Eğer başıma bunların geleceğini bilsem o sabah evden çıkmazdım.
Hayır, bu bir Wattpad kitabı için uygun bir başlangıç değildi. Farkındayım.
Erica, ortaokuldan beri en yakın arkadaşımdı ve her zaman yanımda olmuştu. Bu yüzden beni aradığında hiç düşünmeden onunla buluşmak için parka gittim. Erica daima enerjik, sevecen ve sıcakkanlı biriydi. Adeta etrafına neşe saçardı, gerçi hâlâ öyle. Benim için hep ilham kaynağıydı. Bazen onun gibi her daim mutlu olabilmenin nasıl bir his olduğunu düşündüğümde belki de mutsuzken bile etrafındakileri destekleyerek bunu gizleyebildiği sonucuna varırdım. Bu yüzden Erica'yı çok seviyordum, onun benim gibi sıradan bir insanda ne bulduğunu anlayamasam da. Ben onun kadar harika değildim, asla olmamıştım.
Parka giderken havanın açıldığını, geçen günkü yağmurdan kalan bulutların da dağıldığını fark edince gülümsedim, gökte parlayan güneşe doğru. O da bana gülümsüyormuş gibi geldi. Ne saçma ama.
Erica'yı her zamanki rengârenk kıyafetleri içinde bir bankta otururken uzaktan gördüğümde o beni çoktan görmüştü. Yanında biri daha vardı, başka bir kız daha. Uzaktan pek göremedim, sanırım tanımıyordum.
"Yemin ederim unuttun sandım." Erica daha ben onun duyma mesafesine geldiğim anda bana seslenmişti. "Seni çağıralı yarım saat oldu! Hâlâ ortalıkta yoksun!"
Gülümsedim, ben ne zamandan beri dakik biriydim ki zaten? Park evime çok yakın olsa da tam vaktinde gelememiştim işte. Erica ben yaklaşana kadar şakalaşmaya devam etti.
Bankın yanına vardığımda Erica'yla geleneksel selamlaşmamızı yaptık, sadece yumruk tokuşturup el sıkışmaktan ibaret ama yine de anlamı büyük.
Selamlaşma faslımız bittiğinde bankta Erica'nın yanına oturmuş (beni görünce ayaklanmıştı gerçi) kısa saçlı, sarışın kıza baktım. Bizim yaşıtımız gibiydi ama tanıdık gelmiyordu.
"Ben Larin." diye hemen kendini tanıttı, gülümsüyordu. "Erica'nın komşusuyum."
Erica birkaç ay önce taşınmıştı ve komşularından biraz bahsetmişti, sanırım Larin'i de duymuştum.
"Ben de Soleil."
"Evet," dedi Larin hemen. "Erica senden bahsetmişti."
Ona döndüğümde Erica elini omzuma koydu.
"Çok ünlüsün ya," dedi sırıtarak. "O yüzdendir."
Larin ile beraber parkta gezinmeye başladık.
"Sana bahsettiğim kitabı bitirdim." dedi Erica heyecanlı heyecanlı.
"Hangi kitap?" diye sordum kafamı kaşıyarak. Aslında alay ediyordum çünkü Erica'nın bu sıralar her konuşmamızda söz ettiği tek bir kitap vardı. Vır vır vır ondan bahsediyordu, en sonunda beni de kitabı okumaya ikna etmişti.
"Kod 82: Korkak." Erica her seferinde kitabın adını söylemekten zevk alıyor gibiydi.
"Hatırlıyorum." dedim hızlıca kitap konusunu kapatmak için. Çünkü Erica çıldırarak okuduğu bir kitaptan konuşurken biraz (azıcık) çenesi düşüyordu. Hem kitabı bana okutmak istiyor, hem de her fırsatta kitapla ilgili önemli detaylar veriyordu.
Erica hemen çantasından kalın, mavimsi bir siyahlı kapağa sahip kitabı çıkarıp ona değerli bir madenmiş ya da nadir bir ganimetmiş gibi baktı.
"Bitirdim." dedi tekrar. "Dehşet güzeldi."
"Hiç tahmin etmezdim." dedim. "Beğeneceğini yani, hiç ama hiç belli etmiyordun."
Erica beni duymamış gibi yaptı.
"Sonu o kadar sürpriz oldu ki..."
Kitabı çekip elinden aldım. "Tamam, tek kelime daha etme!"
Larin şaşkın şaşkın bize bakıyordu, sanki her an kavga etmemizi bekliyormuş gibi. İşte bu yüzden olsa gerek biz birden kahkaha atmaya başlayınca yüzündeki şaşkınlık ifadesi daha da güçlendi, sonra o da bize katıldı.
"Siz ne kadar farklısınız." dedi Larin ben ve Erica'ya. "Ancak çok yakın
arkadaşlar böyle kavga etmeden durabilir."
"Her neyse," dedi Erica en sonunda. "Soleil, kitabı oku! Lütfen! O kadar iyiydi ki! Katili asla tahmin edemezsin, yani onca-"
"Anladım Erica." Kitabı hiç incelemeden çantama tıktım. "Eve gider gitmez başlayacağım. Tamam mı? Bana kitap hakkında bir şey anlatma, spoiler almaktan nefret ederim."
"Eh, belki ihtiyacın olur." dedi Erica ellerini beline dayayarak. "Dedim ya, sonra katilin kim olduğunu öğrenince kalakalacaksın."
Başımı salladım, sırf o istedi diye, yani daha çok yalvardı diye okuyacaktım. Katili bulmak çok da umurumda değildi.
"Ben okumayacağım." dedi Larin. "Bana spoiler verebilirsin. Zaten konusunu anlatmıştın."
Erica gözlerinde onu dinleyecek birilerini bulmanın sevincini veren yeni bir pırıltıyla Larin'e döndü.
"Hazır ol." dedi. "En son sana anlattığımdan bu yana neler oldu bilemezsin, herkes öldü."
"Herkes derken?"
"HERKES! Ciddiyim, tam katili bulduğu sırada katil ana karakteri de öldürdü."
"Erica," dedim kulaklarımı tıkamanın bir işe yaramadığını anlayınca. "Bence dondurma yiyelim. Ne dersin?"
Parkın köşesine, ona gösterdiğim tarafa baktı. Dondurma kamyonu ve uzun bir sıra vardı.
"Harika fikir!" dedi Larin dondurma sevdiğini belli ederek.
"Bana da uyar." dedi Erica. "Gerçi çok sıra var."
"Çok iyi işte!" dedim hemen. "Şöyle, ben o sırada beklerken siz benden olabildiğince uzakta oturup istediğiniz kadar konuşabilirsiniz."
"Anlaştık." dedi kitap için heyecanlı olan Larin. "Bekle, fıstıklı varsa..." Elini çantasına atıp dondurmanın parasını bana uzattı, Erica da aynısını yaptı ama ona hangi dondurmadan istediğini sorduğumda omuz silkti.
"Rastgele. Sen ne alırsan."
Ben kamyona doğru yaklaşırken Erica hemen konuşmasına geri döndü, bu da onun başka bir yeteneğiydi. Konuşurken anında kaldığı yerden devam edebiliyordu.
"Cissy vardı ya, o da öldü."
"Oooo!" Larin'in eliyle ağzını kapattığını duydum. "Peki, neydi adı, Mindy?"
"O da öldü."
"Ne? Neden!"
Ben dondurmaları alıp gelene kadar da devam ettiklerine eminim. Ben daha kitabın kapağını bile açmadan Cissy ve Mindy'nin öldüğünü öğrenmiştim, bir de ana karakter tabi. Ne harika. Yine de alışılmışın dışında, ana karakterin kaybettiği bir son bana ilginç gelmişti.
Geri geldiğimde Larin ne duymuşsa artık, dokunsak ağlayacak gibiydi. Erica ise kitabın önemli bir yerinin etkileyiciliğiyle saldırdığı için halinden memnundu. Ona huysuz bir bakış atarak benim yanımda daha fazla konuşmaması için uyardım, sonra da dondurmaları dağıttım.
"Teşekkürler." Larin dondurmayı alırken gözlerindeki yaşları silmek zorunda kaldı.
Acaba Erica ne kadar dokunaklı bir sahneden bahsetmişti ona? Çünkü Larin dışarıdan pek duygusal birine benzemiyordu, yoksa benziyor muydu? Ben ne anlardım ki?
"Lezzetliymiş." dedi hemen dondurmaya saldıran Erica. "Portakal... Sağ ol, Soleil. Bu arada bugün antrenmanın var mı?"
"Olsa sizinle takılmaya gelmezdim." dedim portakallı dondurmamın tadına bakarken. "Ama yarın var, o yüzden sakın 'Soleil, kitabı okudun mu? Neresindesin? Hangi sayfada, hangi cümlede kaldın?' diye sormak için arama beni."
"Tamam ya, niye arayayım?" dedi Erica. "Yani... Arada bir katil tahminini sormak için arayabilirim."
"Antrenman derken?" diye araya girdi Larin. "Spor mu yapıyorsun?"
"Evet, tekvandoya gidiyorum."
Erica kolunu omzuma doladı. "Aslında o profesyonel sayılır. Liseden beri tekvandoda. Çok iyi dövebilir seni, bir kere yeni öğrendiği bir hareketi bende denemişti. İnanmayabilirsin Larin ama bir hafta kafamda bir morlukla gezmiştim ve enayiliğimden pişman olmuştum."
"O kadar da abartma." diye mütevazılık yaptım.
"Çok iyi," dedi Larin sevecenlikle.
"Neyse." diye konuyu dağıttım. "Senin uğraştığın bir spor var mı?"
"Sporla aram yok." diye yanıtladı Larin. "Ben müzikle ilgileniyorum. Uzun zamandır keman dersi alıyordum."
"Vay!" Kemana bayılırdım. "Cidden mi? Çaldığını görmek isterdim."
"Ah, hayır." Larin bir süre sadece dondurmasıyla ilgilendi. Sonra, "O kadar da iyi değilim." dediğini duydum.
Dondurma yiyerek sohbet ettikten sonra aslında buluşmamızın bu kadar olduğunu anladık çünkü aniden Erica'nın telefonu deli gibi çalmaya başlamıştı. Annesi arıyordu.
"Efendim?" Erica bir süre annesini dinledi, biz de Larin'le sessizce bekledik. "Şimdi olmak zorunda mı?"
Erica yüzünde büyük bir bezginlik ifadesiyle bize döndüğünde bizim yüzümüz de otomatik olarak asıldı.
"Annem beni istedi." dedi telefonu cebine atarak. "Çok acilmiş. Kusura bakmayın."
"Bir şey olmaz." dedim hemen. "Zaten epey takıldık."
"Aynen." diye bana katıldı Larin. "Başka zaman tekrar görüşürüz."
"Bir dahakine ikinizi alıp akşam yemeği ısmarlayacağım. Söz."
"Gerek yoktu." dedim. "Ama hayır demeyeceğim."
Erica yüzüne kocaman
gülümsemelerinden birini yerleştirdi.
"Tamam. Görüşürüz. Kitabı da oku!"
"Ay! Kaç kere diyeceksin?"
O yakın oturdukları için Larin'le beraber parktan çıkarken ben de tersi yönde eve doğru uzaklaştım. Kitabın ağırlığını çantamda hissedebiliyordum, çok kalın olmalıydı.
Eve vardığımda direkt odama gitmek ve yatağıma kapaklanmak istiyordum ama annem daha girişten geçemeden bana seslenince tüm planlarım bozuldu.
"Yemek yiyecek misin, Soleil? Yeni yaptım, tam vaktinde yetiştin."
Çıkmadan yemek yediğimi biliyordu zaten ama onu ikna etmenin bir yolu da yoktu. Mecburen mutfağa gidip oturdum.
"Düşündüğümden erken geldin." Annem önüme bir tabak çorba koydu. "Arkadaşınla hasret giderirsin demiştim."
"Onunla en son görüştüğümüzden bu yana bir hafta bile olmadı ki." dedim çorbadan bir kaşık alarak.
"Neyse, çabuk oldu yine de."
"Annesinin Erica'ya ihtiyacı oldu." diye açıkladım kısaca. "Ben de geri geldim."
"Bugün başka bir yere gidecek misin?" diye sordu annem karşımdaki sandalyeye oturarak. "Antrenmanın falan yok mu?"
"Bugünkü iptal edildi." Çorba içmek için duraladım, biraz da annemle sıkıcı bir sohbetten kaçınmak için duraladım. "Yarın gideceğim, sabah erkenden."
"Bu işte çok iyisin." Annem bana gülümsedi ama benim ona gülümseyesim gelmedi. "Harikasın."
"O kadar da değil." Bu belki de hayatım boyunca anneme söylediğim en dürüst şeydi.
Annem ben başka bir şey demeye ikna olmayınca kalktı. Her konuşmamız böyle biterdi zaten, aniden.
Ben çorbayı nihayet bitirebildiğimde annem kâseyi benden aldı. Tam odama gidecekken birdenbire arkamda bir şangırtı duydum. Arkama döndüm, annem tabağı düşürüp kırmıştı.
"Hay aksi!" Eğilip porselen kırıklarını toplamaya çalıştı ama bu gidişle elini kesecekti. Kesti de, biraz sonra acıyla ayağa kalkıp parmağına peçete tuttuğunu gördüm. Ona yardım etmek için hiçbir şey yapmayıp yoluma devam ettim, tabağı kendi kırmıştı sonuçta. Temizlemesi o kadar da zor değildi.
Sonunda odama ulaştığımda yatağıma uzandım. Çantamı çıkarıp kenara koyduktan sonra biraz yatmayı planlamıştım ama sonra vazgeçip duşa girdim. Zaten gün boyunca hiçbir şey yapmayacaktım, duşta zaman öldürebilirdim.
Hatta biraz fazla zaman öldürmüş olacaktım ki ben çıktığımda annem evde değildi. Evde gezindim.
"Anne!"
Mutfağa baktım, sonra salona. Yoktu.
Annem çalışmıyordu, bütün geçimimizi sabah 7'den akşam 9'a kadar hastanede çalışan babam sağlıyordu. Bu yüzden annemin evde olmasına alışıktım, öyle durduk yere dışarı çıkmazdı.
Odama döndüğümde yatağın kenarına astığım çantama yapıştırılmış bir not kağıdı buldum. Annem yazmıştı. Ben duştayken bırakmış olmalıydı. Notunda bir arkadaşına gittiğini ve akşama doğru döneceğini yazmıştı. Tabi acıkırsam dolaptaki çorbayı ısıtmamı da istemişti, yemek yiyeli o kadar zaman geçmediğinin farkında mıydı acaba? Çok umursamadım, kağıdı alıp çöpe attım.
Bu sırada aklıma Erica'nın kitabı geldi. Kod 82: Korkak. Bu ismin ne anlamı vardı ki? Hazır aklıma gelmişken kitabı okumaya başlasam iyi olacağına karar verdim çünkü okumayı ertelesem muhtemelen Erica beni öldürürdü.
Kitabı alıp yatağıma geçtim. Kapağında lacivert gökyüzünde çakan onlarca şimşek ve yere düşen yıldırımlar resmedilmişti. Hiç bulut yoktu, karanlıktı. Yeterince incelediğimde kendimi o gökyüzünün altında, yalnız başıma dururken hissedebiliyordum. Korkunçtu. Sanki her an bir yerlerden bir kurt sesi gelecekmiş ya da başka bir şey çıkıp bana saldıracakmış gibiydi. Titrediğimi hissedip gözlerimi kapaktan ayırdım. Tamam, sanırım yazarın bu kapak resmiyle içimizde uyandırmak istediği etki buydu: korku. Yoksa neden kitabın isminde "korkak" sözcüğü olduğunu anlayamıyordum. Bu güzel bir açıklamaydı. Etki de iyiydi, sanırım kitap Erica'nın dediği kadar vardı.
İlk sayfayı çevirip okumaya başaldım. İlk bölümde ana karakter Sinna Coast, bir üniversite öğrencisi olarak sabah okula gidiyordu. Erica'nın daha sonra öldüğünden bahsettiği Cissy ve onun ev arkadaşı Jade de Sinna'nın dairesinin karşısında oturuyordu. Güzel, ama sıkıcıydı. Ne zaman bir cinayet işlenecekti? Okumaya devam ettim. Okul günü Sinna'nın diğer karakterleri tanıtmasıyla geçti. Neyse ki eve geldiğinde haberlerde o gün birinin öldürüldüğü vardı. Sonunda, ilk cinayet işlenmişti. Tabi Sinna bunun seri cinayetlerin ilk adımı olduğunu bilmiyordu, hiç gözünde büyütmedi. Sanki okula gittiği yolda adam öldürülmesi normalmiş gibi.
Telefonum çalınca okumayı bıraktım. Arayan Erica'ydı.
"Başladın mı?"
"Bir selam verseydin keşke." dedim kitabın arasına bir ayraç koyarken.
"Boşver!" dedi Erica'nın sabırsız sesi. "Sen okudun mu onu söyle!"
"Evet."
"Vay! Neresindesin? İlk cinayet işlendi mi? Mattheo geldi mi? Mattheo benim favori karakterim!"
"Bence züppenin teki."
Erica aniden sustu. Sanki Mattheo'ya hakaret edemezmişim gibi. O bir kitap karakteriydi, sırf seviyor diye savunmasına gerek yoktu.
"Ama neden?" Erica sesini bilerek ağlamaklı hale getirmişti. "Yani bence o çok havalı!"
"Bence çok şımarık," dedim. "Zengin oğlu olmak şımartmış onu. Sinna neden şak diye vuruldu ki ona? Mattheo ona gıcıklık yapmadı mı?"
"İlk bakışta aşk." diye açıkladı Erica hülyalı hülyalı. "Erkekler öyledir, uğraşıyorsa kesin aşıktır."
"Kesin." dedim, görmediğini bile bile göz devirerek. "Öyle olsa ortaokuldaki Henry sana sırılsıklam-"
"Henry deme bana!" diye sözümü böldü Erica. "Salağın tekiydi o, hem herkesle uğraşıyordu, erkeklerle bile!"
"Hmm..." Önemli bir şey düşünüyormuş gibi yaptım. "Gay olmasın?"
Erica öyle sesli bir kahkaha attı ki kulak zarım delinmesin diye telefonu iki metre uzaklaştırmak zorunda kaldım. Aslında komik değildi ama ben de güldüm.
"Her neyse." dedim. "Okudum biraz işte. Her seferinde beni arayıp darlayacak mısın? Yoksa başka bir şey mi diyecektin?"
"Zevkten aradım." Neredeyse Erica'nın elini salladığını hissedebiliyordum. "Öylesine."
"Tamam." dedim sevecenlikle. "O zaman ben de zevkten kapatıyorum."
Ve Erica'nın veda etmesini beklemeden yüzüne kapattım. Erica bunun için üzülmezdi, dostluğumuzun bir parçası da istediğimiz zaman birbirimizin yüzüne telefonu kapatabilmemizdi.
Kitabı okumaya geri döndüm. Ama sadece birkaç sayfa okuduktan sonra sıkıldım. Yatağımda doğrulup oturdum, kitabı dizlerimin üzerine koydum. Kitabın kapağını tekrar kaldırdım, daha önce açtığımda ilk sayfayı hiç incelememiştim. Kod 82: Korkak yazısının altında yazarın ismi vardı, Kane S. Wollaston. Kapakta küçücük yazıldığı için dikkat etmemiştim.
Ama sonra ilk sayfanın arkasında uzun sayılabilecek başka bir yazı daha fark ettim. İtalik harflerle ve kitabın kalanından farklı bir yazı tipiyle yazılmış bir şiir, bir dörtlük.
Şiirleri severdim. İlginç cinayet romanlarının başına yazılmış şiirleri daha çok severdim. Hoşuma gitti, sesli okudum.
"Karanlık yıldızları yuttu,
Yerini korkuya bıraktı.
Şafak uzaklarda kayboldu,
Ve kayıp ruh uzaklaştı.
İçeri doğru.
Ama gün yine doğacak,
Yıldızlar kaybolduğunda."Bitince anlamsız anlamsız yazıya baktım. Ne kadar tutarsızdı!
Ama daha fazla düşünmeye vaktim olmadı.
Bir gürültüyle kendimi ayakta buldum.
Odam artık eskisi gibi değildi. Duvarlar gözlerimin önünde kararırken zemin dönmeye başlamıştı. Yatağın kenarına tutunup dengemi sağlamaya çaluştım, neler oluyordu böyle? Benim o tarafa bakmamla kapı da yok oldu, pencereler de. Oda sallanırken tavanda çatlaklar oluştu, tavandan üzerime toz dökülüyordu.
Başım dönmeye başlamıştı, gözlerimi kapattım. El yordamıyla ilerlemeye çalıştım. Bu sadece bir halüsinasyon olmalıydı, halbuki kendimi fazla kaptırdığım yoktu.
Odada ilerlemeye çalıştım, kapının kaybolduğu yere doğru ilerledim. Eskiden orada bir kapı vardı ama ona ulaşmaya çalıştığımda parmakların duvara sürtündü. Çıkamıyordum, bu kargaşada kalakalmıştım.
Hayır, bu her neyse birazdan bitmeliydi.
Rüzgâr hissettim, beni duvardan uzaklaşmaya zorladı. Bu şiddetli rüzgar içerideyse pencere kaybolmamış olmalıydı, eğer onun yok olduğunu görürken aslında hayal kurmamışsam bile bir açıklık vardı. Orayı bulmalıydım ama gözlerimi açmaya cesaret edemiyordum. Fakat böyle de ilerleyemiyordum, zemin çok sallanıyordu ve yolumu bulmanın yanında denge sorunum da vardı.
Kafama rüzgarda hareket eden bir şeyin çarptığını hissedince gözlerimi açtım, o şey beni yere düşürdü.
Düştüğüm yerden başımı kaldırınca gözlerime inanamadım, odamda siyah sarmaşıklar vardı. Kıpır kıpırdı hepsi, iğrenç siyah uçlarını rastgele uzatıyor ve uzuyorlardı. Bunlar yeni ortaya çıkmıştı. Uzanırken etraftaki mobilyalara dolanıyordu. Berbattı.
Bana çarpıp beni yere düşüren şeyi görebilmek için kafamı daha fazla kaldırıp yukarı baktım. Kitap, Kod 82: Korkak, tam tepemde uçuyordu. Hayır, havada süzülüyordu, onun dışında hareketsizdi. Ona dehşetle bakarken kitap açıldı, tüm sayfaları hızlı hızlı çevrildi. Çevrilen her sayfa siyaha döndü.
Aynı sırada duvarlarda, sarmaşıkların arasında elektrik mavisi renkte parlak, büyük harflerden oluşan yazılar belirdi. Hepsi de aynı kelimeydi: KORKAK. Etrafımda dönen bu kelimelerin parlaklığı ortamın karanlığına karıştı; gözlerimde, retinamda parlak, kör edici bir iz bıraktı.
KORKAK
KORKAK
KORKAK
KORKAK
Rüzgarın ve sallantının gürültüsüne karşı kulaklarını tıkadım. Bu nasıl bir kâbustu böyle?
Yukarıdaki kitap simsiyah olmuştu, siyahlık kapak resmini bile yutmuştu. Şimdi orada, kocaman bir şekilde tek bir yazı vardı, sürekli gözlerimi kaçırsam da bana gösterilmeye devam edilen kelime: KORKAK.
Kitap bana yaklaştı, gözlerimi ayırmaya çalıştım ama bu yazı her yerdeydi. Zihnime saldırıyordu. Kitap açıldı, büyüdü, büyüdü, odayı doldurdu. Karanlık ve korku beni yutacaktı.
Çığlık attığımda sesim başka birine aitmiş gibi bir yabancılıkla odada yankılandı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kod 82: Korkak
ParanormalSoleil Reagen, arkadaşına güvenip de ondan bir cinayet romanı ödünç aldığında ve severek okumaya başladığında daha sonra bundan çok pişman olacağını bilmiyordu. Daha sonra kendini bir katilin kol gezdiği bu dünyada, ne yapsa zarara gireceğine dair b...