the promise

31 10 7
                                    

"hoseok ben artık sekiz yaşındayım!" dedi neşeyle yaşı kadar parmağını göstererek.

hiçbir şeyden habersiz, yeni yaşını kutluyordu heyecanla. tam olarak üç aydır gün sayıyordu. bazı şeyler ters gitse de beklediği o gün sonunda gelmişti.

hoseok ise hâlâ nasıl yapacağını düşünüyordu. nasıl miniğinden kopacaktı? o olmadan ne yapacaktı? nasıl tek yatmaya alışacaktı kookie'si?

"hoseok?" ağabeyi tarafından cevapsız kalan jungkook kocaman gözleriyle yatağına doğru ilerledi. minik ellerini hoseok'un yanağına koyarak gözlerine baktı.

"ne oldu seok? neden mutlu değilsin?" diye sordu peltek kelimelerle. yaşı pek küçük değildi ama hala konuşması peltekti, belki de kalıcıydı.

öylesine masumdu ki, hoseok bir kez daha onsuz yapamayacağını düşündü. yutkunarak boğazındaki yumruyu gidermeye çalıştı. her şey onun iyiliği içindi. zorlukla gamzelerini gösterdi.

"üzgün değilim. sadece düşünüyorum." dedi başını sallayarak.

"ne düşünüyorsun?"

"sadece.." duraksayarak miniğini hemen karşısına oturttu. " bir ailem olsaydı nasıl olurdu diye düşünüyorum." dediğinde küçük olan tombul dudaklarını sarkıttı.

"neden ki?"

"bilmem, sence güzel olmaz mıydı bir aileye sahip olmak?" diğerinin tepkisini merak ederek yüzüne baktı.

bir süre bir şey söylemeden öylece düşündü jungkook ardından, "ben istemem." dedi kararlı sesle.

"neden?"

"gidiyorlar hoseok, annemler de gitti zaten. benim ailem sen ol hoseok. gitmiyorsun hiç." gülümseyerek tavşan dişlerini gösterdi ve kendinden büyük olanın gözlerine baktı.

hoseok gülümsemeye çalışsa da çenesi titredi.

"hayır kookie, aileler gitmez. bazıları gidebilir ama hepsi değil. bir ailenin olması çok güzel." diye diretti.

"istemiyorum hoseok!" diye bağırdı küçük olan. bu konu hoşuna gitmemiş gibiydi. "istemiyorum işte. burada kalacağım."

hoseok küçüğünü bazen hafife alıyordu. jungkook her şeyin farkındaydı.

"bayan kim ve bay kim'le gitmelisin kook." dedi ciddi bir sesle.

"hayır."

"evet."

"hayır istemiyorum." dedi ve ayağa kalktı jungkook.

"jungkook, bana bak." dedi hoseok kendisine bakmayan küçüğüne. ayağa kalkıp önüne geçti.

"onlar iyi insanlar kookie. seni bırakmayacaklar. onlarla git, bu çok iyi bir şans." dedi ikna etmeye çalışır sesle.

jungkook'un alt dudağı titremiş gözleri dolu dolu olmuştu henüz akmayan yaşlarla.

"sen ne olacaksın? senden ayrılmak istemiyorum ben."

başını havaya kaldırarak soluklandı hoseok. zaten bunu istemiyordu, jungkook'un direnmesi ise işini zorlaştırıyordu. neden böyle bir sorumluluk omuzlarına yüklenmişti?

"sana ne hediye aldığımı biliyor musun?" kısa olan başını olumsuz anlamda salladığında cebinden aldığı bilekliği çıkardı. minik elini tutarak ince bileğine taktı.

"sonsuza kadar arkadaşın olacağım jungkook. buradan çıktığım gün, senin yanına geleceğim. sonuçta rüzgarın gülüdür, rüzgar gülü." zihnine kazınan buruk kelimeler dudağından dökülürken yanan gözleriyle miniğine binlerce söz vermişti

burnunu çekerek dudaklarını birbirine bastırdı. "lütfen git buradan jungkook. sen kurtulursan ben de kurtulurum. benim için buradan git."

son kozunu oynamıştı artık. tek dileği artık ikna olmasıydı yoksa kendisi pes edecekti.

öylece kalmıştı jungkook. "haksızlık bu!" dedi yanaklarını şişirerek. hoseok sonunda ikna olduğunu anlamıştı bu tavırlarından.

"haksızlık değil. mutlu olacaksın. o gün minji'nin bahsettiği gibi sadece sana ait bir odan, oyuncakların olacak. istediğin zaman üflemene gerek kalmadan rüzgar gülünü döndüreceksin. mutlu olacaksın jungkook. bunun neresi haksızlık?"

"sen? odamda sen olmazsan nasıl uyuyacağım? ya bana rüzgar gülü almazlarsa? sen alıyorsun! ben seni seviyorum." hoseok sıkıca küçüğüne sarıldı.

"ben de seni seviyorum, tamam mı? ama gitmen senin için en iyisi olacak. hem sana verdiğim rüzgar gülü hep seninle kalacak."

göğsüne ancak gelen bedenin siyah saçlarından gelen bebeksi kokuyu içine çekerek bir öpücük kondurdu. onu çok özleyecekti, tek dostunun yokluğu çok zor geçecekti.

"hoseok." dedi minik olan başını kaldırıp büyüğe bakarak.

"bu gece yine birlikte uyuyacağız değil mi?"

masum sorusuyla buruk bir gülümsemeyle başını aşağı yukarı salladı hoseok. nasıl reddedebilirdi ki zaten?

______

bebeklerim benim:(((

rose of the wind, hopekook Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin