Beni affet, dedim içimden.
Affet beni. İnsan kendini kurtaramayınca kurtaramıyor işte, ne kadar denersen dene, sevilmeye layık olduğunu da, sevebileceğini de düşünmüyor. Lanet gibi bir şey bu, özellikle bana benzeyen insanlar için ölümcül.
Aslında hissettiğim kötü şeyleri aşabilmek için yardımcı olabileceğini düşündüğüm çok şey olsa bile, bir zaman sonra o kadar yoruluyorsun ki kurtulmak yerine hüznünde boğulmak daha çabasız geliyor. Tamam, ben kendimi böyle kabul ettim, lütfen siz de benim için çabalamayın artık diyecek olgunluğa geliyorsun.
Tabii, bu Jungkook için geçerli olmuyor genelde.
Elinde bir çanta dolusu sprey boya ile karşımda dikilip bir yandan saçma sapan şeyler anlatıyordu bana. Dinlemek istemediğimi bile bile, hastaneden buraya gelene kadar öylesine konuşmuştu ki, bir zaman sonra dayanamayıp çığlık atmıştım. "Yeter!" Cümlesini yarıda kesip şaşkınlık dolu bir ifadeyle bana baktı. "Sus ya! Sus! Konuşmadan duramıyor musun?"
Hiç alınıp gücenmişe benzemiyordu, hatta verdiğim tepki nedensizce onu güldürmüştü. "Sustum, tamam. Sana sadece yeni öğrendiğim yazılımdan bahsediyordum, hoşuna gitmiyor muydu böyle şeyler?"
"Artık gitmiyor. Halsizim, ona rağmen yürüme teklifini kabul ettim. Bilmiyor muyum daha çok vakit geçirelim diye beni bu halde yürüttüğünü? Çocuk mu sandın sen beni?"
Gülmeye devam etti, elime çantayı tutuşturdu. "Ne çizeceğiz?" Omuz silktim, bilmiyorum der gibi. Kaşları çatıldı bu sefer. "Sana bir şey seç demiştim,"
"Ben de sözünü dinlemedim işte."
"Taehyung, çocuk gibisin."
"Özür dilerim, bulduğum her fırsatta ortaya çıkan çocuk yanımı bastıramıyorum işte. Ne yaparsın? Böyle kabul et beni."
Jungkook, düşündü birkaç saniye. Dediği her şeye dikkat ediyordu ama aynı zamanda o kadar çok konuşuyordu ki gerçek anlamda kafam şişmişti. "Ne çizeceğimizi seçmediysen ben seçeceğim." Olur der gibi mırıldandım. "Referansımız yok, bu yüzden sana anlatacağım, sen de benimle beraber ilerleyeceksin. Anlaştık mı? Son görev, Kim Taehyung. Sonra serbestsin."
Elimdeki çantayı aldı tekrardan. İçini açtı, uzunca bir kurcalamanın ardından mor olduğunu düşündüğüm boyayı alıp tutuşturdu elime. "Bir krallık çizeceğiz. Mor ve mavi tonlarında olsun, bu yüzden senden kocaman bir şato yapmanı istiyorum. Sol köşe güzel gibi,"
"Ben mi yapacağım? Yağlı boyada iyi olabilirim ama sprey boyayla bunu yapabilir miyim bilmiyorum Jungkook," Gülümsedi, ayağa kalkıp omuzlarımdan tuttu, ittirdi beni. "Lütfen dediklerimi yapar mısın? Hızlı yaparsan hızlı gidersin, unutma."
Oflayarak elimdeki mor boyayla ilk taslağı attım. Aslında, şu an buradan kaçmam imkansızdı. Yavaş koştuğum için Jungkook beni saniyesinde yakalardı ve eminim ki elimi kolumu tuta tuta o resmi bana yaptırırdı, bu yüzden, aslında onun dediğine gelip yaptığım şeyden keyif almaya karar verdim.
Kocaman bir kule yaptım önce, sonrasında şatonun kendisini, en son da çatısını yaptım. Fena gözükmüyordu, ama başımı çevirip Jungkook'un yaptığına baktığım an gözlerim kocaman oldu.
Boylu boyunca uzanan bir deniz yapmıştı, benim şatomun arkasından gelecek gibi bir çizgi uzatmış, resmen, masmavi, tıpkı kendi gözleri gibi parlayan derin bir su çizmişti. Ve bunu sadece yarım saatte yapmıştı."Sen... Nasıl?" Ağzım açık şekilde yaptığı şahesere bakarken, bir yandan da tuttuğum sprey boyanın kapağını kapatıp yere koydum. "Resimde yetenekli olan tek sen değilsin," diyerek baktı bana, ve gülümsedi.
Gülüşü fazlasıyla güzeldi. Çizdiği resimden mi, yoksa ondan mı etkilendim bilmiyordum ama o an ona öyle sarılmak istemiştim ki, dayanamadım, bir adım atıp açtım kollarımı. Sımsıkı sarıldım, bütün egomu, gururumu kırdım, belki de kendi kendime dağları aştım, ve düşman olduğunu düşündüğüm sulara attım kendimi.
Ama o benim gibi tereddüt etmedi. Düşman suları, öylesine sıcaktı ki üşenmedim. Hatta içim sıcacık oldu, beni sardı güzelce, başını boynuma gömdü, ve fısıldadı. "Gitme, Taehyung. Her şeyi düzeltmeme izin ver. Lütfen, gitme." Sıcak nefesi boynumdan içeri sızdı ve bedenimi titretti birkaç saniyeliğine.
Ne diyeceğimi bilmiyordum, aslında söylediklerinde haklıydı. Ona şans verebilirdim, çünkü son zamanlarda ne kadar inkar etsem de bana iyi gelen tek ses onunkiydi. Odama girmesine izin vermediğimde bile pes etmemiş, kapımın dibine çöküp bana saatlerce şarkı söylemişti. Onun sesiyle çok kolay uyuyakaldığımı biliyordu. Eskiden de böyleydik biz.
Anaokulunda uyumamız için bir saat verirlerdi bize. Ama ben yanımda Jungkook var diye heyecanlanıp uyuyamazdım hiç, herkes bir sağa bir sola dönerek dinlenirken, ben gözlerimi tavana dikip sınıfın ortasında öylece uzanırdım. Jungkook bunu keşfetti, yanıma yatmak için öğretmenimizden izin aldı, ve meleksi sesiyle, asla pes etmeden, okulun sonuna kadar günlerce, haftalarca, hatta aylarca şarkı söyledi bana.
Yeni yeni şeyler öğrenirdi, bazen duygusal ninniler, bazen de çılgın dansları olan K-Pop şarkıları söyleyerek beni gülümsemeler içinde dinlendirirdi. Sahi, ben ne yapmıştım ona?
Yıllar sonra, tekrar buldu beni. Geldi bana, ben onu bilmesem de, bir şekilde hayat çizgilerimiz kesişti, hatta bizzat kendisi hayat çizgimi alıp bağladı kendisininkine. Bense reddettim onu. Çık hayatımdan dedim, yapamadığımda da kendi hayatımı katlettim.
Haksızlıktı, hem ona, hem bana. Suç ortağı olduğumuz günlere haksızlıktı, iyileşeceğimi düşünüp umutla uyuduğum gecelere, Jungkook'un, daha doğrusu Healer olarak bildiğim kişinin emeklerine, haksızlıktı.
"Son beş görev." diyebildim sadece. Elimden bu kadarı gelirdi çünkü. "Beş görevi yaptır bana, sonra da gidip gitmeyeceğime karar veririm,"
Boynumdaki nefesi kesildi. Kafasını kaldırıp bana baktı anında, gözleri dolmuştu. "Suç ortağım olmayı kabul ediyor musun? Son beş kez."Başımı salladım dudaklarımı yalayıp, gülümsememek için zor tutmuştum kendimi. "Son beş kez. Ve, doktorumu ikna et lütfen, hastanede durmak istemiyorum. Bugün de teklifini bu yüzden kabul ettim, kaçmak istedim sadece."
"Seninle kalacağım. Şartım bu. Yoksa çıkamazsın hastaneden," diyip geri çekildi, elleri hâlâ kollarımdaydı, bırakmak istemezmiş gibi. "Kabul." dedim.
Benimle kalmasına karşı değildim, benden hoşlandığını da biliyordum, ama ona hayır demek içimden gelmemişti. Hastaneden kaçmak uğruna kabul edebilirdim, ayrıca onunla vakit geçirmek istemiştim, belki son zamanlarımız olabilirdi.
"Yarın sabah beni alacaksın ama, ikna edemezsen, plan iptal. " O ikna edici bir insansa, ben de inatçıydım, dediğim olmazsa dediğini yapmazdım. Bunca zamandır bunu anlamış olması gerekiyordu.
"Taehyung," Gülümsüyordu yine. Ne kadar çok gülümsüyorsun sen, diye geçirdim içimden. Benimleyken bu kadar mutlu muydu? Benimle mutlu olabilen bir insan var mıydı ki?
"Bana bir adım attın, şimdi sana on adım geleceğim. Bana bir kere sarıldın, ihtiyacın olduğunda kollarım etrafında olacak. Bana bir şans verdin, bütün şanslarımı senin için kullanacağım. Bunu biliyorsun, değil mi?"
Bu belki bir aşk itirafı değildi, farkındaydım. Ama net bir sözleşmeydi. Buradayım, beni ittirsen de gitmiyorum, seninle ağlamaya, seni güldürmeye, senin için çabalamaya hazırım, demenin başka bir yoluydu. Kendimi tutmadım bu sefer. Gülümsemesi bulaşıcıydı, yemin ederim ki, hastalık değildi bu. Şifalı bir büyü gibiydi, ve onun büyüsü, ilk defa sızmıştı içime. Gülümsedim, beraber harcayacağımız şanslarımız için, sarılacağımız her saniye için, onun yanında kalmak uğruna vazgeçtiğim Daegu hayalim için.
MERHABAA
bölüm atamadığım sürede sfa kocaman olmuş ve 60k için hepinize çok çok teşekkür ederim ♡oy ve yorumlarınızı bekliyorum şimdiden
ŞİMDİ OKUDUĞUN
so far away
Fanfictionkim taehyung, intiharın eşiğindeyken jeon jungkook ile tanışır. agust d - so far away