37. Bölüm: Kurtulmak için Kurtulmak

1 1 0
                                    

Arabaya binerken bir süre öylece durdum. Saat gece 11 olmuştu bile ve biz hiçbir şey bulamamıştık. Alex sosyal medyayı kontrol ederken, “Herif yer yarıldı içine girdi.” Dedi.

Ona keskin gözlerle bakacakken, daha ben bakmadan, telefonuna bakarken, “Özür dilerim.” Dedi. Yine de ona döndüm. Telefonun mavi ışığı yüzüne vuruyordu. İç geçirdim. “Yarın devam edelim.” Telefonunu kapattı. “Yarın senin evine gelirim kaptan.”

Arabayı sürerken kafamı salladım. Etrafı şehir ışıkları aydınlatıyordu. Alex’in cinayet malikanesine yol almaya başladık. “Alex, bu korkunç evi nereden buldun?” Dediğimde kahkaha patlattı. “Aşk olsun, gayet samimi ve makul bir yer.” “Hı.” Diye ses çıkarttım.

Gerinerek arkasına yaslandı. Ve kollarını geriye, koltuğun arkasına attı. “Lanet olsun, yaşmak güzel!” dedi sevinçle.

Bir anda neden bu kadar kıvanç doldu olduğunu anlayamadım. Yaşamak, bilemiyorum. Sürekli kendime söylediğim şeyleri tekrar etmenin bir anlamı yoktu.

+++

Ertesi sabah, bende gazeteci gibi giyinmeye karar vermiş, saçlarımı iki yandan örüyordum. Tabii ki, Alex hangi cehennemden bulduysa, press yazan bir üst veya kolluğum yoktu. Ama bir kameram vardı ve Alex ile yan yana durunca sıkıntı çıkmayacağını umut ediyordum. Biraz boş bir hayal gibiydi ama her neyse. Aşağı inerken kapı zili çaldı. Elizabeth koridorda göründü ve kapıya gitti.

Evin içinde giymek için kendine topuklu ayakkabılar almıştı.

Bu ikimiz içinde uygundu. “Günaydın Beth!” dedi Alex, ayakkabılarını çıkartırken, yine cıvıl cıvıl  sesiyle. Ona şöyle uzaktan bakınca gerçekten Hineta’nın her gün zikrettiği gibi ışık saçıyordu. Gözlerimi kırptım. Beraber mutfağa geçtik.

Elizabeth üçümüze servis açarken şarkı mırıldanıyordu, anlaşılan halinden memnundu. Hafif içimi huzur alırken Alex ile oturduk, önüme sertçe bir şey koydu. “Bu da ne?” dedim merakla.

Elini çekti, press yazan bir kolluktu. Gözlerimi yarıya kadar kapattım. Bir elini çenesinin altına alırken,  kaşlarını yukarı aşağı kaldırıp indiriyordu. Elizabeth tabaklarımızı koyarken onun bu şaklabanlığına güldü.

“Sorun yok kaptan. Çalıştığım yerdeki adam bunu bana verdi ama ben senin takmanı istiyorum.” “Bu yasal mı?” “Oldukça!” dedi gergin bir kahkaha ile. “Alex, ne zaman gazeteci oldun?”

“Birkaç gün önce.” Derin bir nefes aldım. “Bir mimarı, niye bir gazetecilik bürosuna aldılar Alex?” “Çünkü insanlar bana karşı koyamıyor mu?” Yüzümü ekşitirken, Elizabeth kahveleri koydu. “Bence kesin öyle. Çok iyi kalpli bir beyefendisin.”

Alex sweetinin yakalarını çekiştirdi, ciddi bir hal almıştı. “Benim bir ağırlığım var.” Elizabeth Alex’in kafasını okşarken, onu onaylıyordu. Kahvemden bir yudum aldım. “Elizabeth, şunu şımartıp durma.”

Kolluğu aldım. “Birileri sahte olduğunu anlarsa başım derde girer.” Alex güldü. “Muhtemelen, o yüzden yakalanma.” Elizabeth kahvesini içerken, “Bak, bir ağırlığı var.” Dedi. “Bir ağırlığı yok, yalan söylemenin bende işe yaramadığını bildiğinden, tek kozu olan dürüstlüğü oynuyor yalnızca.”

Elizabeth’in yaptığı kuruvasanları bitirip dışarıya çıktık. Bu defa bir şal da almıştım. Hazırlıklıydım yani.

Geçen sefer nereye gittiğini bilmediğimizden, en baştan her yere gidecek ama bu sefer işlerimizi daha çabuk halletmeye çalışacaktık. Kurumlar arasındaki mesafe bize en çok zaman kaybettiren şeydi.

Kırmızı ışıkta durduğumda, karşıya birinin geçmediğini fark ettim. Öne eğildim. Bu benim geçen gün karşıya geçirip, arabamı çaldıracağım olaydaki kördü! Arkama yaslanıp, Dikiz aynamdan etrafa baktım. Bağlantılı olabilirler miydi?

Gözlerimi kıstım. Gerçekten orada duruyordu. Şaka falan herhalde bu? İki seçenek vardı, adam ya gerçekten kördü ve diğeri yolunu bulmuştu. Ya da birliktelerdi. “Ne?” dedi Alex. Omuz silktim.

“Geçen gün karşıya geçirdiğim kör ve araba hırsızcı burada.” Öne eğildi. Sonra bana döndü. “Kaptan lütfen yapalım mı, siz yine gidin. bu sefer oyuncak silahı doğrultan ben olayım. Lütfen!”

“SAÇMALAMA ALEX!” diye gürledim. “Ne olur kaptan! Ne olur!” Ona sinirle döndüm. “Zaman kaybetmememiz gerektiğinin farkında mısın!” “Sadece beş dakikacık!” “Alex hayır!” Yandaki arabayı gösterdi. “Şu adam kemerini çıkartıyor. Sen yapmazsan, o yapacak ve arabası çalınacak.” Dedi bıyık altından sinsice gülerken. Bıyığı yokken bu tanıma profesyonel bir şekilde uyması hayret vericiydi.

Kemerimi kırarcasına çıkarırken, “Lanet!” diye bağırdım. Savurarak arabayı açtım. Gerçekten bu boş işlere ayıracak vaktim yoktu! Öfkeli adımlarla körün yanına gittim. “Dayı, sen harbiden kör müsün?”

Benim yaşlarımda olduğunu bilsem de, burnumdan öfkeli soluklarım buhar olarak çıktığından, bir boğanın nefes vermesine benziyordum. “E-evet.” “Yürü o zaman, karşıya geçiyoruz.” Dedim kolundan tutarak. Sopasıyla etrafı yoklayarak giderken, göz ucuyla arabama baktım.

Salak velet cidden arabama koşuyordu. Ne ahmak ama! Adamı kolundan tutarak bizim arabaya yönlendirmeye başladığımda, adam, KÖR adam, ne hikmetse bunu gördü ve elimden kurtulmaya çalıştı. “Bana karşı gelme.” Bu sırada arabamı çalmaya çalışan adam, “Yine mi!” diye küfürler saçarak bana doğru koşuyordu. Kolunu tuttuğum adamsa beni tuttu. “Sen aynı kadınsın.”

Bir gözüm seğirdi. “Çok kutsal bir körsün gerçekten.” Adam benim kollarımı ters çevirip, beni sürüklemeye başlayınca kaşlarımı çattım. “Senin için iyi ödeme yaparlar.” Ağzım sinirle aralandı. Maalesef ki hiçbir dövüş hareketi bilmiyordum.

Diğer adam da koluma girince beni daha hızlı sürüklemeye başladılar. Arkadan bir bağırma geldi. “Bırakın lan ablamı!”
Arkamızı döndüğümüzde Alex direksiyona geçmiş, oyuncak silahı bize doğrultmuş, en kötüsü de üstümüze sürüyordu.

Dişlerimi gıcırdatırken, iki adam korkarak beni bıraktı fakat fazla uzağa gidemediler çünkü polisler etrafımızı çevirmişlerdi. Elimle alnıma yumruk attım.





Korkunun Güncesi:1  FİLOFOBİK Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin