbir şey anlamadı, ancak utanca boğulmuştu. Yine.
"Yatağınızı hazır edeyim."
"Bu da yaradığın başka bir bok. Hizmetçilik."
Cevap vermedi. Ev iki gözdü: Salon -annesi ve kendisinin yattığı yer- ve babasının odası. Orada bir şömine bile vardı, babası üşümemek için kendisi adına yaptırmıştı. Jolene ise her gece titreyerek uyur, felçli annesi ise senelerdir derbeder haldeydi zaten.
Babasının yatağını hazır etmişti. Edward yatak odasına girdiğinde "Yarın misafirlerimiz var. Bize güzel bir ziyafet hazırla. Kendine de güzel bir elbise al kasaba pazarından." demiş, çıkardığı bir tomar parayı Jolene'e uzatmıştı. Ne kadar vardı burada böyle? Babası ona elbise almasını mı söylemişti? Neredeyse gülümsetecekti Jolene'i içinde büyüyen heves.
"Yanlış anlamazsanız misafirlerimizin kim olduğunu sorabilir miyim?"
"George Efendi ve saygıdeğer ailesi."
Jolene, babasını gülümseyerek bir baş sallama ile onayladı. Edward Jolene'i ilk kez ona bir gülümsemeyle ona bakarken görüyordu, oysa Jolene gülmeyi seven ve güldüğü zaman etrafındaki herkesi hayatla dolduran bir kızdı.
"Siz kadınlar... Hepiniz paranın köpeği olan iblislersiniz."
Ve gülümsemesi yerle bir oldu.
Basit bir el sallama ile def etmişti onu babası. "Şu yaralarını da görmeyeyim sakın yarın. Yakarım seni Jolene. Şimdi defol."
Hiçbir şey söyleyemeden dediğini yaptı. Ellerindeki paralar ve gözyaşları ile başbaşa kalmıştı karanlık odada. Sönmek üzere olan bir mumu yeniden yaktıktan sonra paraları mecburen bez çantasına koydu. Elinden gelse bunları da yakarak hiç ederdi fakat bunu yaparsa babası onu gözünü kırpmadan öldürürdü.
Soğuk yatağına kıvrıldığında titreyerek ince örtüsüne sarılmış, tüm bunların bir an önce biterek Zayn'in olmayı dilemişti her gece yaptığı gibi. Tabii bir de bu yaraları asıl Zayn'den nasıl gizleyeceğini düşünüyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
the portrait of a lesser man • zayn
FanfictionVe hiçliğin kollarında yitip gittiler... Bazıları aşklarının ikisini bile mağlup ettiğini söyler.