we keep behind closed doors

88 7 3
                                    

geçmişe dönecek şansı olsa insanlar bir çok şeyi değiştirmek ister. 'hey, küçük ve savunmasız ben...' belki birkaç gözyaşı, 'oraya gitme,' ve 'onu söyleme.' ne kadar çok düşünülürse o kadar çok çoğalan pişmanlıkları değiştirmek için zaman makinesinin ta kendisine dönüşmek gerek gibi.

sorun yok, seonghwa öyle değil.

o vazgeçti.

annesinin 41. doğum günü için ona tüm gününü ayıracağına söz verdi. hayatındaki en değerli kişiye bir gününü değil bir yılını hatta yıllarını da ayırırdı, annesinin ona yaptığı gibi. deniz kenarındaki bir restoranda olan kahvaltılarından sonra annesine aldığı maddi değeri çok olmasa da annesi için sonsuz bir manevi değeri olan yıldız şeklinde olan kolyeyi onun boynuna taktı. pembe şifon göleğinin üstünde gümüş kolye bir yıldızdan daha çok parlıyordu, denizin üstünden kolyeye direkt yansıyan güneş ışınları kahverengi uzun bukleleri aydınlatıyordu. annesi çok güzeldi, seonghwa hayatı boyunca annesinin güzelliğiyle yarışabilecek bir kadın görmemişti.

ilkokulda saatlerce onunla basit işlemleri tekrar öğrenmeyi, harfleri çalışmayı sorun etmemişti güzel kadın. o zamanlar annesinin boynuna parmak boyasıyla süslediği makarnalar ile yapılmış bir kolyeyi takmıştı. ortaokul yıllarının sonunda ise annesinin ona verdiği harçlıklardan biriktirdiği bir para ile değerli taşlara sahip bir kolye takmıştı boynuna. seonghwa'nın satın aldığı en değerli hediye olsa da tüm para aslında annesinin parasıydı.

liseye yeni başlayacak olduğu için 'ben büyüdüm.' lafıyla dayısının yanına bir kaç hafta çalışmıştı. basit bir yaz işi; ortalama sayılabilecek bir sera, bol bol gül dikeni temizlemekle geçen. oğlunun niye onun parasını kullanmak istemediğini anlıyordu jinae, bir zamanlar o da 14 yaşındaydı, gururluydu ve en önemlisi ailesinin kıymetini biliyordu.

seonghwa ne yaparsa yapsın annesinin gözünde en iyi evlat olacaktı.

yine de, o bunu hak etmek istiyordu. bu yüzden ilk kez annesi ile kıyafet alışverişi, makyaj alışverişi, ev temizliği ve yemek yaptı. seonghwa hayatının en eğlenceli gününü geçirdiğine yemin ederdi, 3 yıl sonra bile annesinin doğum günü onun için özeldi. sadece dünya, hatta evren, üzerinde en çok sevdiği insan ile geçirdiği için değil; hayatı boyunca belki de asla fark etmeyeceği farklı sevgiler edindiği içindi.

yalanlar da orda başladı.

jinae kendisine farklı renkte bluzlar bakarken seonghwa da annesine bir şey bakabileceğini düşünüp etrafta gezinmeye, giysileri yakından incelemeye başlamıştı. dürüst olmak gerekirse, zaman makinesini bu an için kullanmazdı.

elbiselerin yakalarını incelemek; onun göğüsünün üstünde fırfır yapılmış tülün nasıl duracağını düşünmek; tişörtlerin kollarının kesimini kontrol etmek; pamuklu kumaşı, saten kumaşı parmaklarının ucuyla okşamak... mankenin üstündeki yırtmaçlı elbiseyi kendi üstünde hayal edene kadar 'kadın giysileri'ni bu kadar incelemenin normal olduğuna emindi. bir kaç ay sonra herhangi bir cinsiyete atanmış bir kıyafeti giymenin normal olduğuna -biraz yardımla- emin olacaktı fakat o bir kaç saniyelik düşünce beyninin çalışma şeklini bozmuştu kesinlikle.

elindeki toz bezini masanın üstüne sürterken düşünüyordu: mor ona yakışıyordu, sarı da; uzun bacakları vardı; ten rengi de gayet çekiciydi.

güzel sayılabilecek bir insanken neden güzel giysiler giyemezdi?

hastane dışında bir ifade etmeyen gen diziliminin kaliteli bir kumaştan onu alıkoyması saçmalıktı. neden basit bir korse bile dev bir problemdi? annesinden habersiz o mağazalara tekrar gitmeden önce bunu internette sorguladı. iki tane kendi yaşlarında 'erkek' ile sırf 'kadın kıyafeti' tartışmak için arkadaş olmuştu ama başka bir şehrin havasını soluyan arkadaşları tartışmaya müsait değillerdi. seoghwa'nın, kıyafetin -doğrusu, kumaşların kalitesi yüzünden basit demek yalancılık olur ama metafora göre basit bir kumaş paçavrası olduğu düşüncesine destek vermişler ve onu o mağazaya ilk seferde gönderen olmuşlardı.

ah, burda da zaman makinesine ihtiyaç yok.

seonghwa kendini gerçek anlamda güzel hissediyordu, bir cinsiyetten bağımsız. bir 'erkek' olarak 'kadın' giysilerini teninde hissetmek en soğuk günde bile içini ısıtırdı.

yanlış anlaşılmasın, dışarıda giyeceğinden değil.

seonghwa korkak.

zaman makinesini mi bekliyordunuz? burada devreye giriyor. seonghwa'nın pişmanlık dışında başka bir hissedemeyeceği o yıllarının değişmesini istediği hiçbir yönü; geçmişte, gelecekle ilgili olası senaryolar kurarken kafasında sabah akşam oynayan o kötü sahnelerdeki olası pişmanlıklarla yakından uzaktan alakalı değildi. olduğu kişi güzeldi, bu güzellikten pişman olamazdı. sorun bu güzelliği dünyadan saklamış olmasıydı.

saçını kısa kestiğinde, arkadaşı öneriyor diye aldığı yırtık kotu giydiğinde, midesini bulandırdığı halde annesinin 'artık büyüdün, erkek oldun.' konuşmasıyla ona hediye ettiği parfümü kullandığında... ne kadar da çok örnek vardı seonghwa'nın zaman makinesi kullanmak istediği.

fakat vazgeçmişti, olan olmuştu.

cecilia ne alaka ateez diyeceksiniz

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

cecilia ne alaka ateez diyeceksiniz... ben de bilmiyorum matz asigi bir insancik olarak yazmak istedim icimden gelirse ikinci bi fic bile yazarim ama komik biri olmam lazim once😔😔😔

secret love song | seongjoongHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin