Çocuğum olacağını öğrenmem eğitimlerinin hemen bitiminde gerçekleşmişti. Bu beni sıkıntıya sokuyordu. Yine de şanslıydım. Çocukları doğuracak ve buradan kurtulacaktım. Sonuç olarak iki güçlü türün birleşmiş gücü vardı bende. Artık isteseler de yakalayamazlar.
Ağaçların arasında gezinirken kızıl saçlarım rüzgarla beraber yüzüme yapıştı. Üfleyerek saçlarımı yüzümden çektim. Duyduğum sesle arkama döndüm Hisagi ve Set bana bakıyordu. "Ne var? Enkazınız hoşunuza mı gitti?" dedim duyabilecekleri şekilde. Yumruklarım sıkılıydı. Derin bir nefes aldım. Set yanıma adımlarken geri çekildim. Hızlıca gelip önümde durdu. "Sana onu dinlememen gerektiğini söyledim." dedi. Kaşlarım çatıldı. "Şansım varmış gibi konuşuyorsun. Çok gülünç. Hem sende onun yaptığını yapmadın mı zaten?"
Birbirlerine öfkeyle bakıyorlardı. Son zamanlarda hep kavga ediyorlardı zaten. Yine de huzurum bozulsun istemiyor gibiydiler. "Sadece sabret, doğumunu hızlandırmayı biliyorsundur zaten. Bunu yaparak daha kısa sürede başarabilirsin." dedi Hisagi. Güldüm. Akli dengemi zar zor koruyordum artık. Ama güçlü kalmalıydım. Kalmazsam bu ikisinin altında kalmaktan başka bir şey yapamazdım.
Yavaşça ağaçlardan birinin dibine doğru ilerledim ve oturdum. Gözlerimi kapayıp başımı ağaca yasladım. "Gidin başımdan da odaklanıp şu işkenceye bir son vereyim." dedim. Sessizdiler. Bu neyin sessizliğiydi acaba? Bebekleri mi düşünüyorlardı? Yoksa durumuma mı acıyorlardı? Gittiklerini yeni bir rüzgarla anladım. Yüzümde bir gülümseme belirdi. Ardından çenem yavaşça titremeye başladı. Ve bu titreme büyük bir göz yaşı yağmurunu başlattı. Kendimi parçalarcasına bağırıp hıçkıra hıçkıra ağladım. O gün öyle çok ağlamıştım ki ertesi gün uyandığımda odamdaydım hemde büyük bir sürprizle beraber.
—
Yanımda ki bebeklere baktım. Doğumumu bile hatırlamıyordum. Nasıl olmuştu da bir anda bunları doğuruvermiştim?! Derin nefesler alarak etrafa bakındım. Set köşedeki minderde uyuya kalmış, Hisagi de onun bacağında uzanıyordu. Panikle yataktan düşmemle ikisi de sıçrayarak uyandı. Bebekler bağırırken hızlıca toparlandım. "Çocuklarınızı doğurmuşum." dedim ve gülümsedim. Uyku sersemleri yüzüme bakıyordu. Bebeklere baktım. Kuyruğu ve kulakları olan elbette Hisagi'nin çocuğuydu. Soluk teni belirgin olansa Set'in çocuğuydu. Ayaklanıp yanıma geldiler. "Pekâlâ gidiyorum." dedim. Bedenimde garip bir acı vardı yine de buradan gitmek şuan en çok istediğimdi.
"Biraz daha dınlen, doğumun kolay değildi. Sonunda dayanamayıp bayıldın. Bilmem hatırlıyor musun canım." dedi ve beni oturtmaya çalıştı. Ellerini ittirip adımlamaya çalıştım ama başımın dönmesiyle dengemi kaybedip düşer gibi oldum. Anında ellerim ikisine de tutunmamı sağlarken onlara tekrar dayandığım için kendimden tiksindim. "Sakın ol, bu gerçekten iyiliğin için sonra anlaştığımız gibi gideceksin." dedi Set. Nedense rahat görünüyordu. Cevap vermedim ve sadece kafamı salladım. Çocuk doğurmak zormuş anlaşılan. Öyle ki doğumu unutacak kadar canım yanmış. Beni geri yatağa oturtup hızlıca bebekleri kucakladılar ve susturmak adına sallamaya başladılar.
O kadar aptalca bir manzaraydı ki bu. İki lider, önemli iki klanın liderleri birer bebeği bile susturamıyor. İç çektim. Çocuklardan, seslerinden ve ağlamalarından cidden nefret ediyordum. Hisagi'nın ve Set'in kucağından bebekleri alıp kendi kucağıma aldım. Sallanmaya başladım. Küçükken melezlerin yanında bana söylenen şarkıyı mırıldandım. Sözleri bilmiyordum ama mırıldanabileceğim kadar melodi kafamdaydı. Tekrardan uykuya dalan bebeklerle derin bir nefes aldım. Bu cidden kafamı rahatlatmıştı. "Cidden bebekleri bırakabilecek misin?" dedi Hisagi ses tonunu değiştirirken.
"O numaraları bir daha yemem ben. Elbette bırakıp giderim." dedim. Gidecektim de zaten. İki acınası varlık için yeminimden vaz geçemezdim. Hâlâ yardımıma muhtaç melezler vardı. Sustular ve bir süre daha beni izlediler. Saatler geçmişti Hisagi'nin bana verdiği çayla kısa sürede ayaklanabildim. Set bana bir tarak uzattı. "Sevgini kaybettiğin birine gösteremezsin." dedim. Eşyalarımı topladım. Mezar tepeme gidip orayı bir yaşam alanına çevirecek. Ve şimdiye kadar kirlenen yerleri tekrar onaracaktım. Tüm melezleri de buraya toplayıp onları koruyacaktım. Amacım buydu benim. "Çocuklarına isim vermeden gitme en azından." dedi Set. Derin bir iç çektim. Ne isterlerse koyarlardı ne diye ben koymalıydım ki? Omuz silktim. Onlarda bir şey diyemedi zaten. Bebeklere son bir kez baktım ve yola koyuldum.
Ormanda ki patikayı takip etmeyi asla bırakmadım. Kısa süre de varmıştım zaten. Kitsune ve Vampir hızı birleşince böyle oluyordu. Tepeyi nihayet gördüğümde kalbimde bir ağırlık hissettim. Bir ağırlık ve bir rahatlama. Hızlıca tepeye çıkıp eski yaşadığım alana girdim. Eşyalarımı bıraktım. Kızıl saçlarımı toplayıp, saç önlerime de bir bandana taktım. Kollarımı sıvayıp en kirli kimonomu giydim ve temizliğe başladım. Normalde günler sürecek temizlik, onarım ve inşaat'ı yaklaşık altı saatte bitirdim. Şelalenin orada duş alıp temizlendim. Her yeri düzenledikten sonra mezarları teker teker ziyaret ettim ve birer tütsü yaktım. Her yaktığım tütsü hem içimdeki alevi körüklüyor hem de kalbimde ki o insanların ölümünü hatırlatıyordu. Beyaz, siyah yaprak desenli kimonomu giyip saçlarımı ördüm.
Yenilediğim evime girip geriye kalan son işleri hallettim. Yani eşyalarımı yerleştirdim. Ne kadar unutmak istesem de bunca işin arasında aklıma hem yoldaşlarım hem de çocuklarım geliyordu. Onların ne günahı vardı ki? Onları neden terk etmiştim? Onlarda melezler kadar suçsuzdu. Sırf anne babalarının seçimleri yüzünden böyle doğuyor sonra sokağa atılıyorduk. Onlarda aynıydı. Babalarına sinirliydim. Belki sinir az bile kalırdı ama onların hiç günahı yoktu. Ne yapmışlardı ki zaten? Tek yaptıkları doğmaktı. Benim yaptığım, saf kanların bize yaptığı şeyle aynı olmuştu. Ellerimi yumruk yaptım. Burası yaşanacak bir hâl aldığında elbet onları da yanıma alırdım. Tabi o zaman da onlar beni istemezler ama beni ne ilgilendirir ki? Teklif var ısrar yok.
Sonuçta benden uzakta büyüyecekler...annesiz bir şekilde. İç çektim ve yatağıma uzandım. Ne kadar çalışsam da çok yorulmuş gibi hissetmiyordum bu yorguluğum daha çok ruhtan kaynaklıydı. Gözlerini kapayıp ellerimi birleştirdim ve meditasyon yapmaya başladım. Ruhumun dinlenme yerinde ancak rahatlayabilirdim. Artık özgürdüm. Kendi yerimde kendi yoldaşlarımı toplayarak. Rahatça yaşayabilirim. Derin bir nefes aldım. Ama bu sanki benim nefesimi kısmıştı. Biri hafiften beni boğuyormuş gibi boğazım kasılmıştı ama herhangi bir acı yoktu. Etrafıma bakındım. Dinlenme alanımda kimse beni geçemezdi. Kızıla dönmeye başlayan gözlerimi yerdeki kana vuran yansımamda fark ettim. Acıkıyordum. Bu acıkma normal değildi. Uzun zamandır kontrol edemediğim bir şeydi. Kontrollümü kaybedip birilerine zarar verecek ve son damla kanlarına kadar içip onları parçalayacaktım.
En sonunda da ne olduğunu çözememiş bir şekilde uyancaktım işte. Derin bir nefes alıp kendimi rahatlatmaya çalıştım. Çünkü eğer ben bunu kontrol edemezsem bedenim beni etkileyen şeylere zarar verirdi. Bunun başında yavrular ve babaları vardı. Ve ben onlardan kurtulmak istesemde onları öldüremeyecek kadar önemseyen biriyim. Kendime büyüyle kilit vurdum. Kontrol edebilirdim. Artık bu karardan ya da sorumluluktan ibaret değildi. Bu bir zorunluluktu. Bunu yapmak zorundayım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hybrid (threesome)
FantasyMelezlerin avlandığı, bu dünya da acıdan başka bir şey olmuyor. Bunu değiştire bilirim. Tüm masumların intikamını almalı ve dünyayı huzura kavuşturmalıyım. Başka seçeneğim yok.