the most valuable

36 9 6
                                    

"hoseok.. bebeğim hadi uyan geç kalacaksın." sırasıyla yanakları ve alnından en sonundaysa dudaklarına öpücükler bırakılan adam gülümseyerek gözlerini açtı.

yemyeşil ormanları andıran, sık kirpiklerin arasına saklanmış irislerle göz göze geldiğinde yanaklarındaki iki küçük çukurda öpücüğü kapmıştı.

"meleğim.." dedi üzerine doğru uzanmış karısının yüzüne düşen uzun saçlarını kulağının arkasına sıkıştırarak. "günaydın." alnına dudaklarını upuzun bastırdı.

genç kadının neşeli kıkırdaması yatak odalarına dolmuş, odayı parlatmıştı.

"size de günaydın bay jung, yataktan hemen kalksanız iyi olur." genç kadın kocasının elinden turarak çekiştimeye başlamıştı.

"haesoo.. gitmek istemiyorum." dedi okula gitmek için annesi tarafından sabahın erken saatinde uyandırılan bir çocuğu andıran isteksiz ve mızırtılı sesle.

"olmaz. işe gidip çocuklarımıza güzel bir gelecek kurmak için çok çalışmalıyız." genç kadın, diğerini beyaz tişörtünden tutup banyoya doğru sürüklerken kesin dille konuştu.

"iyi de bizim çocuğumuz yok ki!" diye mırıldandı yüzüne soğuk suyu vurmadan önce hoseok.

"ama olabilir." diyerek omuz silkti beyaz tenli, zarif kadın.

"öyle mi?" esmer tenli adam yüzüne haylaz bir gülümseme yerleştirerek karısını belinden yakaladı ve kendine çekti. "haesoo sence de bu çocuk işini erkene alsak iyi olmaz mı?"

genç kadın boynuna değen dudaklarla çığlık atarak kahkaha atmış, sıkıca adamının boynuna sarılmıştı.

"yarım saate çıkmamız gerekiyor." diye mırıldandı haesoo başını geriye atarken.

"şş bana güven, kocan senin için herşeyi halledecek.." karısının bedenini lavaboya yasladığında ikilinin dudaklarıda vakit kaybetmeden birbirini bulmuştu.
____

siyah şemsiyeyi buz gibi elleriyle sıkıca tuttu. öylesine bir fırtına vardı ki şemsiye işlevini yitirmişti sanki. üstündeki siyah yağmurluğa rağmen sırılsıklam olmuş, paçaları çamur içinde kalmıştı.

sabahki açık hava bir anda kendini fırtınalı yağmura bırakmıştı. hava inanılmaz kapalıydı. kötü bir haberin müjdecisi gibi, iç ürperten bir renge boyanmıştı gökyüzü.

"buradan bir şeyler çıkmayacak gibi.." diye mırıldandı ıslandığı için net çekmeyen kamerasına rağmen biraz uzağındaki evin fotoğrafını çekmeye çalışırken.

"öyle.. kimse cinayet hakkında konuşmayacak. en azından haber yapabileceğimiz bir şeyler söyleselerdi.." dedi yanındaki arkadaşı da en az onun kadar umutsuz, ayrıca sitemkâr sesle.

"bugünlük bu kadar yeter. yarın tekrar uğrarız." pes etmişti artık genç adam. bütün gününü burada harcamıştı, eline pek bir şey geçtiği söylenemezdi.

"sanırım öyle yapacağız. yarın tekrar görüşürüz dostum!" sarı saçlı iş arkadaşına gülümseyerek hafifçe eğildi.

"görüşürüz!" sesinin duyulması için bağırarak verdiği selamdan sonra çamurlu alanda koşar adımlarla arabasına doğru ilerledi.

şemsiyeyi kapatarak arabasına bindiği esnada çalan telefonuyla iç çekti. arayanın kim olduğuna bile bakmadan aramayı reddetti ve yorgunlukla arkasına yaslandı.

bu havada araba sürmek hiç mantıklı değildi, yağmur dinene kadar biraz dinlense fena olmazdı.

üstündeki yağmurluğu çıkarıp yan koltuğa bıraktı. elini şakaklarına koyarak ağrısını az da olsa gidermek için sertçe ovdu, yorgundu. böyle günlerde çok sevdiği işinden soğuyordu çünkü çalışma süresinin asla bir sınırı yoktu.

rose of the wind, hopekook Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin