4. KUKLALAR TİYATROSU

20 6 2
                                    

                         𝐺𝑢̈𝑛𝑒𝑠̧'𝑑𝑒𝑛

Gözlerim kapalıyken kafamı geriye doğru yasladım. Çaresiz olduğumu biliyordum ve bu çaresizlik beni bitiriyordu.

Hayatımın başka insanların elinden yönlendirilmesi, beni zamanla asla yapmayacağım şeylere sürüklüyordu.
Gözlerimi açtığımda önümde duran cesede birkaç saniye bakıp ardından elimdeki silahı belime yerleştirdim.
İnanıyordum. Tanrı'nın beni affedeceğine inanıyordum. Tüm bu olanların sorumlusu benim olmadığıma inanıyordum.

Bu inancın temelini ilk kez yalnız kaldığımda attım.
İçimdeki duyguların karışımından oluşan ruhum, bazen gerçek sahibinin benim olduğuna bile inanmıyordu.
Çünkü ben bir kuklaydım. Ellerim, ayaklarım ve hatta söylediklerim. Bunların sahibi ben değildim.
Derin bir nefes aldım ancak yaşamak için değil. Bu ruhu ait olduğu yere kavuşturmak için...

Savaş, deponun kapısını büyük bir sesle açtığında kendimi köşede duran sandalyeye attım.
"Yeni ceset mi? Daha yeni bitirmiştim diğerini."
Savaş yüzünde her zamanki geniş gülümsemesi ile bana yaklaştığında bakışlarımı yerde kanlar içinde yatan cesede diktim.

"Ellerinden öper." Savaş cebinden deri eldivenlerini çıkartarak cesedin yanında diz çöktü.
"Kimmiş bu cesetcik?"
Savaş alaycı bir şekilde güldükten sonra cesedin çenesini kavrayıp kendisine doğru çevirdi.

"Çok yaşlı değilmiş."
Ceketimin üstündeki kan lekesi izlerini silmeye çalışırken Savaş'ın cesedi incelemesini izledim.
"Otuz iki yaşında, ismi Halit. Dosyasında silah kaçakçısı olduğu yazıyordu."
Savaş, cesedin göğsündeki iki kurşun yarasını incelerken yüksek sesle güldü.
Savaş’ın kahkahası deponun içinde yankılanırken iç çektim.

Bu yankılanan sesin, birçok şeyi içinde barındırdığını ve dışarı çıkarsa iyi olmayacağını biliyordum.
"Ne ironik değil mi? Silah kaçakçısı ve ölümü de silah yüzünden oldu. Biz nasıl öleceğiz acaba?"
Yüzümde oluşan sırıtışın gerginliği bütün vücudumda hissettim.
Ne acı ne de gerçek.
Yalanın yarattığı bir doğru.
"Beni bilmem ama senin pek güzel bir şekilde öleceğini düşünmüyorum."
İmalı sesime Savaş’ın kaşları kalkarken yüzündeki o alaycı gülümseme hiç gitmedi.

Eli yavaşça cesedin kafasına doğru giderken kapalı gözlerini çekiştirerek açtı.
"Birilerinin beni ölümsüzleştirmesi fikri beni eğlendiriyor."
Sandalyeden kalktığımda deponun kapısı gıcırtılı bir sesle açıldı.
"Hala işiniz bitmedi mi?" Göksu her zamanki sert ifadesi ile bize doğru yürürken Savaş heyecanla kalkıp kanlı eldivenlerini çıkarttı.

"Biricik!" Savaş kanlı eldivenlerini cebine yerleştirirken Göksu'nun sert ifadesi hala yerindeydi.
"Soruma cevap istiyorum." Göksu’nun soğuk havası bana vurduğunda ellerimi cebime yerleştirdim.
"Adamı öldürmek zorunda kaldım ama istediğimiz flashı aldım."

Göksu kollarını çaprazlayarak cesede bakarken Savaş, bir kedi gibi Göksu'ya yanaşıp çenesini omuzuna koydu.
"Bu kadar kaşlarını çatma Biricik... ölüyü bile dirilteceksin ve ben bunu istemiyorum."
Göksu, Savaş’ın kafasını hafifçe ittirip elini bana doğru uzattı.
"Flashı alıyım."

Kaygısız gözlerle Göksu'ya baktığımda mavi gözlerinin içindeki duygusuz kadını bir kez daha gördüm.
Göksu'nun iş konusundaki titizliğini her daim bilirdim. Onun kişiliği buydu ve onun sıcaklığını hisseden tek kişi Savaş'dı.
"Yemedim flashını."
Flashı Göksu’ya fırlattığımda Göksu, havada tutup cebine koydu.
"Kerim ile Yavuz'a söyleyin şu cesedi kaldırsınlar."

Savaş, küçük bir çocuğun heyecanıyla gözleri parıldadı.
"Sende benimle geleceksin değil mi, Biricik? Birlikte insan anatomisi hakkında saatlerce konuşabiliriz."
Göksu yüzünü buruştururken bir adım geriye attı.
"Senin şu ceset sevdanı asla anlamayacağım."

Geçmişin KuklalarıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin