the escape

40 10 5
                                    

sabah odaya vuran gün ışıklarıyla gözlerini kendiliğinden açtı küçük oğlan. jungkook ile uyurken sabahın erken saatlerine uyanmaya artık alışmıştı. alarma ihtiyaç duymuyordu.

hafifçe doğrulup esnerken yanındaki hareketliliğe döndü. uyurken bir bebek gibi görünen küçüğüne gülümsedi. dört yıl önce onu bırakmadan önce ailesiyle sahiplendiği bir tavşan vardı ve
jungkook'u ona benzetiyordu.

kocaman, gerçek anlamda kocaman ve ışıl ışıl gözlere sahipti. minik dudakları ve tavşanı aldıran dişleri vardı. siyah, uzun saçları her zaman yıldızlardan parlak gözlerini örterdi. hatta bu yüzden hoseok her zaman yanında toka taşırdı. saçlarını toplayınca da çok sevimli görünürdü zaten.

küçük olanı uyandırmamaya çalışarak yavaşça kalktı. odada onlarla birlikte kalan diğer iki kişi de henüz uyanmamışlardı. bu iyiydi, kimseye görünmezdi.

lavaboya gidip elini yüzünü yıkayıp dişlerini fırçaladı ve üstünü değiştirerek sessiz adımlarla kaldığı odadan çıktı. gözlerini etrafta gezdirdiğinde koridorun da boş olduğunu gördü.

temkinli adımlarla içini boğan binadan çıkarak arka bahçeye ilerledi ve kimsenin henüz farkına varmadığı, arada buradan kaçmak için kullandığı merdiveni duvara dayayarak tırmanmaya başladı.

duvardan atlayıp karşı tarafa geçtiğinde dengesini sağlayamayıp yere düşmüştü. acıyla kanayan diz kapağını temizledi. elleri de sürtündüğü için yanıyordu.

ama yine de gülümsedi.

nihayet kendini cehennem olarak adlandırdığı o yerden kurtardığında özgürlüğün kokusunu derin derin içine çekti.

eğer elinde olsaydı jungkook'u da çıkarmak isterdi. rügargülünü üfleyerek değil de gerçek rüzgarla döndürebilmesini çok isterdi.

ancak yakalanma ihtimali vardı. ve küçüğünün başını belaya sokamayacak kadar aklı başında bir çocuktu hoseok.

hızla az çok bildiği sokaklardan geçerek daha önce birkaç kez gittiği eski züccaciyeye girdi. jungkook'un rüzgar gülünü çok sevdiğini öğrenince doğum gününde bir tane almak için buraya gelmişti hatta.

"günaydın, siwoo amca." dedi eski ancak oldukça güzel dükkana girdiğinde eğilerek. henüz yeni açılmış olmalıydı.

dükkanın sahibi beyaz sakallı, sevimli amca duyduğu sesle boşalttığı koliyi bırakarak arkasını döndü.

"hoseok! yine mi kaçtın sen." dedi azarlar sesle ancak yüzündeki gülümseme kızamadığını ele veriyordu.

siwoo amca uzun yıllardır burada çalışan ve herkesin çok sevdiği biriydi. hoseok'un kaldığı yerde de çok sevilirdi çünkü her zaman oraya yardımlarda bulunur, çocuklara elinden geldiğince hediyeler verirdi.

"bu sefer önemli ama amca."

"neymiş önemli olan şey?" dedi yaşlı adam elini beline koyarak.

"bugün kookie'nin doğum günü."

"aa bugün afacanın doğum günü müydü?" siwoo amca az önceki sorgulayan hallerini bırakarak bir çocuk gibi heyecanlandı. çocuk ruhlu biriydi.

"ne almayı planlıyorsun?" dediğinde hoseok kararsızca omuz silkti.

"bilmiyorum ki, o yine rüzgar gülü istiyor ama rüzgar gülü hem kullanışsız hem de hemen mahvoluyor." dediğinde yaşlı adam başını salladı.

rose of the wind, hopekook Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin