6. bölüm: Kraliçenin yazdığı mektup

46 19 14
                                    

Merhabaaaaaa <3 nasılsınız?
Aslında ben bu bölümü bir kez daha yazdım, sonra içime sinmedi ve silip tekrar yazmaya başladım.
Size hikayeyi, karakterleri en içten ve detaylı bir şekilde yansıtmak istiyorum. Çünkü siz her şeyin en iyisini hak ediyorsunuz!
Burada bir sürü kurguya başladım, yazdım, ancak olmadı. Bir türlü duyguyu size yansıtamayıp, kötü bir performans sergiledim.
Ama bu kurgu benim için en iyi yazdım kurgulardan biri. Kağıt üzerinden devam ettirdiklerim var, bitirdiklerimde var. Ancak bu, hiç bir şeyle eşdeğer değil.
Çok uzatmak istemiyorum, sizi bölümle, karakterlerimizle başbaşa bırakmak istiyorum!

***
Karadelik çekiyordu beni yanına. Tüm gücüyle, var gücüyle çekiyordu hem de.
Sonra bir ses duyuluyordu uzaklardan. Tiz, acı dolu bir ses...
Bakışlarım o yönü buluyordu. Düşünüyordum, kimin sesiydi bu?
Sonra kendi kendime cevap veriyordum. Bendim. Evet, bu sesin sahibi bendim.
Daha sonra belim yay gibi arkaya doğru geriliyordu,? acıyla harmanlanmış bir inilti kopuyordu dudaklarımdan.
Çığlıklar artıyordu, kıyamet kopuyordu sanki.
Acıyordu her zerrem. Kavruluyordu bedenim.
Ancak kurtulamıyordum. Çekiyordu beni karadelik içine, gömülüyordum sessizliğe.
Sonsuza dek, ölene dek hemde...
Karşımda bir adam vardı, uzun boylu, siyah saçlı. Gözleri... Maviydi. Koyu bir mavi.
Anımsatıyordu bana herkesi, aynı zamanda hiç kimseyi.
Öyle bir adamdı ki, sanki tüm dünya ona benziyordu, ama eşi benzeride yoktu.
Bakışlarımı çekmek zorunda kaldım. Buraya neden geldiğimi unutuyordum. Buraya gelmemin asıl sebebi ajanlıktı. Öyle de kalmalıydı.
Kralla gözlerimiz birleşti. İnceliyor gibi baktı bana. Sanki ruhumu görüyor gibi.
Gözlerimi inceledikten sonra bakışları saçlarıma kaydı. İnceledi, inceledi, inceledi...
Sonra, elini kaldırdı. Gel hareketi yaptı.
Anlamasamda yanına doğru ilerledim. Karşısında reverans yaparak dikildim. Bakışları selam verişime, dik duruşuma, ve saygılı bir şekilde ellerimi önümde birleştirişime baktı.
"Dinliyorum evlat" dedi gözlerime bakarken. "Niçin buradasın?"
Derin bir nefes aldım, konuşmak için kendimi zorladım. "Ben... Gezginim efendim. Ülke ülke, krallık krallık geziyor, bilgi ediniyorum." Bakışlarım yalvarıyordu resmen. Anlamasın, burada kalmama izin versin diye.
"Tam da savaşın çıkacağı zaman mı? Bu sence bir tesadüf mü," dedi şüpheci bir şekilde. "İnanıyor musun bu söylediklerine?"
"Evet efendim. Biliyorum, savaşın çıktı bir zamana denk geldi ama, daha savaş ortada yokken ben
Havans
Taydım. Yani, daha savaşın çıkacağını bile bilmiyordum. Bağışlayın, kralım." Dedikten sonra mahcup bakışlarım kralın gözlerini buldu. Ne kadar inandırıcı oldum bilemiyorum ama pek inanmış'a benzemiyordu. Ancak yine de başını sallamakla yetindi.
"Muhafızlar seni odana götürecek. Orada yeni kıyafetler, eşyalar senin için temin edilecek. Anladın mı," deyince onayladım sadece. Bu bile benim için yeterliydi. Bir prenses olabilirdim ama hiç gözüm yükseklerde olmamıştı. Bana verdikleri imkanlarla yetinmiştim şu zamana kadar.
Adın ne," diye sordu bir ses. Bakışlarım kraliçenin yanında duran adama kaydı. O, prens olmalıydı.
"Lina efendim. Adım Lina."
Başını salladı, kraliyet odasının kapısına işaret etti. Hafifçe tekrar selam verip kapıya doğru ilerledim. Arkamdan, "herhangi bir muhafızdan misafir odalarını göstermesini iste" dediğini duydum. Elimi arkaya uzatarak saygılı bir şekilde tamam hareketi yaptıktan sonra odadan çıktım.
Odadan çıktığımda derin bir nefes verdim. Çok gerilmiştim. O kadar çok gerilmiştim ki, oda üzerime üzerime gelmişti. Elimi kalbime bastırdım. "Bu nasıl bir şeydi" diye mırıldandım.
Sarayımızdaki devlet adamlarının karşısında bile bu kadar gerildiğimi hatırlamıyordum.
Muhafızlardan birine baktım, "şey... Bana misafir odalarından birini gösterebilir misiniz?" Dediğimde genç bir muhafız başını salladı. Beni sevmemiş gibi bakıyordu. Sanki, bu krallıkta fazlalıkmışım gibi.
Umrumda mıydı? Kesinlikle hayır.
Muhafızın peşine takıldım. Beni nereye götüreceğini bilmeden takıldım.
Annem kimseye güvenmemem konusunda zorlamıştı. Ne yapacakları belli olmuyor demişti. Haklıydı belki de. Burada kimseye güvenmemem gerekiyordu. Zira güvendiğim dağlara kar yağabilirdi.
Sarayın geniş hollerini, uzun koridorlarını, merdivenleri, avluları aştık. Sonunda misafirhanelerin bulunduğu kata geldik. Burada kalmak beni düşük göstermezdi ama 23 yıldır yaşadım sarayda üst katlarda kalmaya alışmıştım.
Beni küçük bir odanın önüne getirip durdurdu. Gözleri beni baştan aşağı süzdü ve tiksinerek bakışlarını başka yöne çevirdi.
"Neden, neden öyle bakıyorsun?" Diye sorduğumda gözlerim kınar gibiydi. Bana böyle bakmaya hakkı yoktu. Şu an burada düşük konumda olabilirdim ama benimde bir gururum vardı.
"Hiç olmadık zamanda, ve tam savaşın çıkacağı zaman da burada olmanı sorguluyorum." Dediğinde gözlerim öfkeyle kısıldı.
Kaşlarım çatılmış, yüzüm sinirden kasılmıştı.
"Siz, bana siz diyeceksin." Ona doğru bir adım attım tehditvari ses tonun onu korkutmalıydı.
Öyle de oldu. Gözlerini kocaman açarak bir adım benden uzaklaştı. Fakat izin vermedim. O geriledi ben ilerledim.
"Kiminle konuştuğuna dikkat edeceksin. Burada küçümsenecek olan sensin. Beni sorgulama hakkını kimse sana vermiyor, haddini bileceksin" dedikten sonra elimi omzuna koyup acımasınlar umursamadan sıktım.
"Anladın mı, muhafız parçası?"
Kimsenin rütbesiyle, dalga geçmezdim veya onu alaya almazdım. Ancak bu muhafız haddini aşıyordu ve haddini bildirmem gerekliydi. Yoksa kendini yükseklerde görecek, kendi Krallığından olmayan insanları küçümseyecekti. Buna bir son vermeliydi.
Başını salladı, beni onayladı. Daha sonra önümden çekilince misafir odasının kapısını açarak girdim. Güzel bir dizaynı vardı. Gösterişli değildi, ancak sade de değildi. Her şey yerli yerindeydi.
Arkamdan kapı kapanırken odanın ortasına doğru yürüdüm. Ajanlığımın süresince burada kalacaktım ve güzelliği beni mutlu etmişti.
Etrafından cibinlik uzanan çift kişilik yatağa baktım, sonra gardroba, aynalı masaya...
Bir kadının isteyeceği her şeye sahipti bu oda. Renklere, modern eşyalara.
Yatağımın çaprazında bulunan kapıya baktım sonra. Burası banyo olmalıydı. Oraya doğru ilerleyip kapısını araladığımda doğru tahmin ettiğimi gördüm.
Bir anda kapı çaldığında yerimden sıçradım.
Derin bir nefes alarak elimi kalbime bastırdım. O kadar hızlı atıyordu ki, yerinden fırlayacak sandım.
"Gelebilir miyim?" Diyen bir sesle kendime geldim. Korkumu bir kenara atıp cevap vermeliydim. "Evet," dedim, "gelebilirsin."
Kapı açılarak genç bir hizmetkar odama girdiğinde bakışları etrafta gezindi ve beni buldu. Gülümseyip bana doğru yaklaştı ve elindeki birkaç kıyafeti uzattı.
"Şimdilik bunlar size yeterli olacaktır. Eğer başka bir isteğiniz olursa, kapıda duran muhafızlara iletebilirsiniz" dedi ve tebessüm etti. Maya kadar olmasa da tatlı ve şirin bir kadındı. Arkasını dönerek odadan çıkıp gitti.
Benim için temin edilen kıyafetlere baktığımda iki tane balo elbisesi, gecelik, sabahlık, pelerin, ve birkaç özel eşya daha vardı.
Dediği gibi bunlar yeterliydi. Daha fazlasına gerek yoktu. Ancak gündelik elbiseler bırakmamıştı. Bunun için yarın sabah isteğimi sunacaktım. Ama şimdilik huzurlu bir uyku çekmeliydim. Yola çıktığımız üç gün boyunca yorulmuştum. Sıcak bir yatağa, rahat bir yastığa ihtiyacım vardı.
Üzerimi çıkardım, Geceliğimi üzerime geçirdim. Daha sonra yorgun bedenimi yatağa bıraktım. Bedenim huzurlu bir uyku çekerken ruhum kim bilir nerede ve ne zaman da hapis kalacaktı.
Annemden habersiz, babamdan habersiz, kardeşlerimden habersiz uyuya kalacaktım. Gözlerimi yumacak, yarın sabaha açacaktım. Onlar kendi hayatlarını yaşarken ben de burada benim için hazırlanan hayatı yaşayacaktım.
Çok özlemiştim. Kardeşlerimi, anne ve babamı. Çok özlemiştim!
*
Gece Çöker, bazı insanlar uyur. Bazıları ise kaybettikleri canları bekler.
Kraliçenin gözleri çok uzaktaydı. Çocuklarını arıyordu gözleri. Sürekli. Yemek odasında, avluda, odalarında. Her yerde onları arıyordu gözleri.
Nereye gittiklerini bile bilmiyorlardı. Neyle karşılaşacaklarını, nasıl karşılanacaklarını.
En azından kızına güvene almıştı. Onun için bir mektup yazmıştı. Gitmeden önce bir ara vermişti.
"Al"
Demişti,
" yazdıklarım sana güveni getirecek, al"
Demişti. Abileri bir şekilde hayatta kalırdı. Ancak kızı, ondan çok şüpheliydi. O karşısındaki kişiyi incitmemeye çalışırdı. Öyle ince ruhlu bir kızı vardı.
Güzeldi kızı. Sarı uzun saçları vardı. Beline kadar dökülüyordu. Yeşil gözleri, ormanı anımsatıyordu.
Yüz hatları çocuksuydu ancak vücut hatları yüzünün aksine kadınsı ve cüretkardı.
O kraliçenin kızıydı. O, bu dünyada güzelliğiyle nam salmış kraliçenin kızıydı.
O, Freya Cliff'ti.
Yanında bir hareketlenme oldu. Bakışları uzaklardan çekilip yanına, krala kaydı.
Gülümsedi. Belki de onu hayatta tutan tek şey kralın varlığıydı.
"İyi misin," diye sordu kral, çocuklarını oda merak ediyordu fakat eşinin durumu ondan daha vahimdi.
"Üç gün, üç gün oldu." Dedi kendini geriye bırakırken." Onları çok özledim." Deyip yanında oturan kralın omuzuna koydu başını. Onun kokusuyla sakinleşmek istiyordu. Eşinin kokusu, dünyadaki tüm kokulara bedeldi. Çok güzel kokuyordu kocası. Çok güzel!
Kral haylaz bir şekilde kraliçeye baktı. Hala onunla uğraşmayı çok seviyordu. " Bence sen çocukları değil beni çok özledin. Ama şimdi bana yaklaşmak için mazeret uyduruyorsun" dedikten sonra kraliçenin saçlarına bir Öpücük kondurdu.
Kraliçenin eli düşünüyor gibi çenesine gitti. Düşündü, düşündü. Sonra gözleri parladı neşeyle. "Evet" dedi heyecan içinde." şu an düşünüyorum da, ben seni özlemişim."
Kraliçe iyice sokuldu kocasının kokusuna. Kral kraliçenin bu cilveli hareketlerine gülümsemeden edemedi. Hala ilk günkü gibi aşıktı karısına. Ondan başkasını gözü görmüyordu.
" eee..." diye mırıldandı kısık ve istek dolu bir sesle. "Özlemini giderelim O halde."
Kraliçe gülerek başını salladı.
Sonra bir Öpücük kondurdu kocasının omzuna.
Kral ayağa kalkıp elini uzattı eşine. Tutması için.
Kraliçe hiç tereddütsüz tuttu eşinin elini. Seviyordu, çok... Çok seviyordu...
*
"Hadi, kalkmalısınız."
Ailemle olduğum rüyamdan ayrılmak istemiyordum.
" Lina hanım! Kalkmalısınız, lütfen kalkın."
Ofladım, sesin geldiği yöne sırtımı döndüm.
"Kralımız sizi kahvaltıya bekliyor. Lütfen acele edin" dayanamayıp başımı hırsla kaldırdım.
"Bu ne cüret..." sözümü devam ettirecektim ki nerede olduğumu yeni fark ettim. Doğru ya, kendi sarayımda değildim. Yabancı bir sarayda, yabancı bir krallıkdaydım ben.
"Özür... Dilerim..." diye bir şeyler geveledim. "Hemen... Kalkıyorum" dedikten sonra ışık hızıyla yataktan fırladım.
Kıyafetlerimi bıraktım gardroba koştum. Kapaklarını açıp rastgele bir şey aldım.
"Bu nasıl?" Diye sordum hizmetkâra aceleci bir tavırla." sence bunu giymeli miyim?"
Genç kız bu tavrıma gülerek, "rezil olmak istiyorsanız giyebilirsiniz tabii ki" deyince üzerime tuttuğum kıyafete baktım. Üzerime tuttuğum şey bir sabahlıktı.
Yüzüm utanç içinde kızarırken gülümsemeye çalıştım. "Şaka, şaka yaptım!" Diyerek güldüm. "Ne kadar şakacı biriyim görüyor musun? Sabahın köründe bile şaka yapabiliyorum."
Başını salladı, ancak ima dolu gözleri hala üzerimde geziniyordu. Daha fazla kendimi yerin dibine sokmadan dolaba yöneldim. Giyeceğim başka bir şey bakarken sıkıntılı bir nefes verdim.
Bana getirdikleri elbiseler ya çok abartılıydı ya da çok sadeydi. Ne yapacağımı bilmez bir halde hizmet kara baktım. Yalvaran bakışlarım onu ikna etmiş olmalı ki, olduğu yerden sonunda kıpırdadı ve bana doğru gelmeye başladı.
"Nasıl bir şey istiyorsunuz? Eğer buradakilerini beğenmediyseniz sizin için bir koşu alıp getirebilirim." Deyince içten bir şekilde gülümsedim. Bu kızmaya gibiydi. Düşünceli, saygılı biriydi.
"Aslında buradakiler bana yeterdi ancak kahvaltı için  abartılılar, ya da çok sadeler. Bir türlü karar veremedim."
Genç kız dolaba bir göz attıktan sonra dün getirdikleri, uzun bir elbiseyi çıkardı.
Çok dekolteli bir elbise değildi, çok kapalı da değildi, açık yaka bir elbiseydi. Mavi türler belinin her iki yanından aşağı doğru sarkıyordu.
Kahvaltı için ideal bir kıyafetti.
Ben elbiseyi beğenmiş olduğum için üzerime geçirirken genç kız ise makyaj malzemelerini hazırlıyordu.
Sadece yanaklarımı biraz renklendirmek istiyordum. Daha fazlasına gerek yoktu çünkü yüzün her zaman canlılığını koruyordu.
*
Hazırdım. Kahvaltı için hazırdım. Saçlarım salık bırakılmıştı. İstediğim gibi sadece yanaklarım renklendirilmişti.
Giydiğim elbiseme uygun bir ayakkabı bulamadığım için hala adını öğrenemedim genç kız benim için uzun dizlerime kadar gelen bir çizme ayarlamıştı.
Şimdi, kral ve kraliçenin karşısına çıkmaya hazırdım.
***
Ah ölüyorum arkadaşlar gelin kurtarın beniiiiiiiiii!
Gerçekten bu bölümde bittim! Bu bölüm nasıl bir bölüm de ya! Vay be dedirten bir bölümdü bence.
O kadar yazdım ki artık parmaklarım isyan içinde. Bir salın beni diyorlar resmenZZXXZZZCXZ
Umarım sizin de içinize sinen bir bölüm olmuştur.
Daha fazla uzatmadan, size sormak istediğim birkaç soru var.
Sizce kraliçe yazdığı mektupta nelerden bahsetti?
Freya'yı nasıl güvenceye alabildi?
Sizce o mektup sayesinde Freya yeni geldi bu yerde görevi tamamlayabilecek mi?
Sarayına, ailesine ve kardeşlerine kavuşabilecek mi?
Sorularımız bu kadar. Sizleri çok seviyorum, mutlulukla kalmanız dileğiyle✨

SAKLI TAÇ (düzenleniyor)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin