chapter 8: herkesin cehennemi kendinedir, kendi içindedir

69 7 10
                                    

100624

🌾

Sunghoonlar gidene kadar hiçbir şey yaşanmamış gibi davranmam yetmiyormuş gibi birde akşam dönmek için yola çıkan bizimkilerin yokluğunu kabullenmek benim için fazlasıyla zordu. Onlarda bu durumdan pek memnun değillerdi ama imkanları dahilinde ancak bu kadar kalabilmişlerdi. Ve bu beş günlük süreç onları şimdiden özleyecek kadar varlıklarına alıştığımı farkettirecek kadar yeterli olmuştu bana. Vücudumun her yerini kaplayan bu boşluk hissiyle otururken büyükbabamın seslenmesi sayesinde aslında televizyon izlemediğimi sadece ekranla bakıştığımı farketmem çok uzun sürmemişti.

"Heeseung benimle birlikte bahçeye gelmek ister misin?" Elinde kürek ve çiçekleri sulamak için kullanılan sprey kutuyla salonun kapısının önünde dikilen yaşlı bedene baktım. Beni yapmak istemediğim bir şeye zorlamak istemiyormuş gibi mahçup çıkan sesi yüzünden buruk bir gülümseme bırakamadan edemedim. Yaş aldıkça insanların çevrelerindeki kişiler tarafından istenmediğini düşünmesi beni hep çok üzüyordu. Çocuklar ve yaşlılar en hassas olduğum konulardan biriydi sanırım.

"Çok isterim hem de." dedim neşeyle. Suratında ki büyüyen gülümsemeyi görmek benim için en değerli şeydi. Hemen oturduğum koltuktan kalktım ve elindeki eşyaları taşımaya yardım ederek bahçeye kadar eşlik ettim.

"Çiçeklerin çok güzel büyümüş büyükbaba." Hayran olmuş bakışlarımı bu güzel çiçeklerden çekemeyerek söylediğim şeylerle gülümsedi. "Aynı senin gibi." Aldığım bu yanıta utandığım için samimi bir şekilde gülümsemekten başka bir şey yapamadım.

Sonraki yarım saatimiz bahçeyi sulayarak, bakımını yaparak ve büyükbabamdan her bir çiçeğin hikâyesini dinleyerek geçti. Şimdi ise benim için seçtiği yeni çiçekleri bahçesine ekmekle uğraşıyorduk.

"Heeseung oğlum, eğer senin için sorun olmayacaksa bir şey sorabilir miyim?"
Elimdeki çiçekle uğraşırken "tabi ki" diyerek onayladım onu.

"Sunghoon ile aranız pek iyi değil sanırım, haksız mıyım?" Beklemediğim yerden gelen soruyla donup kaldım. Bu dakikadan sonra durumu kurtarmak için ne kadar işe yarayacaktı bilmiyorum ama yine de gülümsemeye zorladım kendimi. "O da nereden çıktı? Gördüğünüz gibi gayet iyi anlaşıyoruz."

Büyükbabamın gerçekten beni kandırabileceğini mi düşünüyorsun bakışlarını yakaladığımda gözlerimi büyük bir stres eşliğinde ondan kaçırıp yaptığım işe odakladım.
"Gözlerinde yalan söyleyebileceğini öğrenecek kadar çok yaşadım oğlum. Gördüğüm her şeye inanmayacak kadar, sevgiyle bakıyormuş gibi görünen bakışlarda nefret içerdiğini farkedebilecek kadar çok tecrübe edindim. İnkar etmek istersen bir şey diyemem tabi ama hislerin neyse sende en fazla o'sun. O yüzden seni sana bırakıyorum."

İşiyle ilgilenmeye kaldığı yerden devam eden bedene baktım. Her şey ortadaydı zaten. Şu saatten sonra inkar etmeye devam etmek kendimi salak gibi göstermekten başka hiçbir işe yaramazdı. Bu yüzden konuyu irdelemek yerine direkt sormak istediğim şeyi sordum.

"Peki sen bu durum hakkında ne düşünüyorsun büyükbaba." Sorduğum soruyla önce biraz düşündü. Kelimeleri toparlamak istiyor gibiydi muhtemelen. Bu yüzden sabırla bekledim onu. Çünkü fikirleri benim için her zaman çok önemliydi.

"Herkesin cehennemi kendinedir Heeseung." dedi odağını bana çevirirken. "Kendi içindedir. Bazen hiçbir şey göründüğü gibi değildir." Çiçeklerle ilk ilgilenmeye başladığımızda uzun süredir bahçede olduğunu söylediği çok beğendiğim bir mavi çiçeği gösterdi bana.

"Herkesin sırf seni görmek için geldiği bir bahçedeki en güzel çiçekken birden öldüğünü düşün. En çok seni seven, en çok seninle ilgilenen bahçıvan bir bakarsın en çok senden nefret eder olur. Aslında haklıdır da. 'Neden' der. 'En çok seni sevmeme, en çok seninle ilgilenmeme rağmen neden ilk sen gittin bu bahçeden? Hem de hiçbir hastalığın, hiçbir kusurun yokken?'. Durmadan sorgular. Kabullenemez bu durumu." Cümlesini tamamladığında capcanlı mavi çiçeği aniden kökünden koparmasıyla şokla büyükbabama baktım. Neden bunu yaptın bile diyemedim. Şoktan dilim tutulmuştu sanki.

"Ama bir şey vardır ki heeseung," dedi çiçeğin öz kısmına yakın yerde bulunan yaprakları görmem için açarken. "..bazen ölmeden çürümeye başlarsın." Çiçeğin iç kısmında gördüğüm çürük yaprak ve kurtçuklarla daha da şaşırdım. "Bu çiçek eğer bu bahçede kalmaya devam etseydi içindeki hastalığı diğerlerine de yayacaktı. Ve eğer diğer çiçekleri hastalığı konusunda uyarmak istiyorsa içindekini dışına yansıtması gerekiyordu. Ama o zaman da hem bir daha bahçedeki en güzel çiçek olamayacak hem de yapraklarında ki haberci çürükler oluşana kadar tüm hastalık çoktan bahçeye yayılmış olacaktı. Ve böyle bir hastalığı bahçelerine getirdiği için tüm çiçekler ondan nefret edecekti. Bu yüzden hem arkadaşlarına faydalı olmak hem de iyi bir şekilde hatırlanmak için benden rica etti.

   Söylesene, eğer sen bu çiçek olsaydın nasıl hatırlanmak isterdin Heeseung? Herkesin seni üzülerek ve bir yandan da suçlayarak hatırlayacağı, çürürken her geçen gün güzelliğini kaybeden bir çiçek olarak mı, yoksa ilk gün ki güzelliğiyle hatırlanacak ama diğer çiçekleri kurtarabilme uğruna bencil biri olarak anılmayı kabullenen bir çiçek olarak mı?"

Ben duyduklarımı sindirmeye çalışırken donup kalmış olmalıyım ki büyükbabam konuşmasına kaldığı yerden devam etti.
"Bir insan olarak olayı sadece bahçıvanın ağzından dinlersen tabiki de her zaman onu haklı bulursun. Önemli olan hikayeyi bir de çiçeğin ağzından dinlemektir Heeseung. Anlıyor musun?"

🌾

"Efsaneye göre, insan omzunda iki heybeyle doğar. Öndeki heybede komşunun kusurları vardır, arkasındaki heybede kendi kusurları. Dolayısıyla, komşunun kusurları hep gözleri önündedir ama kendi kusurları hep arkasında." der Aesopus'tan mealen.





babaannemin asamadığı çarşafları, heehoonHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin