içimdeki korku ve endişeyle okulun koridorlarında yürürken aklımda sadece profesör dzeko'nun bana ne yapabileceği vardı. adımlarımı hızlandırıp odasının önüne geldiğimde elimi kaldırıp kapıya vurmadan bir süre bekledim ve nefeslendim. cesaretimi yarım yamalak toparlayıp yumruğumu kapıya vurdum. ses yoktu. birkaç tıklama daha... yine ses yoktu. vazgeçip kapıyı sertçe açmamla pişman olmam bir oldu. karşımda gördüğüm şey beni dehşete düşürmüştü. profesör dzeko'nun dizlerinin üstünde, kucağında okulun çalışanı olduğunu tahmin ettiğim bir kadın oturuyordu. dudaklarını henüz ben içeri girdiğimde birbirinden ayırmışlardı.
profesör yüzüne sakin bir ifade takınmaya çalışırken gözlerini benden kaçırıp etrafta dolaştırmaya başladı. kadın ise ayağa kalkıp telaşla gömleğinin üst düğmelerini ilikleyip koşarak odadan çıktı. ben ise gördüklerimin şoku ve hayal kırıklığıyla olduğum yerde öylece ağzım aralı kalakalmıştım. profesör boğazını temizleyip gözlerini zar zor benimkilerle buluşturdu.
"keşke gelmeden önce arayıp haber verseydin."
yüzümde alaycı bir tavırla sırıtıp ona acınası bir şekilde baktım. gözlerini kaçırıyordu.
"kusura bakmayın, ben de tahmin etmezdim, en azından karınızı görmeyi beklerdim. gördüğüm kadarıyla sadakat size fazla gelmiş."
karısına üzülüyordum üzülmesine ama şuan olan öfkem ona değil kendime acıdığım içindi. neden bu kadar canım yanıyordu? kalbim sıkışıyor ve gözlerim yanıyor gibi hissediyordum.
derin bir nefes verdi ve eliyle masasının karşısındaki sandalyeyi işaret etti. oturup ben farketmeden hafifçe dolan gözlerimi renkli gözleriyle buluşturdum.
"karımla 1 ay önce boşandık." dedi soğuk bir sesle. gözlerime bakarken de konuşurken de hiçbir duygu belirtisi yoktu. bu adam hep böyleydi. soğuk, mesafeli ve duygusuz.
"yine de bundan kimseye bahsetmemeni istiyorum. benim için zorluk çıkarmazsın diye düşünüyorum."
"anlamıyorum. 1 ay içinde her şeyi unutup yoluna böyle nasıl devam edebilirsin?"
"benimle senli benli konuşamayacağının farkına var dusan tadic. karşında kim var senin? neden seninle bir ilişkideymişim gibi konuşuyorsun?"
haklıydı. öfkem ve üzüntüm o kadar büyüktü ki ağzımdan çıkanı kulağım duymuyordu. başımı eğip özür diledim. yaptığı şey benim için iğrenç ve anlamsızdı ama karışmamam gerekiyordu çünkü aramızda hiçbir bağ yoktu. kendimi toparlayıp dudağımı ıslattım ve tekrar başımı kaldırdım.
"buraya beni çağırma sebebinize gelebilir miyiz artık?"
"seni hep iyi bir öğrencim olarak görüyordum. yaptığın şeyin sebebini merak ediyorum. hiç hoş değildi."
"canım istedi."
"anlamadım?"
"benim cinsel dünyam sizi neden ilgilendiriyor diyorum."
"elbette ilgilendiriyor. benim ismimi sayıklıyordun dusan."
söylediği şey yanaklarımı kızartmıştı. gözlerimi kaçırdım. onun ağzından duymak biraz utanç vericiydi.
"tanık olduğumuz her özel şeye karışacaksak ben de bu özel anınıza iyi şahitlik yapmalıyım, ne dersiniz?"
"beni karıştırma."
"bakın, yaptığım şeyin sizinle alakası yok. sizi düşünmedim, sizden etkilenmedim. sadece o an sizi gördüğüm için ağzımdan öyle kaçtı galiba bilemiyorum. zaten erkeklerden hoşlanmıyorum bile."
kendi kendime yalan söylemeye çalışırken panikten terlemiş ve kıpkırmızı olmuştum. söylediklerimin saçma olduğunun ve zerra inandırıcı olmadığının farkındaydım.
"özür dilerim bay dzeko. böyle bir hatayı tekrarlamayacağım, söz veriyorum."
"peki, çıkabilirsin."
eliyle bana kapıyı gösterdi. yerimden kalkıp arkamı döndüm ve tam kapıdan çıkarken seslendi.
"dusan, bugün gördüklerin aramızda kalacak. eğer ağzını sıkı tutarsan ben de arkadaşlarını uyarıp yaptığını herkesin unutmasını sağlarım."
yüzüne tekrar bakmak istemedim, çok kızgındım. ona dönmeden kafamı olumlu anlamda salladım ve kapıyı kapatıp bahçeye çıktım.
bankta oturan birinin bana el salladığını görüp yaklaşınca bunun bizim sebastian olduğunu anladım ve yanına gidip oturdum.
"iyi misin? depresif amcam gibi duruyorsun."
"senin depresif amcan mı var sebo?"
karşılıklı gülüştük ama yüz halim hemen eskisine döndü.
"kendimi iyi hissetmiyorum. görmemem gereken bir şey gördüm."
"yalan söyleme bana. görmemen gereken değil de görmemek istediğin bir şeyi görmüş gibi üzgünsün, anlarım ben."
ona profesörü çekici bulduğumu, sonra ona yakalandığımı dahası onun da bana yakalandığını anlatamazdım. o en yakınım olsa da bunu kimseyle paylaşmak istemiyordum. oflayıp puflayarak bunları düşünürken beni dürtmeye başladı. kafamı kaldırıp işaret ettiği yere baktığında birinin bize doğru geldiğini gördüm. ryan'dı bu. seb çok fena yanıktı bu çocuğa. o an aptal gibi davranmaya başlayacağını sezmiştim.
"selamlar." dedi seb'e dönüp. sonra şaşkın gözlerini bana çevirdi. beni burda görmeyi beklemiyor gibiydi. ya da istemiyor...
"sana da selam tadic."
gülümseyip başımı eğdim.
"sebastian'a bir şey gösterecektim ama meşgulsünüz galiba. sonra geleyim ben."
ikimiz de anlam veremeyip birbirimize bakarken seb'e göz kırptı ve "görüşürüz fıstık" dedi.
saçlarını karıştırıp uzaklaştıktan sonra seb çocuk gibi olduğu yerde çığlık atmaya ve debelenmeye başladı.
"oğlum sakin olsana."
"BANA GÖZ KIRPTI. SAÇLARIMI OKŞADI. FISTIK DEDİ."
"saçlarını mı okşadı? abartma. okulda adın eşcinsele çıktığı için egosunu tatmin etme amaçlı bilerek flörtöz davranıp seni kendine çekmeye çalışıyor işte kanma şuna."
"adım çıkacaksa bu yunan tanrısıyla çıksın, hiç umrumda değil valla tadic."
seb'in bu hallerine gülerken telefonlarımıza aynı anda gelen mesaj sesiyle irkildik ve elimize aldık. gördüğümüz şey ikimizi de şoke ederken gözlerimizi buluşturduk. bu tüm öğrencilere gönderilen bir toplu mesajdı.
canlı derste yakalandığım anın sesli ekran kaydı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
hear me, tadicdzeko +18
Fanfictionkatıldığı online derste mikrofonunu açık unutan dusan tadic, profesörü edin dzeko tarafından istenilmeyen bir şekilde farkedilir.