Toprak ile parka varmıştık. Üstü kapalı bir bank görmem ile onun koluna elimin tersi ile vurmaya başladım.
"Toprak, Toprak şu banka oturalım." Dediğim de kafasını salladı ve o banka doğru yürümeye başladık. Gelene kadar canım sıkıldığı için boş boş konuşup durmuştum. Şimdi ise çenem yorulduğu için konuşmuyordum. Hava iyice kararmış, rüzgar sıcaktan yavaş yavaş soğuk esmeye başlamıştı. Yıldızlar kendilerini gösterirken beni yeniden kendilerine hayran bırakıyorlardı.
Bankın yanına geldiğimizde ben oturdum, o da benim karşıma oturup market poşetini önümüza bıraktı. İçime derin bir nefes çekip yandan yandan gökyüzüne baktım. Yıldızlara.
"O kız neden bugün öyle konuştu?" Dediğinde bakışlarım usulca ona döndü. O görmüştü. Gözlerimi bir süreliğine kapatıp tekrardan ilk zamanları düşündüm. Ve gözlerimin önünde canlananlar ile hemen gözlerimi açtım. O bunu fark ettimi bilmiyordum ve umarım fark etmemiştir diye içimden geçirdim. Birinin beni ağlarken, korkarken ve üzgünken görmesinden nefret ederdim ve hâlâ da ediyordum.
"Eskiden okulumuzda zorbalıklar çok fazla vardı..." dediğimde bakışlarımı parmaklarıma çevirip parmaklarım ile oynamaya başladım. Ve cümleme devam ettim. "Ve bende o zorbaların kurbanlarından biriydim. İlk başlarda herkes bana arkadaşça dostça yaklaşmıştı. Taa ki özel mesajlarım, sırlarım internet sayfalarında yayımlanana kadar." Dediğimde derin bir sessizlik aramıza çöktü.
Ne o konuştu ne de ben konuştum. İkimiz de sustuk. Çünkü konuşmak için birşey yoktu. O zamanlarım benim karanlık taraflarımdı ve ben karanlık taraflarımı hafızamdan tamamen silip yeni bir sayfa açmıştım. Herşeye yeniden başlamıştım. Tıpkı yeni doğan bebekler gibi.
Zaman durmaksızın akıp geçti. Kimseden çıt çıkmadı. Kargalar bulutların arasından uçup geçti. Yıldızlar heryeri aydınlatmak istercesine parıl parıl parıldıyorlardı.
Sessizlik bozuldu. Daha doğrusu sessizliği o bozdu. O da aradaki gerginliği fark etmiş olacak ki sessizliği bölüp konuştu.
"Şarkı açalım mı?" Dediğinde gülümseyip kafamı olumlu bir şekilde salladım. O telefonunu açıp şarkı ararken bende çekirdek paketini açmış kendi ayranımı açıyordum. Uzun bir süre müzik aradığını fark ettiğimde sonunda olaya el attım.
"Dur!" Söylediğim şey ile parmağı hareket etmeyi bıraktı. Bakışları bana döndü ve sorarcasına baktı. Bende cümleme devam ettim. "Şuan parmağının altında duran şarkıyı aç." Dediğimi yaptı. Parmağını ekrana yaklaştırdı ve bir şeylere bastıktan sonra şakrı çalmaya başladı. Çok sevdiğim bir şarkıydı.
İlk melodisi duyuldu. Ardından sözler geldi.
Benim gönlüm sarhoştur yıldızların altında.
Sevişmek ah ne hoştur yıldızların altında.
..."Yıldızları sever misin?" Diye sorduğumda başını evet dercesine salladı.
"Yıldızları severim. Yıldızlar, karanlık gecelerin güzelliğini aydınlatan parıltılardır, hayatta yolunu kaybettiğin zaman sana rehberlik ederler. Bu yüzden onları çok severim."
Çok güzel tarif etmişti yıldızları. Her bir kelimesinin anlamı gerçekten çok güzeldi. Dediği gibi yıldızlar bizim karanlığımızı aydınlatır, yolumuzu kaybettiğimizde bize rehber olurdu.
Mavi nurdan bir ırmak
Gölge de bir salıncak
...Ayranımı içerken o da kolasını açmış içiyordu. Biraz daha sohbet ettik. Ve ben onu en azından biraz daha tanımıştım. 16 yaşında 17 yaşına giricekti. Burcu başaktı. Ağustos'un 30'un da doğmuş. Bunları nasıl öğrendiğimi kafamın içinde sorguluyordum. Öyle yaş konusu filan açılınca o da söylemişti. Tabi bende söylemiştim. 27 Nisan benim doğum günümdü. Onun babası sürekli başka şehirlere,ülkelere gitmek zorunda kalıyormuş. Aynı benim babam gibi.
"Kalkalım mı artık?" Dediğinde çalan adını bilmediğim şarkıyı durdurmuştu. Tam o telefonunu cebine atıyorken bileğinden tuttum.
"Telefon numaranı versene belki işim düşer." Dediğim de onayalr gibi mırıltılar çıkartarak benim telefonumu işaret etti.
"Şifresini aç ben yazarım." Dediğinde telefonumun şifresini girip telefonlara tıkladım ve ona doğru uzattım. Hızla kendi numarasını girerken bende dağıttığımız yerleri topluyordum. Kendi telefonundan beni çaldırdığında telefonumu kendime doğru çevirdim ve onun numarasını kaydettim.
Komşu oğlanı-Toprak
Diye kaydettikten sonra ayağa kalkıp elime yedikten sonra çekirdek kabuklarını biriktirdiğimiz ve diğer çöplerimizide içine attığımız poşeti aldım. Telefonumu cebime attım ve Toprak'la beraber bankın oradan ayrıldık. Önümde gördüğüm çöp kutusuna poşeti attım ve ellerimi birbirine vurarak eve doğru yola koyuldum. Tabi yanımda Toprak ile koyulduk.
"Şu saçını açsana!" Diye çıkıştıktan sonra hızla saçlarında ki tokaları çıkarıp bileklerime taktım. Saçını da elim ile karıştırdım. Bakışlarım saçlarından gözlerine inince duraksadım. Neden öyle bakıyordu? Hızla önüme dönüp yürümeye devam ettim.
Kısa bir zaman sonra gelmiştik. Birbirimizle vedalaştıktan sonra ben kendi evime o kendi evine gitti. Eve girdiğim de tüm ışıklar kapalıydı. Uyumuş olabilirlerdi. Bende her zaman ki yaptığım gibi ilk ellerimi yıkadıktan sonra ayıcıklı pijamalarımı giydim ve sıcacık yatağıma zıplayarak uzandım. En sevdiğim şey uyumaktı. Günün en sevdiğim zamanı geceydi. En sevdiğim saati uyuduğum saatti. En sevdiğim aktivetesi ise uyumaya başladığım andı.
Yani kısaca uyumayı çok seviyordum.
Ve çok zaman geçmeden uykunun kolları beni içine çekti.