2- Yeni Klan

28 9 1
                                    

Kollarımı kaldırıp derin bir nefes alarak esnedim. Saat sabahın sekiziydi. Yarım saat içinde hazırlanıp evden çıkmam gerekiyordu. Her gün kalkıp işe gitmeyi kim icat etmişti acaba? Kimse de dememiş miydi biz ne yapıyoruz, kimi zengin ediyoruz diye? Her sabah bu düşüncelerle boğuşuyordum ama yine de işe gitmek benim hobimdi. Şaka şaka, param yok sadece.

Bu şehre bir yıl önce taşındım ve kirayı ödeyebilmem için para kazanmam gerekiyordu. Ayrıca bilgisayarımın taksiti vardı tabii. Üstelik yeni başladığım oyun yüzünden uyku düzenim de altüst oldu. Neyse, şu anlık bir uyku düzenim yok. Bilgisayarın taksiti bitsin, onu da alacağım.

Kulaklığımı takıp çalıştığım kafeye doğru yürümeye başladım. Dalları pembe çiçeklerle bezeli kiraz ağaçlarının, nizami bir şekilde dizildiği sokak, kısa yürüyüşümde en sevdiğim kısımdı. Bahar kokusunun bir kez daha burnumu doldurmasına gülümsedim.

Kafenin önüne geldiğimde durdum ve anahtarları bulmak için çantamı karıştırmaya başladım. Anahtarı alıp kafenin kapısını açmaya başlamıştım ki arkamdan bir el omzuma dokundu. Korkuyla sıçrayıp, büyük bir çığlıkla yere düştüm. Ellerim refleksle çantamdaki biber gazını kavradı.

"Hey hey, benim." dedi Miraç şaşkınlıkla. Kahverengi gözleri, anlamlandıramadığı tepkimle kocaman açılmıştı ve elleri teslim olurcasına havadaydı. "Korkuttum özür dilerim." Gözlerindeki endişeyi fark edince kendimi suçlu hissettim.

"Ben.." Derin bir nefes verdim. "Ani hareketler beni rahatsız eder. Senin suçun değil." Gülümsemeye çalıştım ama muhtemelen sıçmaya çalışan iguana gibi gözüküyordum.

"Anladım, bir dahaki sefere dikkat ederim. Tekrar çok özür ya." Ellerini uzatıp beni ayağa kaldırdı. Üstümü silkeledim. Miraç işe birkaç ay önce başlayan çalışma arkadaşım. Genelde erken gelen o olurdu bu yüzden hiç az önceki gibi bir olay yaşanmadı.

"Önemli değil, gerçekten. Nerden bilecektin ki." dedim kapıyı kapatırken. Hafifçe titreyen bacağımı yok sayıp mutfağa yürüdüm.

"Ee hafta sonu ne yaptın?" Yapabileceğim en mantıklı şey konuyu değiştirmekti.

"Bizimkilerle kumsala gittik. Su hâlâ buz gibiymiş ya, götümüz dondu."

"Nisan ayına yeni girdik, daha ısınmamıştır tabii aceleniz ne?" İçeriye doğru bağırırken, dolabımdan iş kıyafetlerimi çıkartıyordum. Beyaz gömlek ve köşesinde ismimin yazılı olduğu siyah önlük. Neyse ki belirledikleri saçma konseptlere göre dandik iş kostümleri giymemizi istemiyorlardı. Burada işe başlamadan önce başka bir kafeye iş başvurusunda bulunmuştum ve görüşme esnasında bana, kovboy kostümü giymenin zorunlu olduğunu söylediler. Ben daha bunun şokunu atlatamadan, içeriye at kostümlü biri girdi ve kişnedikten sonra, sanki dünyanın en normal şeyiymiş gibi, önümdeki adama kahvesini uzattı. Hani bazen bazı olaylar vardır, yaşarken sanki kamera şakası gibi gelir ve çok tepki veremezsiniz ama sonrasında bunu anlatırken kahkahalara boğulursunuz, hatta anlattığınız insanlar inanmaz. Tam olarak öyle bir olaydı. Mesela Çağla hâlâ salladığımı düşünüyor.

"Ya tutturdular sınavlar başlamadan gidelim diye." Anlamaz gözlerle ona baktım. He deniz doğru. Konudan sapma hızım üç saniye falandı.

"Aynen şimdi gidin. Kesin sınav zamanı başınızı dersten kaldırmazsınız, zamanınız olmaz." Alayla gülümsedim. Miraç benden iki yaş küçüktü ve üniversite üçüncü sınıftı. Üniversiteyi bitirmiş biri olarak, bu lafların vicdan rahatlatmak için söylenen tatlı yalanlar olduğunu biliyordum. Sınav haftası, kafa dağıtma bahanesiyle alınan anlık kararlarla, kendinizi bir anda okey masasında bulurdunuz.

Öpüşler ve DüşlerHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin