### Sadakat Nehri'nin Aşkı
Uzak diyarlardaki küçük bir köyde, Sadakat Nehri'nin kıyısında, birbirine aşık iki genç yaşardı. Nehir kadar saf ve temiz olan bu aşk, köydeki herkesin dilindeydi. Gençlerden biri, köyün en güzel kızı olan Emily idi. Diğeri ise köyün en cesur delikanlısı olan Lucas'tı. Emily ve Lucas, çocukluklarından beri birbirlerini sever, her gün Sadakat Nehri'nin kıyısında buluşarak hayaller kurarlardı.
### Aşkın İlk Tohumları
Bir yaz akşamı, Emily ve Lucas, nehrin kıyısında oturup yıldızları seyrediyorlardı. Lucas, Emily'ye dönerek, "Emily, bu nehrin suları bizim sevgimizi de besliyor sanki. Seninle birlikte olmak, bu nehir kadar huzur verici," dedi. Emily, Lucas'ın gözlerine bakarak, "Lucas, seninle her anım bu yıldızlar kadar parlak ve anlamlı. Sadakat Nehri gibi sevgimiz de sonsuza dek akacak," diye yanıtladı.
### Ayrılığın Gölgesi
Fakat bu masum aşk, zamanla büyük bir sınavla karşı karşıya kaldı. Köyde bir salgın baş gösterdi ve Emily'nin ailesi başka bir köye taşınmak zorunda kaldı. Emily ve Lucas, bu zorunlu ayrılığın acısını yaşarken, birbirlerine sadakat sözü verdiler. Emily, Lucas'a bir mendil verdi ve "Bu mendil, sana olan sevgimi ve sadakatimi temsil ediyor. Ne zaman bana ihtiyaç duyarsan, bu mendile bak," dedi. Lucas ise Emily'ye bir kolye verdi ve "Bu kolye, kalbimin anahtarıdır. Nehrin suları gibi, sevgimiz de akıp gidecek," diye karşılık verdi.
### Yeniden Kavuşma
Yıllar geçti, Lucas ve Emily birbirlerinden uzakta olsalar da kalplerindeki aşk hiç sönmedi. Her ikisi de Sadakat Nehri'nin kıyısına gelip, sevgilerinin gücünü ve sadakatlerini anarak umutlarını diri tuttular. Bir gün, köyde büyük bir şenlik düzenlendi. Emily'nin ailesi, eski köylerine geri dönme kararı aldı ve bu şenlikte Emily ve Lucas tekrar bir araya geldiler.
Şenlikte, Sadakat Nehri'nin kıyısında buluştuklarında, Emily ve Lucas birbirlerine sarıldılar. Lucas, Emily'nin gözlerine bakarak, "Yıllar geçse de sevgimiz ve sadakatimiz hiç değişmedi. Bu nehir gibi, aşkımız da sonsuz," dedi. Emily, Lucas'a sımsıkı sarılarak, "Sadakat Nehri'nin suları bizi ayırmadı, aksine daha da yakınlaştırdı. Sonsuza dek birlikte olacağız," diye yanıtladı.
### Trajik Son
Ancak kader, onların mutluluğunu uzun süre devam ettirmedi. Şenliğin sonuna doğru, köyde büyük bir fırtına patlak verdi. Nehrin suları taşmaya başladı ve köyde panik yayıldı. Lucas, Emily'yi korumak için ona sıkıca sarıldı ve yüksek bir yere çıkmaya çalıştı. Fakat nehrin suları hızla yükseliyordu.
Bir anda, güçlü bir akıntı Lucas ve Emily'yi sürüklemeye başladı. Lucas, Emily'yi kurtarmak için çabalarken kendisi akıntıya kapıldı. Emily, Lucas'ın ardından çaresizce haykırarak nehrin sularında kayboldu. Köylüler, onları kurtarmak için ellerinden geleni yaptılar ancak ne yazık ki başarılı olamadılar.
Sadakat Nehri, Emily ve Lucas'ın aşkının hem başlangıcı hem de sonu oldu. Köylüler, bu trajik aşk hikayesini asla unutmadılar. Sadakat Nehri, artık sadece sadakatin değil, aynı zamanda kaybolan bir aşkın acı hatırası olarak akmaya devam etti. Nehrin kıyısında her yıl düzenlenen şenlikte, köylüler bu iki gencin anısını yaşatmak için toplanır ve onların aşkına saygı duruşunda bulunurlardı.
-
Bir daha asla kimse beni süpürgeyle yolculuk yapmaya zorlayamaz. Yaklaşık üç saattir süpürgeyle yolculuk yapıyorduk fakat her yerim uyuşmuştu. Hareket edecek bile Dermanım kalmamıştı.
Süpürge son sürat hızla ilerlediği için rüzgâr saçlarımı uçuruyor bedenim kaskatı bir halde duruyordu. Bu nedenle vücudumun her zerresi inanılmaz bir acıyla kaplıydı. Ruhundaki huzursuzluk, yüzümden anlaşılıyordu zaten. Ne gerek vardı bu kadar zor yolculuğa?
At ile yolculuk yapsaydık ne olurdu? Daha rahat, ve kolay olurdu. Tamam, ulaşacağımız noktalara geç kalırdık ancak bu kadar da zorlanmazdık. Annem süpürge ile daha kolay olacağını söylemişti fakat daha zor oluyordu. Süpürgenin üzerinde oturmak, dünyanın en büyük eziyetlerinden biri olabilirdi.
Bana göre öyleydi çünküabilerim çok rahat bir şekilde ilerliyorlardı. Ben anlamıyorum, her şeye nasıl bu kadar çabuk adapte oluyorlardı? Her gün bir yerden bir yere süpürgeyle uçmıyorlardı sonuçta.
Hava kararmış, yıldızlar belirmişti. Gökyüzünü süsleyen yıldızlar, ay ve gecenin karanlığı bize huzur veriyordu. Hele de yıldızlara bu kadar yakından bakmak, gözlerimin bir şölene baktığını hissettiriyordu.
Sanki elimi uzatsam, bir yıldızı çekip koparabilecek gibiydim.
Felix'e dönerek, "bana bir yıldız getirir misin?" Diye sordum gökyüzündeki yıldızları işaret ederek. "Çok güzel görünüyorlar. Sen hava elementine sahipsin. Onları buraya getirmen zor olmamalı." Deyip abime gülümsedim. Hava elementine sahipse, ve bizi bir süpürgeyle gökyüzünde uçura biliyorsa yıldızları da getirebilirdi, öyle değil mi?
Bir gökyüzüne, yıldızlara baktı. Daha sonra gözleri beni buldu ve gülmeye başladı. Neden gülmeye başladı ki bu? Komik bir şey de söylemedim, alt tarafı yıldızlardan birinde bana getirmesini söyledim. Söylemedim hatta, rica ettim.
" getiremem ki," dedi gülüşlerinin arasından, " bizi yukarı çıkarabilirim fakat onları indiremem. Bu beni bile aşar Freya." Deyince üzülmüştüm. Oysaki ben yıldızları çok severdim, bir tane getirse ölür müydü?
"Ama bir süpürge yapıp bizi cadı gibi havada uçutabiliyorsun. Ama yıldızları istiyorum, beni aşar diyorsun. Nasıl güçlüsün sen? Hiç de güçlü değilsin" diyerek ona sitem ettim. Getirse ne olurdu ki?
Şu an bir çocuk gibi davrandığımın farkındayım ama onlardan ayrılmak bana çok tuhaf hissettirdi için bunu belli etmemem lazımdı.
" görevi tamamlayıpta, tekrar buluştuğumuzda sana söz Şu gökyüzünden bir tane yıldızı senin için indireceğim."
Söz vermişti, o sözünü hep tutmuştu. Yine tutardı. Tutardı değil mi?
-
Mola vermek için küçük bir köye gelmiştik. Uzun süre havada yolculuk yaptığımız için hem acıkmış, hem de susamıştık. Ayrıca gökyüzünde olmak midemizi de ayrıca bulandırmıştı.
Yanımızda yiyecekler vardı ancak o yiyecekleri orman için kullanmalıydık. Şu an halkın yaşadığı bölgelerden geçiyorduk fakat zamanla ormanlara gelecektik.
Küçük bir köydü, fazla büyük değildi. Hoyrat bir nehrin kıyısındaydı bu küçük köy.
Sanki güçlü bir fırtına çıkmışta, nehir fırtınanın esiri altında kalmıştı.
Geldiğimiz köy, çok tatlı insanları olan bir köydü.
Yaşlı bir adam bizi karşıladığında gözleri yeni gelen yabancıları sorguluyordu. Sorgulamakta da haklıydı. Biz bu ülkenin prens ve prensesleridik fakat kimse bizi görmemişti.saray çalışanları ve muhafızlar hariç.
"Merhaba çocuklar." Dedi gülümsemeye çalışarak. "Hangi rüzgâr attı sizi buraya?"
-
Yedim, içtim. Benden mutlusu yoktu şu an.
Güzel bir hikaye uydurmak Kelvin'e kalmıştı. Benim yapacağım hiçbir şey olmadığı için yemiştim içmiştim o kadar.
Bir de, Sedakat nehrinin hikayesini öğrenmiştim.
Sadakat nehri, zorluklarla başlamış bir aşkın sonu olmuştu.
Çok detaylı öğrenmemiştim fakat hikayenin gidişat kısmını öğrenmiştim.
Eskiden bu köyde iki genç birbirlerini çok seviyorlarmış. Aşklarının başladığı yer sadakatliymiş. Sadakat Nehri'nde, ayrılmadan hemen önce genç kız bir kolye vermiş sevdiği adama. Sevdiği adam ise bir mendil vermiş.
Genç kız gitmiş ancak hiç unutmamışlar birbirlerini. Kavuşana dek birbirlerine sadakat sözü vermişler. Tutmuşlar da.
Her yıl yapılan bir şenlik o yılda gerçekleşmiş. Şenliğin sonlarına doğru bir fırtına çıkmış. Nehir fırtınadan dolayı taşmış. O sırada tekrar birbirlerine kavuşan iki genç nehrin kıyısında oturuyormuş.
Genç adam sevdiği kızı korumak için ona sımsıkı sarılmış fakat işe yaramamış. Adam nehrin hoyrat dalgalarına kapılarak sürüklenmiş.
Genç kız arkasından çaresizce gözyaşı dökmüş. Ancak uzun sürmeden nehrin içinde oda kaybolmuş.
Sadakat nehri, bir aşkın başlamasına ve son bulmasına vesile olmuş...
Duyduğum hikaye beni hem üzmüş, hem de bu kadar büyük aşkların hala var olabileceğine ikna etmişti.
Belki de ben de böyle bir güzel aşka yakalanır, sevdiğim adamla bir ömür mutlu olurdum.
Hikayenin sonunda ise köylü halkı her sene yapılan şenlikte, kaybolan bu iki genç için saygı duruşuna geçiyorlarmış.
Çok güzeldi, fazla güzeldi.
Hikayeyi bana hayranlıkla anlatan kıza gülümsedim. O kadar heyecanlı, ve hayranlıkla anlatıyordu ki, onunla beraber ben de heyecanlanıyordum.
" Tanıştığımıza memnun oldum Zoya." çok tatlı ve enerjik bir kızdı. Henüz 18 yaşlarında olmalıydı çünkü bayağı bir küçük gösteriyordu. Ela gözleri mutlulukla parlıyordu. Koyu renk saçları ise her rüzgâr estiğinde yüzüne doğru savruluyordu.
" ben de memnun oldum, Lina" dedi gülümseyerek. Evet, sahte ismim Linaydı.
Güzel gözleri beni baştan aşağı süzüyor, beğendiğini belli eden bakışları gözlerime tırmanıyordu.
" artık gitmeliyiz" diyen Arthur yanımıza geldi. "Fazla geç olmadan yola çıkmalıyız aksi taktirde gideceğimiz yere ulaşamayacağız" haklı olduğu için onu onaylayıp kıza baktım. "Görüşmek üzere, Zoya. Eğer yolum buraya yine düşerse, geleceğim."
Eğer olurda ölmezsek, geleceğim Zoya.
Oradan da ayrıldık. Her yere izlerimizi bırakarak bilinmeyen bir yere doğru yine yol almaya devam ettik...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SAKLI TAÇ (düzenleniyor)
FantasyArkadaşlık, güç ve aşk arasında sıkışıp kalan bir prensesin epik hikayesi... Dört elementin hüküm sürdüğü farklı krallıkların çatışmasıyla başlayan bir savaşın önlenmesi için atılan cesur bir adım. Freya, gezgin kimliği altında girdiği krallıklarda...