bir gün güneş doğduğunda aydınlanan hayatıma bel bağlamamayı öğretmişti bana yaşam. doğan güneşin bir batışının da olduğunu en güzel şekilde hatırlatıyordu her zaman.
hayatımın en kötü döneminde, bir parkın bankında yaşam savaşı verirken rastlamıştım haesoo'ya.
kanatlarını benim için açmış, koynunda uyutmuştu beni. hiçbir sebep aramadan, koşulsuzca sevmişti. güneşin var olduğunu hatırlatmıştı bana.
sonra her şey yoluna girdiğinde gökyüzü, onu acımasızca almıştı benden. varlığına bağımlı ruhum ne yapacağını şaşırıyordu. attığım her adım boşluğa düşüyordu, izlediğim her duvarda onun yüzü beliriyordu.
neden, diye sorsam da sorularım yanıtsız kalıyordu. zaman hiç geçmiyor gibiydi.
dağınık saçlarım bana nasıl berbat bir hâlde olduğumu hatırlatırken içki şişeleri sanki ayağa kalkmamı engellemek ister gibi her yere dağılmıştı.
o gittiğinden beri, üç hafta olmuştu, aynaya dahi bakamamıştım.
kızarmış burnumu çekerek son gününde saçlarına doladığı bandanasının solmak üzere olan kokusunu içime doldurdum. kokusu da acım gibi gün geçtikçe azalıyordu ve bu canımı yakıyordu.
uzun zamandır sessizliğin hakim olduğu evimde yankılanan kapı zili sesiyle uzandığım koltuğa daha çok sindim. istemiyordum kimseyi görmek.
ancak birkaç kez daha üst üste çaldığında belimden düşmek için çırpınan pijamamla kapıya doğru yürüdüm, hoş daha çok sürüklenmeye benziyordu bu.
eğilerek kapıyı açtığımda karşımda eli havada olan kim seokjin'i görmüştüm. haesoo'nun kardeşi, benim de en yakın arkadaşım.
kapı açıldığında elini aşağı indirmiş dehşete düşmüş gözlerini bedenimde gezdirmişti. beni ilk defa böyle bir halde görmüştü muhtemelen.
kendisi de pek iyi durmuyordu ama bana göre epey toparlanmıştı. bu benim sinirlerimi bozarken onu öylece bırakıp içeri girdim.
"hoseok.." diye seslenerek kapıyı kapattı ve beni takip etti.
cevap vermeden koltuğa oturup başımı elime yasladım. içeri girdiğinde bakışları pislik yuvası evimde dolandı.
"bu ne hal böyle?" dedi hafif kızgın sesle. boş bakan gözlerimi yüzüne çevirdim.
"ne var halimde?" günlerdir konuşmadığımdan sesim tuhaftı, çıkması bile mucizeydi aslında.
"ne demek ne var halimde? acını böyle mi yaşıyorsun sen?" diye bağırdığında yumruğumu sıktım.
"evet böyle yaşıyorum. benim karım öldü, karım! ne yapmamı bekliyorsun?" diye yüksek sesle bağırdım. öfke patlaması yaşamak için bahane arayan bedenim, patlayacak bir şey bulmuştu.
"haesoo benim de kardeşimdi." dedi çattığı kaşlarıyla.
"o zaman sen de acı çeksen iyi olur." dediğimde sinirle yanıma gelip kolumdan tutup bedenimi kaldırdı.
"sen ne zannediyorsun? haftalarca kendini kapattığında, boktan beslenme düzeniyle her gece uykusuz kaldığında, haesoo geri mi dönecek?" hafifçe bedenimi sarstığında gözlerim dolmuştu. gerçeklerin yüzüme vurulmasını istemiyordum, hazır değildim..
"o gelmeyecek hoseok. kabul et ya da etme. benim de canım yanıyor. sadece düşün, haesoo böyle olmasını ister miydi?" gözlerimin içine baktığında ağlamamak için dudağımı ısırmış, bakışlarımı ayaklarıma indirmiştim.
"o, bir öğününü atlattığında bile seni saatlerce azarlardı. şimdi onun için bu hale geldiğini görse, emin ol seni yaşatmazdı jung hoseok." dediğinde gözümden akan yaşla gülümsedim.
"özledim.." diye mırıldandım. bunu seokjin'e söylemek için değil, aklımdan geçen dilime vurduğundan söylemiştim.
"ben de öyle. yirmi beş yıl onunla yaşadım hoseok, onsuzluk çok zor anlıyorum. ama böyle yapmak sana zarar vermekten başka bir işe yaramayacak. hayat hâlâ devam ediyor."
"onsuz nasıl devam ederim?" sesim öylesine çaresiz çıkıyordu ki..
seokjin gözlerini ıslak suratımda gezdirdi ve kollarını sıkıca bana sardı. günlerdir sarılacak bir kol arıyormuş gibi sıkıca bedenine sarıldım. "başaracaksın, ben yanındayım."
inanmak istemiyordum ya da istiyordum. aklım çok karışıktı, bilmiyordum hiçbir şeyi. birkaç damla mavi gömleğini ıslatsa da önemsemeden sarılmaya devam etti bana.
sırtımı patpatlayarak benden ayrıldığında ıslak yanağını silerek kendine gelmeye çalıştı. o da ağlamıştı benim gibi. hızla toparlanarak mutfağa doğru gitti ve elinde poşetlerle geri döndü.
"burayı, yeni virüsler türemeden toplayalım biraz." gülümseyerek yere eğildi ve bira şişelerinden başlayarak toplamaya başladı.
öylece durmamam gerektiğini düşünerek ben de elime bir poşet aldım ve oldukça kötü kokan hazır yemek kutularını siyah, büyük poşete atmaya başladım.
"işin ne oldu, devam edecek misin?" seokjin'in sorusuyla iç çektim.
"ayrıldım." dediğimde şaşkın gözlerle bana döndü. bakışları kötü hissettirdiğinde ensemi kaşıdım.
"bakma öyle artık dayanamıyorum. en azından bir süre ara vermem gerekiyor."
o işe girmek benim için hiç kolay olmamıştı. çok çabalamıştım ve seviyordum da fakat bazen sevmek yetmiyordu. öyle bir an geliyordu ki eskiden sevdiğin şey katlanılamaz hâle gelebiliyordu. işe gitmek, ufacık bir haber için günlerimi heba etmek şu an yapabileceğim bir şey değildi. zihnim bunlar için çok doluydu.
"anlıyorum." diyerek başını salladı seokjin. beni anladığına inanmak istiyordum.
düşünceli bir ifadeyle çöpleri toplamaya devam ettiğim esnada bir kez daha seokjin'in sesini duydum.
"hoseok.." dedi yanıma gelip tam olarak karşımda durarak. "bu fikre nasıl bakarsın bilmiyorum ama bir süre bu evden uzaklaşman gerektiğini düşünüyorum." dediğinde çoktan reddetmek için ağzımı açmıştım bile. bunu asla yapamazdım.
"hayır seok-"
"beni dinle, lütfen.." gözlerimin içine baktığında başımı salladım devam etmesi için. "anlıyorum burada hep anıların taze kalıyor ama böyle olmaz hoseok, kendine acı çektirerek olmaz. kısa süreliğine de olsa başka bir yere gitmen senin için en iyisi olur."
sıkkın bir nefes verdim. iyiliğimi istiyordu ama ben istemiyordum iyilik. acı çekmem gerekiyordu, bu benim hakkımdı.
"üzgünüm seokjin ama bunu yapamam." dedim dolmaya başlayan gözlerimle başımı sağa sola sallayarak.
"üzgünüm hoseok ama yapmak zorundasın." dedi beni taklit ederek. kaşlarımı çattığım esnada öldürücü lafını söyleyerek tekrardan evi temizlemeye dönmüştü.
"çoktan her şeyi ayarladım. gidiyorsun."
_______ufak bir geçiş bölümüydü, sonraki bölüm yayında, onu da okumayı unutmayın!!<3
ŞİMDİ OKUDUĞUN
rose of the wind, hopekook
Fiksi Penggemar"rüzgarın gülüdür, rüzgar gülü." ⑅hopekook