7

24 2 0
                                    

     Aldığım çayı bardağıma doldururken bana gülerek bakan bebeklere baktım. Bunlar nedense diğer bebekler gibi ağlanıp durmuyorlar aksine hep gülüyorlardı. "Annenizin kokusu sizi mutlu mu ediyor yoksa?" dedim mırıldanarak. Haklı görünüyordum.

     "Haklısın, kokun bebekler için mutluluğu temsil ediyor." dedi Hisagi odaya girerken. Anında yüzümdeki gülümseme düşmüş gözlerimi devirmiştim.

    "Mâdem geldin. Çocuklara biraz bak. Gidip insanlarla konuşmalı ihtiyaçları varsa onları Halletmeliyim." dedim. Başını sallarken elindeki şekeri bana uzattı.

    "Al, tatlı şeyleri sevdiğini biliyorum." dedi Hisagi yüzündeki masum görünen gülümsemeyle. Kaşlarım çatıldı.

    "Seviyorum elbette fakat. Bunun beni kandırman için başka bir oyunun parçası olmadığını nereden bileyim?" dedim. Cevabı elbette hissetmemi söylemek olacaktı.

    "Biliyorsun. iç güdülerini kullanıp tüm hislerini yoğunlaştırırsan bedenin bunu yiyip yiyemeyeceğine kendi karar verebilir." dedi. Başımı salladım. Elbette bunu yapıp zaman kaybetmeyecektim. Elinden şekeri aldım ve yere fırlatıp üstüne basarak ayağımla ezdim. Şaşırmıştı. Gözleri büyümüş gülüşü azalmıştı ama hâlâ dudaklarındaydı. Kapıya doğru ilerledim hızlıca. Arkamdan güldüğünü elbette biliyordum. Kimonomu da düzelttikten sonra dışarı çıktım. Dışarısı yine güzel ve sıcak bir ilkbahar ortamıydı. Hızlıca ilk gördüğüm grubun yanına gittim.

     "Merhaba, işler nasıl gidiyor?" dedim. Bunlar tarımla uğraşanlardı. Bir sıkıntıları yok gibiydi.

   "Her şey çok iyi efendim. Üretim hızlandı son zamanlarda." dedi Luciana bana gülümseyerek. O çiftçilerin başıydı.
  
     Gülümsedim ve "Kolay gelsin. Sıkı çalışmanız için tebrik ediyorum." dedim. Eğildikten sonra yanlarından ayrıldım. Sıra sıra tüm gruplarla konuştum. Fazla da kalabalık değildik zaten. Dışarıda hâlâ melez katledenler vardı çünkü. Herkesle konuşmam bittiğinde sorunları olmadığına sevinsem mi yoksa bir bahanem olmadığına üzülsem mi bilemedim. Kendimi aylar önce yakalandığım ağacın olduğu yerde buldum. Altına oturup etrafı seyretmeye başladım. Burası gerçekten muazzamdı. Tek sorun binlerce kişinin mezarı buradaydı.

     Sessizce yaklaşan bedenle başımı o yöne çevirdim. "Ne zamandır oradasın?" dedim merakla.

    "Seninle beraber çıktım. Anlaşılan o kadar düşünüyorsun ki beni bile fark edemedin." dedi gülerek ve yanıma oturdu.

     Kafa salladım. "Haklısın, yıllardır yakınlarımı öldürüp duran kanlı ay klanının serdiği ölülerin yakınında durunca insan düşünmeden edemiyor." dedim. Nazikçe elini yanağıma koyup okşadı. "Sett, hiç düşünmediniz mi bir canavar dan fazlası olduğumuzu? Hepimiz çileden çıkıp saldırganlaşmıyoruz. Küçücük bebekler ailelesiz kalıyor hatta onları bile katlediyorsunuz. Hiç mi acımıyorsunuz?" dedim. Sesimin kısılmasına engel olamadım.

    "Ben, bilmiyorum. İşime hiç duygularımı katmadım. Bu sadece yapmak zorunda olduğum bir görev gibiydi." dedi. Kafamı salladım.

    "Bizi birey olarak bile görmüyorsunuz yani? Bize böyle davranırsanız çileden çıkanlar engellenirmi? Sanmıyorum aksine yaptığınız bu ayrım öfke ve açlığa kapılmamızı sağlıyor." dedim. Elimle yerde bulduğum sopayı tuttum ve çizmeye başladım.

    "Ben...küçükken ailemi bir melez katlaletti. Şans eseri yaşıyorum, kokumu almadığı için. O gün kanla kaplı bir şekilde beni buldular. Bende olanları anlattım. O gün bugündür melezler canavar olarak avlanıyor. Haklısın, gerçekten vahşileşip kontrolü kaybedenler var ama biz en önemli şeyi unuttuk. Masumları, ve inan bana bu kayıpların telafisi olmadığını biliyorum. Her şeyi ben başlattım. Elbette bitirmeyi deneyeceğim. Seni ve bu ortamı görünce bunu daha iyi anladım." dedi.

Hybrid (threesome) Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin