2.BULANIK DÜŞÜNCELER

22 7 1
                                    

Kabullendiğim hayatın, aslında kabul etmekten başka hiçbir seçeneğimin olmadığını ilk yedi yaşındayken anlamıştım.

Seçenekler yollar doğururdu ancak benim yollarım her zaman aynı yönde ilerleyen bir tren gibiydi. Stabil bir hızda, ne sağ ne de sola dönen, dümdüz ilerleyen bir tren.

Bu tren sadece ben on iki yaşındayken bir kez yönünü değiştirmişti.
Bu yol değişimi benim Neva ile tanıştığım gündü.

Eskişehir'in en soğuk günlerinden bir tanesiydi. Sokaklarda işten dönen insanlardan başka kimseler yokken ben yine pencerenin kenarında dışarıyı izliyordum.
Bu sırada bir kız çocuğu elinde yuvarladığı kar topunu pencereden dışarı bakan bana doğru fırlattı.
"Hadi! Gelsene." Bir anlık şaşırsam da hevesle pencereyi açtım ve üzerime montumu giyerek birinci katta olan evimizden aşağıya atlamıştım.

Neva ile saatlerce oynadıktan sonra birbirimize alışmıştık. O günden sonra ben evden pek çıkamadığım için Neva bizim evin önüne gelir ve demirliklerden yukarıya doğru çıkardı.
Şimdi yıllar geçmişti. İkimizde yirminin üzerinde iki yetişkindik.

Koltukta otururken istemsizce gülümsedim. O zamanları tekrardan hatırlamak beni gülümsetse bile tekrardan geçmişe gitmek istemezdim.
Geçmişte yaşananlar bir yara olarak kaldı. Ne yara iyileşti ne de bizler değiştik.

Hâlâ o zamanki ben nasıl hissediyorsa aynı hissediyordum.
Tam bu sırada kapı zilinin çalmasıyla irkilip ayağa kalktım. İsteksizce kapıya doğru yürüdüğümde üzerime bir ceket geçirdim.

"Günaydınlar. Dün ki şemsiyeni getirdim ve"
Güneş konuşmayı keserken elindeki şemsiyeyi ve horoz şeklindeki şekeri verdi.
"Şans'tan sana."
Şemsiyeyi ve horoz şekeri elime alırken hafifçe gülüp Güneş'e baktım.
Mavimsi yeşil gözleri, kapının girişine yaslanmış bana bakarken kenara çekildim.

"İşin yoksa gel içeri." Güneş bunu dememi bekliyormuş gibi ayakkabılarını çıkarıp içeri girerken yaptığımın doğru olup olmadığını sorgulamak için fazlasıyla geç kalmıştım.
Elimdeki horoz şekere bakarken Güneş'e oturma odasını gösterdim.
"Sen geç içeri, ben kahve yapıp geleceğim. Şekerli, şekersiz?" Güneş elleri cebinde kanepeye doğru ilerlerken gözleri etrafı inceliyordu.

"Nasıl içersen öyle yapabilirsin." Kafamı sallayıp mutfağa gittiğimde elimdeki horozlu şekeri bırakmak istemezcesine tuttuğumu fark ettim.
Belki sadece ismini bildiğim birini eve davet etmemdeki bu rahatlığın tek sebebi bu horozlu şekerdi.

İçimdeki çocuğun ruhu okşanır gibi yüzümdeki gülümseme ile kahveyi ocağa koyup beklemeye başladım.
Pek alışık olduğum bir senaryo değildi.
Belki çikolata ya da küçük bir kapta el yapımı bir yemek beklerdim ancak elimdeki horozlu şeker ile tamamen yanılgıya uğramıştım.

Gözlerini gördüğüm ilk anda anlamıştım. Güneş garip bir adamdı ve bu garipliğini her hareketinde belli etmekten keyif alıyordu. Köpüren kahveleri fincanlara koyarken kendi kendime kızarak kaşlarımı çattım.
Sadece ismini bildiğim biri için bu kadar düşünüp, onun hakkında ki şeyleri sanki yıllardır birlikteymişiz gibi anlatırken asıl garip olanın ben olduğumu anladım.

Fincanları tepsiye koyup dolaptan iki sade soda çıkardım.
Tezgâh üzerinde duran horozlu şekere kaçamak bir bakış atarken soda şişelerini açıp onları da tepsiye yerleştirdim.

Tepsiyi alarak oturma odasına gittiğimde Güneş koltuğa oturmuş, kafasını geriye yaslamış tavana bakıyordu. Benim geldiğimi fark edince gülümseyerek kollarını çaprazladı.
"Pek hızlısın."
"Öyleyimdir." Elimdeki tepsiyi masaya bırakırken kendimi tekli koltuğa atıp sodadan bir yudum aldım.
"Teşekkürler. Hem kahve için hem de davetin için."
Ben kafamı 'önemli değil' der gibi sallarken Güneş cebinden sigara paketini çıkarttı.

Geçmişin KuklalarıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin