Toplantı odasından ayrılmamızın üzerinden bir gün geçmişti. Yani bugün, bugün saraydan ayrılacak, hiç bilmediğimiz dört ayrı krallığa dağılacaktık. Bu süreç bize neler kazandırırdı bilemiyorum fakat içimden bir ses bir trajedinin içine gireceğimizi söylüyordu.
Sabahın ilk ışıklarıyla kalktığımdan gözlerim acıyordu. Sabah erken kalkmaya hiç alışık olmadığım için bu benim ilklerimden biriydi. Oyalanmadan hazırlanmıştım ve kendimi hiç hissetmiyordum. Sanki bir şey bozulacak, hayatımız tamamen mah olacak gibiydi. Ancak bunlara odaklanmadan annemin yanına gitmeye karar verdim. Dün hiç iyi gözükmüyordu. Bir derdi vardı, derdini söylemeyen derman bulamazmış. Bu nedenle gidip annemin derdini öğreneceğim ki derman bulsun.
Odamdan uzun mavi bir elbise giyerek çıktım. Bir prenses sürekli elbise giymeliymiş falan. Abilerimin uydurması işte. Ne var prensesler pantolon, kazak vs giyse? Ne olur ki?
" yemin ederim prenseslerin yüz karasıyım" diye kendime söylenerek annemin çalışma odasına doğru yürümeye başladım. Annem sabahları çok erken kalktığı için onu nerede bulacağımı biliyordum.
Çalışma odasına vardığımda kapıyı sessizce çaldım. Herhangi bir komut beklerken hiçbir komut almamak beni düşündürdü. Nerede olabilirdi ki? Genellikle bu saatlerde çalışma odasında kahvesini yudumlarken kitap okuyor olurdu.
" beni mi arıyorsun tatlım?" Annemin yumuşak sestonu arkamdan geliyordu. Bugün bir ilk yaparak kalktığı saatten 2 saat sonra kalkmıştı.
İşte buna madalya verilirdi.
Arkamı dönerek anneme baktım. Gözbebeklerindeki kanlar yok olmuş, göz altlarındaki morluklar birazcık da olsa geçmişti. Tebessüm ederek mutluluğumu belli ettim. Dün onu öyle kötü gördüğüm için üzüldüğümü görmüştü. Bu nedenle bu gece daha dikkatli olarak kendini uykuya vermeye çalışmıştı, değil mi? Beni üzmemek için kendini zorlayarak uyumaya çalışmıştı.
"Konuşabilir miyiz?" Diye sordum ona elimi uzatırken. "Çalışma odana geçelim ve biraz konuşalım, olur mu?" Diyerek gelmesi için elimin dört parmağını içe doğru kıvırarak gel hareketi yaptım.
Gülümseyerek elimi tuttu ve, "gelirim tabii ki," diye mırıldandı. "Sen çağır, ben seninle her yere gelirim." Deyip beni peşinden çekiştirdi ve çalışma odasının kapısını açtı. Beraber içeri girince arkamızdan kapısını kapattı daha sonra beni çalışma masasının karşısındaki yumuşak tüylü koltuğa oturttu.
Kendisi de masasının sandalyesine oturarak bir tüylü kalemi eline aldı. Önüne küçük bir mürekkep şişesi çekerek kapağını yavaşça açtı. Daha sonra tüylü kalemi mürekkebe batırıp mektup kağıtlarından birini aldı.
" dinliyorum,"dedi, " anlat kızım dinliyorum." Deyince söylediklerine inanamadım. Çünkü beni dinliyor gibi değildi. Gözleri mektup kağıdında oyalanıyor, parmakları arasında tuttuğu tüylü kalemi kağıt üzerinde gezdiriyordu. Bu hali bile ona çok yakışıyordu. Annem her zaman bize karşı sağduyulu olan bir kadındı. Babam bazen de olsa bize kızacak bir şey bulurdu ancak annem bize bu zamana kadar hiç kızmamıştı.
Kendisi de benim gibi ateşe hükmettiği için aramızda diğer kardeşlerimin aksine güçlü bir bağ vardı. Ateş ateşi çeker diye bir atasözü yok ama Buda benim atasözüm olsun.
" iki gündür seni hiç iyi göremiyorum," diyerek konuşmaya başladım. Parmaklarıma bakıyor, oynatarak dikkatimi parmaklarımı vermeye çalışıyordum. Anneme bakarak bunları söyleyemezdim çünkü gözlerimin dolduğunu görürdü. " dün toplantıda da hiç konuşmadın, anne, biz senin de onayını almak istiyoruz. O bizim babamız olabilir, ama sen de bizi doğuran kadınsın. Bizim annemizsin. Senin onayın olmadan hiçbir şey yapamayız" dedikten sonra gözlerimi anneme çevirdim. Yalvarırcasına ona bakarken, bir onay bekliyordum.
Kardeşlerim annemin onayını alır mı bilemem ama ben annemin onayı olmadan şuradan şuraya gidemezdim. Bunu ona, annelik gururuna yapamazdım.
Tebessüm ettiğinde elindeki kalemi masaya bıraktı. Daha sonra mektup kağıdını avuçları arasına alarak dörde katladı. Sağ tarafındaki rafların bir zarf çıkardı ve dörde katlanmış kağıdı özenle içine yerleştirip bir mum yaktı ve zarfın üzerine damlatarak mühürledi.
Bunları konuşmadan, bir kez dönüp bana bakmadan ve o kadar dikkatli bir şekilde yaptı ki hayran kalmamak elde değildi. Annem her şeyi en iyi şekilde yapabilen bir kadındı.
Mühürlediği zarfı masanın üzerinden benim olduğum tarafa doğru ittirdi. Daha sonra gözlerini sonunda bana çevirdi ve dudakları büküldü, kirpikleri titreşti, gözleri yaşlarla doldu. Onu böyle güçsüz görmek canımı yaktığı için bakışlarım yeri buldu. Sanki suçlu benmişim gibi gözlerimi kaldırıp da yaşlı gözlerine bakamıyordum.
" ya size bir şey olursa? Ya gidip bir daha dönemezsiniz? Ben sizsiz yapamam ki..." dedi bir çocuğun masumluğuna sahipken. " bana geri döneceğinizle ilgili bir teminat verirsen onayım olur." Diyerek yalvarırcasına bana baktı. Sanki söz vermemi, kendimize bir şey olmayacağına dair söz vermemi istiyor gibiydi.
Peki, istediği bu sözü ona verecek miydim? Ben sözü verirdim ama tutabilir miyim, bilmiyorum.
Hayatın konusunda hiçbir fikrim yokken o nasıl söz verebilirdim ki? Ona nasıl yaşayacağımı dair bir söz verebilirdim?
" söz veremem anne... Üzgünüm..." dedim çaresizce." Ama yaşamak için elimden gelenin en fazlasını yapacağımdan emin olabilirsin..." diyerek yorgunca sözlerimi bitirdim. Arkama yaslanıp, başımı tavana kaldırdım. Ne yapacaktım şimdi? Yaşamak için ne yapmalıydım ki? Ben 23 yıldır hayatımın tümünü sarayda geçirmiş bir kızken, başka bir yerde nasıl hayatta kalacaktım?
"O zaman bana hayatta kalacağına dair bir söz ver. Yani, kalmaya çalışacağına dair."
"Söz" dedim yemin eder gibi." Söz veriyorum."
-
Atımı yolculuk için hazırlarken içimde birazcık da olsa heyecan vardı. Yolculukta yiyeceğim, içeceğim ve giyeceğim kıyafetleri doldurduğum çantayı atın eğerine ön kısmına yerleştirdim. Bir ayağımı yavaşça üzengiye geçirdim ve kendimi yukarı çektim. İlk soktum ayağımı üzengiden çıkararak atın öbür tarafına attım ve sol ayağımı üzengiye soktum.
Gitmeye hazır olduğum için dizginleri çekerek atın hareket etmesini sağladım. Yüzüme vuran hava beni serinletirken ruhum yorgunluk içinde nereye savrulacağını bilmiyordu. Daha dün saraydan ayrılmak aklımın bile ucundan geçmezken şimdi bir atın üzerinde yolculuk planları kuruyordum. İşte hayat böyle bir şeydi. Uçurumdan atlamaya benzerdi.
Uçurumdan atlarken nereye düşeceğinizi bilemezdiniz Hayata gözlerinizi açarken karşınıza neler çıkacağını bilemezdiniz.
Hayatı özdeştireceğim tek şey uçurum olurdu...
Atımın üzerinde avluya doğru giderken saraydan çıkan annemi, babamı ve kardeşlerimi gördüm. Nedenini bilmiyorum ancak bana neden tuhaf bakıyorlar?
"Çok korkarak soruyorum ama, iyi misin sen?" Arthur bana sen ne yapıyorsun bakışları atarken babam gülmemek için yanaklarının içini ısırıyordu.
"İyi olmamam için bir sorun mu var?" Diye sordum bir şey anlamayarak. Bu abim yine ne düşünüyordu ki? Değişik değişik bakıyor, karşısında bir aptal varmış gibi temkinli duruyordu.
"Onca yolu atla gitmeyi mi planlıyorsun?" Dediğinde başka neyle gideceğimizi merak ettim. At dışında neyle gidebilirdik ki? At arabası olmazdı çünkü herkes anlardı. O halde neyle gidecektik?
Kaşlarım Çatıldı, nefesimi sertçe verdim. Abime baktım, ve, " uçarak mı gideceğiz?" Dedim şaka mahiyetinde ama ciddi bir şekilde anlamış olacak ki, onaylar şekilde başını sallaması beni şok etti. Ne yani, uçarak mı gidecektik? Ah! Bunlar kafayı yemiş olmalı. Abilerim arasında tek mantıklı bir zihne sahip olan kişi bendim.
Annem, "Felix daha hızlı ve rahat bir yolculuk geçirmeniz için hava elementini kullanacak ve bir süpürge hazırlayacak. Böylece hiç vakit kaybetmeden bölgelerinize dağılabileceksiniz." inanamıyorum, böyle bir şeyde ancak ondan beklenirdi zaten. Nerede bir sihir varsa orada bitiyordu.
" cadı misali yani,"Dedim, "cadı gibi süpürgemize binip uçacağız. Ne kadar eğlenceli!" Sahtelik her zerresinde belli olan bir heyecanla ellerimi havada salladım.
Atım dururken, ben niye bir süpürgeye biniyorum?
Babam gitme vaktimiz gelmiş olmalı ki, bana doğru yürümeye başladı. Gözleri beni baştan aşağı süzüyor, yüzümü zihnine kazımak ister gibi bakıyordu. Bu halleri benide üzdüğü için gözlerimi kaçırdım. Çok nadir yaptığım bir şey olduğu için hemen anladı. Yanıma vardığında beni kollarımdan tuttu ve kendine doğru çekti. Ensemi kavrayıp başımı göğsüne yasladı.
" seni seviyorum, prenses" diyerek saçlarımın kokusunu içine derince çekti." Lütfen başarıyla aldığın ilk görevi tamamla." Deyince nefesimi seslice verdim. Tamamlayacaktım. O bana böyle sarılsın, ben tamamlayacaktım.
"Biraz bırak da, ben de sarılayım." Annem sesi titreyerek beni babamın kollarından aldı. Beni kendi kollarına çekerken, saçlarıma düşen küçük bir ıslaklıkla onun ağladığını fark ettim.
Ben annemlerden nasıl ayrılacaktım ki? Onları bırakıp belkide ölüme nasıl gidecektim? Kendime sorduğum sorulara bir cevabım yoktu fakat bir çözüm yolu da yoktu.
"Kendine iyi bak! Sakın, sakın geceleri çok fazla odandan çıkma. O-onları tanımıyorsun, sana neler yapacaklarını bilemezsin." Diyerek bana öğütler vermeye başlayan annemi sadece dinledim, ağzımı açıp tek kelime etmedim. Edemedim. O benim için bu kadar endişeleniyorken, ben ne söylesem boştu zaten.
Annemden zor da olsa ayrıldım. Yüzünü Avuçlarımın arasına alarak gülümsemeye çalıştım.
" unutmaki, bir kraliçe asla bu kadar güçsüz olamaz. Ağlamak sana hiç yakışmıyor biliyorsun değil mi? Lütfen ağlama. Geleceğim, anne ben geleceğim. Geldiğim gün muhteşem bir balo istiyorum" dedim büyük bir ciddiyetle. Babama baktım ve, "istiyorum" deyip kıkırdadım.
Biraz da keyfi yerine gelmiş olmalı ki, "söz, söz geldiğinde sana özel muhteşem bir balo hazırlayacağım. Her şeyini ben seçeceğim. Sana özel olacak." Deyince abilerin hepsi işte der gibi parmaklarıyla beni gösterdiler. Ve bunu aynı anda yaptılar, şaka gibi!
"Ben ayrımcılık yapıyorlar diyorum da, kimse bana inanmıyordu. Şimdi görüyor musunuz? En çok onu seviyorlar. Bizi hiç sevmiyorlar." Diyen Kelvin'le hepsi abimi onayladı. Daha sonra hiçbir şey olmamış gibi onlarda anneme sarıldılar. Tabii, babamı da unutmadılar.
Bu ailemizin hep bir arada olduğu son gün olabilirdi. Onları son görüşümüz olabilirdi ve bunu iyi değerlendirmeliydik. Öyle de yaptık. Gidiş saatimiz gelene kadar birbirimizden hiç ayrılmadık. Sarıldık, güldük, eylendik... Ama hiçbirimiz de birbirimizden ayrılmadık.
Ancak gidiş saatimiz gelipte birbirimizden ayrılacağımızda ruhumuz yaralı bir şekilde Felix'in daha kolay yolculuk yapmamız için hazırladığı süpürgelere bindik. Ne kadar binmek istemesem de, annem haklıydı. Daha rahat ve hızlı bir yolculuk yapabilirdik.
El salladık birbirimize, gülümsedik acı içinde. Gözgöze geldik bir süre, baktık birbirimize özlemle!
Ayrıldık bugün biz ailemizden, ve tüm sevdiklerimizden. Evimizden, yerimizden!
Çıktık dört kardeş yola, dört ayrı krallığa dağılmaya!
Belki neşe içinde dönecektik evimize, belki de ölümün getirdi yas ile!
Hepimiz çıkmıştık bir yola ve hayat karşımıza ne çıkaracak bilmiyorduk...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SAKLI TAÇ (düzenleniyor)
FantasyArkadaşlık, güç ve aşk arasında sıkışıp kalan bir prensesin epik hikayesi... Dört elementin hüküm sürdüğü farklı krallıkların çatışmasıyla başlayan bir savaşın önlenmesi için atılan cesur bir adım. Freya, gezgin kimliği altında girdiği krallıklarda...