10 - cinnamon cookies

3.3K 563 188
                                    

Sadeliğin beden bulmuş hali, yani ben, sadece iki haftadır konuştuğum bir insanın söylediği her şeye yeminliymişim gibi üstümü giyinmiş, dün gece ağladığım için kıpkırmızı olmuş gözlerimi bol kapatıcıyla gizlemiş, onun mesajını almamla evden koşar adım çıkmıştım.

Neden bu denli uğraşıyordu hiçbir fikrim yoktu, zira ben de kendi davranışlarımı anlamlandıramıyordum. Hayatımın bittiğini düşündüğüm gecenin ardından nasıl süslenip bir bardak kahve içmek adına hazırlanabilirdim ki? Ağladığımı anlamasınlar diye bir ton makyaj yapıp, artık sarı olan tutamlarım kabarmasın diye neden uğraşıyordum?

Bu sorunun tek bir cevabı vardı aslında.
Ben de ne istediğimi pek bilmiyordum.

Ölsem bundan şikayet etmezdim, ama ölmek için bir adım atmazdım da. Yaşamaktan sıkılıp, insanlar beni çökmüş görmesin diye özenli giyinmezdim. Bir geleceğimin olmadığına inanıp, ertesi günkü matematik sınavı için sabahlamazdım.

Bende bir şeyler eksikti. Ya yeteri kadar düşünmüyor, ya da fazla düşünüyordum. Ortam yoktu, hiçbir zaman olmamıştı da. Ama bir yandan, bana zorluk çıkartmayan tek huyum da buydu. Duygularımı yaşayacaksam uçta yaşıyor, yaşamayacaksam da tozlanmaya mahkum ediyordum içimde.

Sarı saçlarım ve rüzgar birbiriyle atışırken, buluşacağımız yere yaklaşmak için attığım her adım kulaklarımda yankılanıyordu sanki. Hiç görmediğim bir insandı o, neden dediklerini harfi harfine uyguladığımı bilmediğim, bana iyi geceler yazması için bekleme sebebimi anlamadığım insandı. Adını bile bilmiyordum, neyi sevip sevmediğini, hayvanlarla arasının nasıl olduğunu, benimle aynı tarz müzikleri dinleyip dinlemediğini...

Bir yandan merak ediyordum. Bugün karşıma çıkma ihtimaline karşı tetikte olsam dahi, bunu yapmayacağının farkındaydım. Yapmayacağını açıkça belli etmişti, son saniye beni heyecandan öldürmek istemiyorsa da yapmazdı.

Son adımı attım merdivene. Kafenin kapısını tatlı bir zil eşliğinde açarken, bir yandan da burnuma çarpan güzel kahve kokusuyla minik bir tebessüm oluştu yüzümde. Bir bardak latte alabilir miyim? Yanına da minik tarçınlı kurabiyelerinizden istiyorum, teşekkür ederim.

"Tamam, bir şey yok. Bir bardak latte alabilir miyim, yanına da minik tarçınlı kurabiyelerden istiyorum, teşekkür ederim diyeceğim. O kadar."
Ben öyle kendi kendime konuşurken, arkamdaki adamın boğaz temizlemesiyle kahverengi kabanımın yakasını tutuverdim. Ani seslenmelerde, biri bana dokunduğunda gerilmeden edemiyordum. "Sipariş vermeye çekiniyor musunuz?"

Gelen soruyla arkamı döndüm hemen. Sipariş vermeye çekindiğimi nasıl anladığının farkındaydım, ama bunu ona söylememe gerek de yoktu bana kalırsa. "Hayır çekinmiyorum, karar veremedim. Siz ne alacağınızı biliyorsanız önüme geçin lütfen." diyip tripli bir edayla iki adım sağa kayıp çevirdim başımı.

Anonim neden bana dönmemişti? Burada olup olmadığını bile bilmiyordum, bana haber vermeden bir başıma buraya getirmişti beni. Şimdi gitsem, sıradaki adam değişik şeyler düşünecekti hakkımda, üstelik yaşadığım semtte artık beni tanımayan yoktu, bu yüzden illa dedikodu dönerdi. Ne yapacağımı bilemez vaziyetteyken, gördüğüm şeyle donakaldım.

Adamın yüzündeki ifadesizlik, sevimli bir gülümsemeye dönüştü önce. Başını yatırdı sağa doğru, yaklaştı bana. "Taehyung? Sen misin?"

Kaşlarımı kaldırdım usulca. Şapşallığımla o an adımı falan mı söyledim diye düşünürken, acaba çığlık atıp kaçsam mı düşüncelerimi gerçekleştiremeden adamın cümlesine devam etmesi benim vereceğim rezil tepkiyi engellemişti. "Jungkook ben, anaokulundan. Hatırladın mı? Oyun arkadaşımdın."

so far awayHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin