Archer onu eve bıraktıktan sonra ellerini sıkıntıyla saçlarından geçirdi Jolene. Her şeyden fazlasıyla bunalmış, yalnızca Zayn'le olmak, ona sarılarak kucağında yatmak istiyordu. Yarın gidip onu görmeliydi. Nasıl olsa Zayn onu bekleyeceğini söylemişti, Jolene emindi ki Zayn bugün bile papatya tarlasına giderek saatlerce Jolene'i beklemişti. Bu acıyı sevdiğine çektirmek hiç Jolene'lik değildi. Dünyadaki tüm acıları tek başına çekmeye razıydı Zayn'i kırgın görmektense.
"Sana yemek hazırlayayım anne." dediğinde gözleri her zamanki yerinde yatan annesini buldu. Uyuyor fakat solgun görünüyordu. Hasta mı olmuştu yoksa? Jolene çıkmadan önce onu kontrol ettiğini hatırlıyordu. Normalden biraz daha halsiz olduğunu hissetmişti ancak uyuyup dinleneceğini düşünmüştü.
Annesinin yanına ilerleyip ateşini kontrol etmek için alnına dokunduğunda elektrik çarpmış gibi geri çekti elini. Bu solgun ten Loretta'nın mıydı?
"Anne?" dedi korkuyla. Herhangi bir tepki yoktu. "Anne? Anne!" Omzundan tutarak hafifçe, ne yazık ki hâlâ kıyamıyordu, sarstığında Loretta'nın başı yana doğru düştü.
Acımasız dünyadaki iki dayanağından biri olan annesi öylece ölmüş müydü?
Jolene yanında olamamıştı.
Annesi bu dünyadan tanrının cennetine göçmeden önceki son nefeslerini Jolene'siz vermişti. Ne düşünmüştü, korkmuş muydu, ölümün nihayet onun için geldiğini anlamış mıydı?
"Anneciğim!" Çaresizce annesinin yanına kıvrılıp hıçkıra hıçkıra ağladı. Parmak uçları usulca Loretta'nın kolunu bulduğunda dudaklarından bir haykırış kopup gözyaşları annesinin elbisesine akmıştı. Bir bebek gibi göğsüne yatarak Loretta'nın atmayan kalbini dinledi. Gerçekten ölmüştü o. Jolene kimsesiz biriydi artık. Öyle aniden çekip gitmişti ki Jolene kırk yıl düşünse böyle bir vedayı hayal edemezdi.
"Özür dilerim anne... Özür dilerim. Hiçbir zaman pencereden dışarısını sana gösteremedim. Orada mükemmel bir dünya var. Ama papatya tarlasından ötesine ben de gidemedim anne, ben de gidemedim."
17 senedir ilk kez hiç mi hiç korkmadan sımsıkı sarmaladı annesini. Anneye sarılmak böyle mi hissettiriyordu? Her ne kadar ölü bir anne de olsa içinde patlayan hisler adeta bir şölen gibi hissettiriyordu. Nasıl bir ikilemdi bu böyle, yüreğinin bir yanı hiç çıkamayacağı bir yasa bürünmüşken bir diğer yanı ise heyecanla çarpıyordu. Jolene... Bunları yaşamak için çok küçüktü.
Orada ağlayarak saatlerce yattı. Parmaklarıyla annesinin yumuşak saçlarını taramıştı. Birkaç gün önce papatya tarlasından döndüğünde annesine yemek yedirdikten sonra saçlarını fırçalayacağına dair söz vermiş, ancak unutmuştu. Derin bir pişmanlık bürüdü yüzünü. Elbisesini daha sıkı tutarak göğsüne sürttü yanağını. Keşke sözünü tutsaydı, çünkü annesinin çiçek kokan saçlarını bir daha koklayamayacaktı. O güzel, eşsiz çiçekleri toprak kucaklayacak, o büyütecekti artık.
Acısız bir yere gitmişti... Babası Edward'dan sonsuza dek kurtulmuş ancak Jolene'i de bilinmez bir ebediyete terk etmişti.
Yüzünü yavaşça göğsünden kaldırdı annesinin. Bir daha göremeyeceğini bildiği bir özlemle son kez onun yorgun çehresini incelemişti. Dudakları yanağını buldu. Oradan alnını, burnunu ve en son da kapalı olan gözlerini.
"Seni terk etmeyi düşündüğüm için beni affet," Boğazındaki yumru konuşmasını engelleyerek sesini fazlasıyla titretiyordu. "Asla yapamazdım zaten anne. Seni arkamda bırakmaya gücüm yetmezdi." Elini tutarak parmaklarını sıkıca kenetledi. "Bak ilk kez korkmadan dokunuyorum sana. İlk kez sarıldım anneme. Güzel Loretta, sana artık melekler masal anlatacak."
Evin kapısı gürültüyle açıldığında babası içeri girmiş, Jolene'e bağıracakken gözleri Loretta'yı bulmuştu.
"Annem-"
"Felçli orospu ölmüş."
Hayretle kalakaldı Jolene. Melekler gibi uyuyan annesinden nasıl da böyle bahsedebiliyordu? Loretta hakkında böyle konuşamazdı. Kimse buna cüret edemezdi! Edward'ın bile beklemeyeceği bir hışımla döşekten fırlayıp kenardaki çömleği eline alması ile babasının başında patlatması bir olmuştu. Kendinden geçen Edward yere düştüğünde anlık gelen deli gücü ile yakasından tuttu Jolene. Onu kaç kere olduğunu bilmeyerek yere vurup durdu. Hem ağlıyor, hem de tırnaklarını yüzüne geçiriyordu.
"Senin yüzünden oldu, senin yüzünden! Annem senin yüzünden acı içinde öldü!" Acı dolu bir hıçkırık kaçtı dudaklarının arasından. Babasının zaten henüz iyileşmemiş olan yüzü tekrar kanlar içinde kalmış, kendinde olmadığı için ancak korku dolu gözlerle Jolene'i izleyebiliyor, Jolene'in ardı arkası kesilmeyen yaşları ise babasının açılan yaralarına damlıyordu.
"Bizi hiç sevmedin." dedi tüm gücünü kaybederek. Yakasını tekrar güçsüzce tutmuştu. "Hiç... Benimle hiç uçurtma uçurmadın. Uçurtma yapmak için yanına geldiğimde bana ne yapmıştın hatırlıyor musun? İlk tokadını attın. Ve o günden sonra hep dövdün beni. Gücün yalnızca bana yetiyordu çünkü dışarıdaki kimse için evde olduğun güçlü, korkunç adam değildin sen. Bir hiçtin! Annem ağlamaktan başka hiçbir şey yapamazdı, bunu biliyordun... Kalkıp seni üzerimden alamazdı. Ama ben alırım baba. Annemin ölüsüne bile hakaret etmene izin VERMEM!"
Çömlekten yediği darbe dolayısıyla olacaktı ki Edward'ın gözleri kapandı. Ölmemişti pis domuz. Loretta bir melek olarak semalara karışmıştı ancak bu adam ölmüyor, öldürülemiyordu! Yüzüne tükürerek ayağa kalktı Jolene. Sevdiği her şeye sahip çıkacaktı artık.
Korkacak hiç mi hiç bir şeyi kalmamıştı.
Hızlı adımlarla annesine gitti. Elleri kanlandığı için ona dokunarak masumiyetini kirletmeye kıyamamıştı. Hafifçe üzerine eğilip son bir öpücük bıraktı gözlerine.
Gözden öpmek ayrı düşmek anlamına gelirdi, bu da onun gözyaşlarıyla dolu vedasıydı. Jolene ve Loretta'yı ayıran şey cennetti artık. Annesinin orada özgürce koşabilmesini umdu hıçkırıklarının arasında, kanlı elleriyle yatağın dibine çöktüğünde sarsılarak ağlamaya devam ederken nefes alabilmek adına göğsüne gitti eli.
Diliyordu ki, bir gün orada buluşur ve birlikte çok istediği o uçurtmayı uçururlardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
the portrait of a lesser man • zayn
FanfictionVe hiçliğin kollarında yitip gittiler... Bazıları aşklarının ikisini bile mağlup ettiğini söyler.