i wish that it could be like that

34 6 0
                                    

ne zaman yeterli olacaktı? neden sokağın ortasında bile elini tutmak istiyordu? onu tüm insanlığın içinde öpse ne olacaktı? aslında, en iyi ihtimalle bir kaç alkış; en kötü ihtimalle ise bir kaç el ateş.

"gözlüğün yakışmış."

seonghwa içinde yıllarca kapana kısılmış hisleri bir şekilde bastırabiliyordu, sonuçta, üç yıl boyunca kimseye bir şey hissetmemişti. içindeki tüm duygular topluma karşı olan nefretiydi, biraz da kendisini saklamayan insanlara olan özentisi. fakat üç yılın sonunda çok farklı bir duygu onun tüm vücudunu kontrole almıştı. tüm yanlışları ile kabul ettiği hayatında bir anda kabul edebileceği bir pürüz dahi kalmamıştı.

yemyeşil çayırın uçsuz bucaksız denize olan kıyısında oturmuş güneşin batışını izlediği ve sümbül kokusundan başka bir kokuyu alamadığı o rüyayı çok görmüştü, spesifik olarak 14 gece. her o rüyadan uyandığında bulutlara dokunuyormuş gibi hissi, ayaklarına çarpan dalgaların serinliği onu büyülerdi. hongjoong onun yanağına ilk kez dokunduğunda rüyasının bir anlamı kalmamış oldu.

kendisininkine göre küçük eli nemlendirmiş kremin ballı süt kokusu ona sümbül kokusunu nefret ettirdi. beyaz parmakların okşadığı pembe elmacık kemiği kesinlikle makyaj değildi. hongjoong ona dokunana kadar yoktu.

"utandın mı sen?" ellerinden gelen bal kokusuyla yarışacak bir tatlılıktaydı sesi, ilk kez seonghwa ile bu ses tonunu kullanarak konuşuyordu. "kızardın..." teni kadar beyaz olan dişleri görünüyordu, gözleri az öncesine göre kısılmıştı ama karşısındaki adamı görmek için kapatmamaya çalışıyordu, tepkilerini kaçıramazdı ya.

"aşkın rengi kırmızı, senin bana dokunduğun yerde beliriyor."

hongjoong beklemiyordu ya bu cevabı, ne gülüşünün sabitliğini ne de elinin sabitliğini kontrol edebildi. işaret parmağı seonghwa'nın burnunun üstüne tam oturmuş siyah çerçeveye değince elini geri çekti. bardaş kurduğu bacaklarından sol dizine elini indirdi, elinin karşısındaki genç tarafından durdurulacağını düşünmüştü.

gözünü her kırpışında seonghwa'ya olan bakış açısı değişiyordu. kendisinden çok da hoşlanmayan bir kişiye beslediği umutsuz bir sevgisi vardı, okulun en iğrenç insanıydı, bir insanın sonsuza kadar yanında tutmak isteyeceği biriydi, korkağın tekiydi, anlayışlıydı, hongjoong'la tartışırdı...

çok da severdi hongjoong'u.

her ne kadar kabullendiğini söylemediği şekil kalmasa da bu kişinin biricik yıldızı olması gerçekçi gelmiyordu. yıldızı dinlerdi, anlamaya istekliydi, nazikti, aşıktı ve diğerleri gibi değildi. seonghwa'nın en büyük problemi diğerleri gibi olmasıydı. yani, öyle davranmasıydı. yaşamış olduğu olaylardan bihaber olduğu için yargılamak istemese de onun bu kadar kötü bir insan gibi davranmaya çalışması ve benzemeye çalıştığı insanların da oldukça kötü olduğunun farkında olması hongjoong'a baş ağrısı veriyordu.

"beni buraya çağırma nedenin nedir?" eskisi kadar cesur değildi seonghwa'nın sesi. bakışları, onlar eskiden de cesaretsizdi fakat olmayan cesareti de gitmişti gözlerinin. bir cümleye saatlerce ağlamaya hazır gözler hongjoong'un aklındakileri ağzından çıkarmamasına neden oluyordu. hem yıldızı kırılgan biriydi, seonghwa o ise üzülmemeliydi.

pantolonunun kumaşını parmaklarıyla rahatsız ederken ona bakamıyordu. onun ne kadar zorlandığı belliyken bir şey yokmuş gibi bakamıyordu. karşısındaki kişiyi çok seviyordu. kim olursa olsun, ne yaşanırsa yaşanırsa yaşansın geri dönüt yapabileceğine emindi. öyle de olmalıydı çünkü seonghwa kötü değildi, kötü insanlarla yakındı.

aslında, boşuna gözyaşına değmezdi. her türlü ona verdiği tüm umudu çöp edecek değildi hongjoong. seonghwa'da kalmamış cesareti kendisine bulup kafasını kaldırmak ve bir umut buketi vermek yapması gerekendi. yazdığı o mesajların arkasında duramadan seonghwa gözyaşına değeceğini düşünmüş olmalı ki bir kaç damlayı, boğazından çıkan ve aşkına duyuran bir sesle ikisinin arasına bıraktı. bir dakikanın bir saat gibi geldiği anlar, seonghwa'nın hıçkırıklarından sonra saniyelerle yarışır hale geldiler. çenesine yakın olan seonghwa'nın dizlerine attığı elini, hemen onun kendi bacaklarına sıkıca sardığı ellerine attı. "neden ağlıyorsun?" okşadığı deriden gözünü çekip yaşlarla dolup taşmış gözlere baktı.

"beni istemiyorsun," üst dudağının hafifçe kaybolduğu eksik bir gülüşle devam etti. "kabullenemiyorsun istemediğini."

"sadece alışmaya çalışıyorum." kalkık kaşlarını indirdi ki daha samimi görünebilsin cümlesinde. seonghwa ona bakmadan yerinden doğruldu; olası, çimin veya toprağın üstüne yapışmış ve giysisini kirletmiş kısımlarını kontrol etmeden yüzünü elleriyle sıvazladı. gözyaşı tene faydalı düşüncesiyle kendini bir güzel avuttu fakat hongjoong'un suratına baktığı zaman saatlerce avutulsa bile susmayacağını biliyordu. o yüzden var gücüyle koştu.

hayatı boyunca hissetmiş olduğu en güzel duygudan kaçmak zorunda kalmıştı.



gunun ikinci bolumu🗣️🗣️🗣️🗣️🗣️ onceki bolumu atlamayin hj bos yapmisti orda lazim

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

gunun ikinci bolumu🗣️🗣️🗣️🗣️🗣️
onceki bolumu atlamayin hj bos yapmisti orda lazim

secret love song | seongjoongHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin