5. bölüm: Gezgin

50 19 6
                                    

Göz kapaklarım kapanmak adına yalvarıyor fakat ben korkumdan uyuyamıyorum. Uyuduğumda ya düşersem?
Abim düşmeme izin vermezdi ama korkuyorum işte. Korkum bütün iyi düşüncelerimin önüne geçip beni sarıyordu.
Köyden ayrılmamızın üzerinden neredeyse üç gün geçmişti. Evet, artık ayrılacağımız noktalara çok az kalmıştı. Nasıl ayrılırım, nasıl yaparım bilemiyorum. Ailemden kalan son kişileri de yarı yolda bırakıp, onlardan ayrılmak istemiyorum.
23 yaşında, reşit bir kadınım. Olgun ve kendi ayakları üzerinde durabilen bir kadınım fakat ben hala ailesine bağlı, ailesinden 1 dakika bile ayrı kalamayan bir kadınım. Böyle bir kadın ailesinden nasıl ayrı kalabilir ki? Ailesini bırakıp uzun süre başka bir yerde nasıl kalabilir ki?
Kafamda dönen milyonlarca sorunun arasında kayboluyordum. Çıkış yolunu arıyordum fakat bir türlü bulamıyordum. Hiçbirinin cevabı yoktu. Hiçbirinin hem de. Bir tane bile sorunun cevabı olmaz mıydı? Olurdu. Ama benim zihnimde hiçbir sorunun cevabı yoktu.
Ayrılacaktık, bugün, bu saatlerde. Gidecektik, bugün, bu saatlerde. Belki de son görüşümüz olacaktı birbirimizi, bugün, bu saatlerde.
Birbirimizden ayrılmak azapken, birbirimizi bir daha görememek zulüm gibi bir şeydi.
"Geldik," dedi dalgın bir sesle Arthur.
"Geldik," dedim.
Gelmiştik işte. Yolumuz bu kadardı, birbirimizle geçirdiğimiz saatler bu kadardı.
İki günden ibaret sadece. İki gün, bazı insanların koskoca dediği fakat bizim için göz açıp kapayana kadar hızlı geçen iki gün. Yorgun muyum? Bitkin miyim? Evet ben hepsiyi.m Ancak ben hiç biriyim de.
""Sıkı tutun, iniyoruz." Felix bana yönelik konuştuğumda hafif bir baş hareketiyle onu onayladım. Şu an kimseye cevap verecek halim yoktu. Bir sürede olmayacaktı sanırım.
Bir hava dalgası bizi esir aldığında süpürge iyice tutundum. Düşecek olma korkum beni sarpa sarmıştı. Ama düşmedim. Süpürge yavaşça inmeye başladı, hava dalgası bizi yer çekimine bıraktı.
Bir önceki inişlerimizdede düşmemiştik. Veya yere çakılmamıştık. Bu seferde öyle bir şey olmayacağını biliyordum fakat korkmamak elde değildi.
Süpürge zemine değerek durduğunda doğrulup kalktım. abilirim de aynı şekilde kalktıklarında karşılıklı durduk.
Peki, sırada ne vardı? Birbirimize sarılıp, hoşça kal demek mi?
"Dikkatli olacaksınız" diye ilk söze giren Kelvin olurken, "geceleri sakın odanızdan çıkmayın. Neler olacağı belli olmaz. Belki de bizi tanıyacaklar fakat tanımamazlıktan gelecekler bunu bilemeyiz." Deyip derin bir nefes verdi. Gözlerini birkaç saniye içinde yumdu, ve geri açtı. Çaresiz, yorgun ve ne yapacağını bilemiyor gibiydi.
" önemli bir durum olmadıkça, güçlerinisi kullanmayın. Ancak gerçekten kullanmanız gerekiyorsa, başımız dertteyse kullanmaktan çekinmeyin" dedi Felix. Hiç şaşırmadım.
"Gerektiğinde de şiddet uygulamaktan çekinmeyin. Sizin üzerinizde bir baskı kuruyorlarsa, karşılığını vermekte size düşüyor" tabi ki, bunu söyleyende Arthurdu.
Yine başladık. Biz ölmeyelim diyoruz ama canım abim şiddet uygulayın diyor. Çok güzel bir ekip olduğumuzu daha önce söylemiş miydim?
Sıra bana geldiğinde, gözlerimi kapattım. Ben öyle duygularımı direkt yansıtabilen biri değildim. Yani, hüznümi de, sevincimi de paylaşabilen bir kadın değilim.
Derin bir nefes aldım, gözlerimi bana dikkatle bakan kardeşlerime çevirdim." Annemler için ölmeyin yeter" dedim duygusuz bir sesle. Anlamasınlar, üzüldüğünü anlamasınlar çünkü onlarda üzülürler. Dayanamazlar benim üzüntüme.
"Bu kadar mı? Söyleyeceklerim bu kadar mı?"
"Evet."
Son kez gözgöze geldik, ne diyeceğimizi, ne tepki vereceğimizi bilemiyorduk.
Kelvin, Felix ve Arthur bana sırayla sarıldı. Onların göğsündeken gözlerim doldu, bir damla yaş süzüldü fakat Gizledim. Her şeye rağmen, onlardan ağladığımı Gizledim.
Kokularını uzun uzun soluyarak beynime kazıdım...
Onları çok seviyorum! Bırakmak çok acı veriyor. Canım yanıyor, gözlerim doluyor, ama onlara gösteremedim çünkü bilsinler istemedim.
Ayrıldık, biz, kardeşler, tamamen ayrıldık.
Süpürgeyi yok ettik tabii ki. Kimse görmemeliydi. Bilmemeleri gerekiyordu zira, Kimliğimiz ortaya çıkar, bu görev başlamadan son bulurdu.
Bu görevicağını gönülden istiyor muyum? Hayır. Kim babasının güvenlik kollarından, annesinin kokusundan ve kardeşlerinin sıcaklığından ayrılıp, yabancı bir yere gitmek ister ki?
Ben ayrıldım. Babamın güvenlik kollarından, annemin kokusundan ve kardeşlerimin sıcaklığından ayrıldım. Boşluğa düştüm adeta. Hiçbir şey hissedemiyor, algılıyamıyordum sanki.
Ortanca abim felix, uzun ısrarlarım sonucu, bana bir at temin etmişti. Bunu nasıl yaptı ile ilgili hiçbir fikrim yoktu fakat bilmekte istemiyordum. Önemli olan şu an benimle beraber olan güzel attı.
Bindim, kardeşlerimi arkamda bırakarak, atıma binip, uzaklaştım buralardan.
Kalbim derin bir sessizliğe mahkum olmuştu sanki. Ailem dışında kimse hızlandıramamıştı kalbimi. Kimsede hızlandıramayacaktı.
-
Görkemli, oldukça görkemli, bir sarayın önünde duruyordum. Şaşkındım, çok fazla. Bu kadar büyük muydu yani?
Şimdi, muhafızlardan geçip, saraya girmeliydim. Daha sonra kral ve kraliçe ile bir görüşme yaparak, burada kalmaya onları ikna etmeliydim.
Kendim için bir kimlik belirlemiştim. Ben artık bir gezgindim. Evet, bir gezdim. Durmadan krallıkları gezen, keşif yapan bir gezgindim.
Kendim için havalı bir kimlik belirlemeliydim sonuçta. Gidipte hizmetçi olamazdım. Şanıma yakışmazdı.
Aslında benden düşük rütbeli olan insanları küçümsemezdim. Fakat, hayat beni bunlarada zorluyordu. Yapacak bir şey yoktu.
Gözlerim görkemli sarayı baştan aşağı süzerken, gülümsedim. Güzel bir yerdi. Özellikle benim elementime sahipse, çok güzeldi. Ateş, ateş benim her şeyimdi. O olmasaydı, ne yapardım bilemiyorum.
At ile beraber muhafızların koruduğu büyük kapıya yaklaştım. Muhafızları ince ince tararken, uzun boylu, siyah saçlı yeşil gözlü bir muhafız da gözlerim duraksadı. İşte, burada olduğum sürece benimle ilgilenecek olan muhafız o olacaktı.
Muhafıza doğru ilerleyip, karşısında durdum. Beni sorgulayıcı bakışlarının esiri ederken Boğazımı hafifçe temizledim.
" merhaba, ben Lina. Bir gezginin ve sizin krallığınızda konaklamak isterim." Kaşları, havaya kalktı. Düşünüyor gibi eli çenesine gitti ve başını Onaylar şekilde salladı.
Kabul etti sanırım. Başını salladı çünkü.
"Kralımıza sormam gerek. Biraz bekleyebilir misiniz? Size hemen geri dönüş yapacağım." Kibar olması beni mutlu etmişti. Sonuçta daha çok vaktimiz olacaktı ve iyi anlaşmalıydık, öyle değil mi?
Evet dercesine onayladım. Kenara çekilip, kraldan gelen cevabı beklemeye başladım.
Muhafız yanındaki birkaç muhafaza bir şeyler söyledi, sıraya girdi ve çıkması o kadarda uzun sürmedi. Yaklaşık 10 dakika gibi bir süre sonra içerden çıkıp bana doğru gelmeye başladı.
"Kralımız sizinle görüşmeyi kabul etti. Buyrun, girebilirsiniz." Görkemli Saray'ın görkemli kapısını işaret etmesiyle atımdan indim. Dizginleri ona uzatarak, "güvenli bir yere bağlar mısın? Beni başka bir muhafız götürebilir"
Dizginleri aldı, kapıda duran herhangi bir muhafıza beni işaret etti." Onu kraliyet odamıza götürün" dedikten sonra arkasını döndü, ağır adımlarla uzaklaştı.
Arkasından bir bakış atarak önüme döndüm. Sarayın kapısına yönelen muhafızı görünce peşine takıldım.
Saraya girdik, avluyu gördüm. Ç, oldukça büyüktü. Beni cezbeden avlu, bir harikaydı.
Anlaşılan burada da vakit geçirebileceğim bir alan bulmuştum. Bu iyi bir şeydi.
Saraya tamamen giriş yaptığımızda, etrafın kırmızıyla dekore edildiğini gördüm. Ateş, kırmızı.
Etrafta daha yeni elementlerine sahip olan ateş çocuklar ise, gülümsememi sağladı.
Merdivenleri aştık, kraliyet odasına vardık. Muhafız kraliyet odasını koruyan muhafızları yaklaştı, bir şeyler fısıldadı ve bana döndü.
"Buradan sonrasına siz kendiniz devam edeceksiniz. Bizim kraliyet odasına girmemiz yasak." ne saçma! Bizim krallığımızda böyle bir yasak yoktur.
Onaylayıp, arkamda bıraktım ve odaya doğru yürüdüm. Kapı benim için açıldı, ilk adımımı attım ve gözlerim büyük odada sadece biri de takılı kaldı...

SAKLI TAÇ (düzenleniyor)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin