sadece bir an için, sadece bir an için beynim tüm düşünceleri durduruyordu ve ben kendimi boşlukta amaçsızca yüzerken buluyordum.
başıma ne gelirse gelsin güçlü kalabileceğimi sanıyordum. bir yetimhanede büyümüştüm, kendi başıma çalışıp okula gitmiştim ve bırakmadan önce severek yaptığım işe kendi çabamla girmiştim.
tüm bunları yapmak kolay olmamıştı. o zamanlardan kalma uyku bozukluğum hâlâ devam ediyordu mesela. aynı anda işe ve okula gidince uyuyacak tek bir anım bile olmazdı. yetimhaneden çıkınca sokakta kalmayı da bir süre için deneyimlemiştim.
bunlar beni zorlayan asıl şeyler hiç olmamıştı. dünyadaki asıl sınavımın ayrılık olduğunu düşünüyordum. bir kazada ölen ailem ve karım aynı kaderi paylaşarak bana gerçek acıyı yaşatmışlardı.
tek fark küçük yaştayken ayrılığa kolay alışılıyordu. birkaç hafta içinde ailem olmadan yetimhaneye alışmıştım ama şimdi haesoo'suz nasıl devam edecektim bilmiyordum. gözümü açtığım her sabah onun yokluğuyla tekrar tekrar yüzleşmek zorunda kalıyordum.
yine de bunları atlatmak zorunda olduğumun pek ala farkındaydım. yapacak tek bir şeyim bile yoktu. zamanı geri alamazdım ya da onu geri döndürmezdim.
"bayım?"
kulağıma gelen yumuşak sesle düşüncelerimden sıyrılarak başımı bana seslenen miniğe çevirdim. sarı ve parlak bebek saçlarını güzelce örmüş, turuncu bir elbise giymişti. minik parmağıyla biraz ilerideki ağacı işaret ediyordu.
"topumu almama yardım edebilir misiniz? ağaca takıldı.." sevimli konuşmasıyla istemsizce kaşlarımı aşağı doğru düşürmüştüm.
"tabi ki ederim güzellik." ayağa kalktığımda gülümsedi eve ellerini çırpıştırdı.
"hadi gidelim." elimden tutarak sürüklediğinde gülümseyerek takip ettim.
biraz ilerideki ağacın önüne geldiğimizde çok da yukarıya takılmamış sarı topu gördüm.
"kendin almak ister misin?" dediğimde hevesle başını salladı. koltuk altından tutup havaya kaldırdım ve topa yetişmesini sağladım. uzanıp topu aldığında sevinçle çığlık atmıştı.
tekrardan onu aşağı indirdiğimde "aldım aldım!" diyerek kıkırdadı.
"aferin sana." eğilip onun boyuna yetiştim. büyük elimi uzattığımda minicik eliyle beşlik çaktı.
"teşekkürler, hoşçakalın!" el sallayıp koşarak uzaklaştığında heyecanına gülümsedim.
"sen de hoşçakal ufaklık." diye seslendim ve buruk bir gülümsemeyle çimlere serdiğim örtüye geri dönerek oturdum.
kahvaltımı yapmak için sahilin biraz ilerisindeki piknik alanına gelmiştim. hava güneşli ve hafif rüzgarlıydı. etrafımda çok fazla olmasa da kalabalık vardı. çocuk sesleri neşe saçıyordu etrafa.
son iki yıldır çocuklara bakış açım çok değişmişti. haesoo ile bir çocuk yapmak istesek de hastalığı yüzünden bu istediğimizi hayata geçirememiştik. eğer kaza olmasaydı birkaç ay içinde çocuk sahiplenmeyi bile planlıyorduk.
bundandır ki çocuklar -özellikle kız çocukları- gözümde çok değerliydi.
iç çekerek yanımda getirdiğim sepeti açıp hazırladığım yiyecekleri çıkaracaktım ki duyduğum seslerle başımı arkaya çevirdim.
jungkook ve etrafındaki koca bir grup çocuğu zorlukla görmüştüm. jungkook ayağındaki topu gülümseyerek sektirirken etrafındaki çocuklar onu aşkla izliyorlar ve yüksek sesle destekliyorlardı.