26 - come one, come all

2.6K 453 201
                                        

Bunu beklemediğini biliyordum. Aslında, bana kalırsa onu öpmemi bile beklemiyordu. Tahminimce arkama bakmadan ayaklarımı popoma vura vura kaçacağımı düşünmüş bile olabilirdi, ki yüzündeki ifadeye bakılırsa oldukça haklıydım.

Dudaklarımızı ayıralı saniyeler olmuştu, elleri havada öylece asılı kalmış, ne tepki vereceğini düşünür gibi bir hali vardı. Dudakları aralıktı, nefesini neresinden alacağını kestiremez gibi bir burnundan bir ağzından alıyordu, kaşları çatık, göğsü hızla inip kalkıyor, utanmasa kalbinin ritmini bana steteskop olmadan dinletmeye çalışıyor diyebilirdim, ama hayır. Kendisini gizleyemezdi artık, bunu o da biliyordu.

Benimkisi küçük bir tahmindi, ve şu an verdiği tepki tahminimin doğru olduğunu gösteriyordu. Healer, Jungkook'tu. Onunla buluşmamı söylerken fazlasıyla rahattı, günlük hayatta buluştuğumuz zaman benimle ilgili "o" haline anlatmadığım bilgilerin farkındaydı, buna göre davranıyor, beni kırmamak için üstün çaba gösteriyor, pot kırmamak adına diken üstünde duruyor gibiydi.

"Ben, zeki biri değilim." diyebildim o an. Cümleye bir yerden başlamam gerekiyordu, bu yüzden ortasından girmiştim konuya. "Bundan beş dakika öncesine kadar sadece tahmindi, tepkinle doğrulamış oldun, Healer." Gözlerini yumdu bunun olmasını istemiyormuşcasına.

"Seni öptüm, geriye kalan adımlar umrumda değil artık. Seni de, sana yardım eden arkadaşlarımı da istemiyorum, benim için uğraşmış olsanız bile. Kendine iyi bak, Jungkook."

O günün sabahı, bütün adımları yazdığım bir kağıdı sokuşturmuştum arka cebime. Belki lazım olur, kullanırım amacıyla, ve şimdi tam zamanıydı. Kağıdı çıkarttım, Jungkook'un avcuna bıraktım, son kez baktım ona. Tepkisizdi, ne yapacağını bilemez gibiydi o an. Ben arkamı döndüm, ilerlemeye başladım evime gitmek için. Telefonunu çıkarttı, birine aceleyle telefon etti sanki, adımlarımı yavaşlatmak istedim ama, konuşmalarından aradığı kişinin benimle ilgili şeyleri danıştığı bir psikolog olduğunu anlayınca güldüm, hızlandım.

Kandırılmış olmamda sorun yoktu. İyileşmem için   uğraşmıştı, Jimin ve Yoongi de, hatta Hoseok bile, saçlarımı boyarken, benim çocukça mızmızlanmalarıma katlanmıştı, hepsi benim içindi. Annem öldüğünden beri istemediğim her şeyi yapmışlardı.

İyi olduğumun hissetmeye ihtiyacım yoktu. Tek istediğim, eskisiymiş gibi yaşamak, annemin gittiğini kabullenmek, ve insanların bana acımadan bakmasını sağlamaktı. Umutlanmıştım, bir anlığına dahi olsun, Jungkook'un bana acımadığını, bana eskiymişim gibi bakabileceğini düşünmüş, kendi umutlarımı bir bir yok etmiştim. Benim hatamdı hepsi. Jimin, bana "Sıfırdan başlamak ister misin?" diye sorduğunda, Daegu'ya dönüp adımı bile değiştirmem gerekirdi. Benimle ilgili sevmediğim her şeyi, aptal siyah saçlarımı, benlerle dolu suratımı, orantısız vücudumu, iğrenç yanaklarımı bile, en baştan yaratmam, sıfırlamam gerekirdi. Bu yüzden suçlu bendim.

Kendimi kaybetmeden, annemin 'güzel oğlum' diyerek sevdiği yüzümü değiştirmeden devam edebileceğime inandım. Belki de bu yüzden saçlarımı sarı yaptığımda o kadar gerilmedim. Ben değildim çünkü o, bana benzemiyordu, yani bendim ama on dakika önceki halim değil gibiydi, çözümleyemiyordum doğrusu, beynim, kalbim, düşüncelerim öylesine birbirine girmişti ki, evimin önüne yürüyerek geldiğimi bile fark etmemiştim.

Plana sadık kal.

Onayladım kendimi. Tam olarak bunu yapacaktım, Jungkook'la yeniden, Healer'la ilk defa tanışmadan önceki planıma güvenip, kucaklayacaktım onu. Başka çarem yoktu, içinde bulunduğum bataklıktan çıkmak için yukarıdan gelen her eli sımsıkı sarmam gerekiyordu.
Usul usul çıktım merdivenleri, kimsenin sormadığı soruları cevapladım kendimce. Odama gittim, kameramı aldım, yapmak istediğimi ilk defa, yapmak için.

so far awayHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin