14

2 1 0
                                    

Hafta sonu Aslı bana sınavlar için ders çalıştırmış bir yerden sonra beynim almamaya başlayınca da annesinin terliği ile beni dövmüştü. Annemden dayak yemeyen ben elin kızından yiyordum.
Pazar günü akşam babam beni almaya gelmişti. Hala sinirliydi bana hala kırgındım ona, eve giderken hiçbir şey konuşmamıştık. Eve geldiğimizde arabayı apartmanın önünde durdurup "annen evde" demişti, bende cevap vermeden arabadan inmiş ve eve çıkmıştım.
Sabahta babam beni okula bırakmamıştı erkenden çıkıp gitmişti. Araba ile gideceğimi düşündüğüm için geç kalkmıştım bu yüzden okula geç kalacaktım. Otobüs durağına koşarak geldiğimde otobüs gelmişti. Hemen binip kartımı bastıktan sonra tıkış tıkış olan otobüste bir köşede ineceğim durağı beklemeye başladım. Barış hocanın dersine geç kalmak istemiyordum ama yapabileceğim bir şey yoktu. Yoklamayı hep ben alıyordum belki de beni bekleyip yok yazmazdı.
Otobüs her durakta duruyordu ve içerisi daha çok doluyordu.
Arkadan biri şoföre bağırdı.
"Abi yeter ya alma daha fazla öpüşeceğim insanlarla birazdan"
"Yer var yeğenim daha"

Yer var mıydı gerçekten. Aslında haklıydı, herkes sırtına ve kucağına birini alsa birde demirlere birileri tırmansa daha çok kişi sığardı.
"Ne yeri var be abi biri gaz çıkarsa öleceğiz. Oksijen yok"
Hafifçe kıkırdadığımda otobüsteki başka yolcularda konuşan kişiye hak verdi. Yolcuların söylemi ile şoför diğer durakları boş geçmişti. İneceğim durağa geldiğimde tuşa bastım, otobüs durunca inip okula doğru koşmaya başladım. Okula girdiğimde aşırı yorulmuştum. Bu kadar koşmak bana iyi gelmemişti. Duvara dayanıp nefesimi düzene sokmaya çalıştım gözlerim kararıyordu. Kendimi yormamam gerekiyordu ama ben bunu yorulduktan sonra hatırlıyordum, ne kadar güzel!
Yere çöküp kendimi rahatlatmaya çalıştım. "Çocuk iyi misin?" kafamı yukarı kaldırdım Sinan Hoca merakla bana bakıyordu. "Evet iyiyim" çöktüğüm yerden kalkıp kurumuş dudaklarımı yaladım. Merdivenlere yöneldiğimde Sinan Hocada peşimden geldi.
"Geç kaldım da biraz koştum o yüzden"
"Yapma öyle yormaman lazım kendini" tek kaşımı kaldırıp hocaya baktım. "Ender Hoca anlattı geçen hafta olanları. Dersine giren bütün öğretmenler durumundan haberdar" oflayarak "engelliymişim gibi mi davranacaksınız?" kata çıktığımızda öğretmenler odasının önünde konuşuyorduk. "Hayır ama ilgili olacağız" sınıfa gitmek için bir adım geri attım. "Lütfen hocalarla konuşun. Aşırı ilgili davranıp nasıl olduğumu sormalarını istemiyorum. Bir sıkıntımı olduğu zaman söylemekten çekinmem zaten" Sinan Hoca anlayışla başını salladı. "Anlıyorum seni genç" gülümseyerek arkamı döndüm ve sınıfa doğru yürüdüm dersin bitmesine beş dakikadan az kalmıştı. Kapıyı çalıp sınıfa girdiğimde bütün bakışlar bana döndü. "Hiç gelmeseydin be kızım" hocaya mahcup bir şekilde baktım. "Özür dilerim" sıramı gösterip "geç" dedi. Yerime oturduğumda önüme yoklama defterini koydu. Gel de sevme şimdi bu hocayı. Defteri açıp bugünün sayfasını açtım dersin yoklaması alınmıştı ama benim numaram yazmıyordu. "Dersin bitmiş yok yazmayacağım mı sandın" dedi gülerek. Hafiften tebessüm ettim ama bu durum beni rahatsız etmişti, sevilen bir öğrenci olmak güzeldi.
Bazen minik ayrıcalıklarda rahatsız olmuyordum ama bu öyle değildi. Herkes geç kalabilirdi ve emindim ki burada yazan numaraların büyük bir kısmı gelmişti. Zil çalınca ayağa kalktım ve Barış Hocanın peşinden çıktım.
"Hocam"
"Söyle Ecrin"
"Beni yok yazmadığınız için teşekkür ederim ama diğerlerini haksızlık oluyor" hoca elini omzuma koyup beni yanına çekti.
"O durum öyle değil yok yazdığım ve derse gelen kişiler dışarıda sevgilisi ile fingirdeyen veya sigara içen kişiler. Bunları yapmadan geç kalanları zaten yok yazmıyorum"
"Favori hocamsınız ya" hoca gülerek elini çekti. "Hadi geç sınıfa"

Bugün sevdiğim dersler olsa da sınavlar yüzünden girememiştim. Coğrafya sınavımı da bitirdikten sonra gözetmen hocaya teslim edip sınıftan çıktım. Son dersteydik ve ders Alper hocaylaydı. Sınıfta bıraktığım çantamı almak için aşağı indim. Bizim koridora girip sınıfa geldim. Kapıyı çalıp içeri girdiğimde Alper Hoca sınıfı serbest bırakmıştı. İçeri girip sırama geçtim.
"Nasıldı sınavları?" kalemliğimi çantama koyarken "gayet güzeldi" dedim. Hoca başını sallayıp önüne döndü. "Hocam ben erken çıkayım mı, yoruldum baya. Kalabalıkta gitmeyeyim" Alper Hoca "sınavlar yüzünden derslere girmeme izninin vardı. Çıkabilirsin" dedi. Teşekkür edip çantamı aldım. Aslı ile de vedalaştıktan sonra sınıftan çıktım.
Bugün okula geç kaldığım için telefonumu verememiştim. Sınavlar yüzünden de çantamda unutmuştum. Telefonumu çıkarıp açtım. Berat'tan on üç tane arama vardı. Bu hiç hayra alamet değildi. Bugün okula gelmemişti ve sebebini bilmiyordum. Aramasına geri döndüğüme beklemeden açıldı.
"Berat?"
"Ecrin!" sesi telaşlı geliyordu. "Ecrin şirketi polis basmış herkesi gözaltına almışlar." Korkak bir şekilde iç çekip elimi ağzıma götürdüm.
"Berat ne olmuş neden almışlar?"
"Emniyete gidiyorum şu an sende taksi ile gel anlatacağım çabuk ol"
Hangi emniyet olduğunu öğrendikten sonra telefonu kapattım. İstanbul'da taksi bulmak zordu ayrıca yanımda taksiye verecek parada yoktu.
Ne yapacağım bilmeden etrafa bakınıyordum. Öğretmenler odasına giren Ender Hocayı gördüğümde yanına koştum. "Ender Hocam!" bana döndüğünde yüzümdeki dehşeti görmüş olacak ki yüzü endişeye büründü.
"Ne oldu?"
"Beni emniyete götürmenizi istiyorum. Acilen, lütfen" hocayı çekiştirmeye çalışırken. "Neden?" diye sordu. Soru sormak yerine keşke ayak uydursaydı.
"Yolda anlatacağım hadi hızlı olun lütfen" hızlıca merdivenleri indiğimizde okuldan çıkıp arabaya bindik. Gideceğimiz emniyeti söylediğimde oraya doğru sürmeye başladı.
"Ecrin anlatacak mısın?"
"Babamın bir ilaç firması var. Bayadır bir sıkıntı vardı bana da söylemiyorlardı ne olduğunu. Bugün polis basmış herkesi toplayıp götürmüşler." Gözümden minik damlalar firar edince elimle hemen sildim. "İsterseniz beni emniyete yakın bir yere bırakın. Sizi de sorguya falan alırlar başınıza iş açılmasın"
"Bir şey olmaz, zaten kötü duruyorsun yanında olacağım" yanımda biri olması beni rahatlatıyordu bu kişi öğretmenim olsa bile.
Emniyete geldiğimizde çantamı arabada bırakıp hemen indim. Hızlı adımlarla içeri girmiştim her yerde birileri vardı ve sanırım hepsi babamın şirketindendi. Gözüm Berat'ı ararken elleri kelepçeli bir şekilde bir yere götürülen babamı gördüm. "Baba!" koşarak yanına gittiğimde bir beni babamdan uzaklaştırmaya çalıştı. "Bırak!" üzerimdeki kollardan kurtulmaya çalışırken babamın gözleri doldu. "Adamın kızı bırakın lütfen" Ender Hocanın bana destek çıkan sesine cevaben beni bıraktılar. Hızlıca babamın yanına gidip sıkıca sarıldım, oda kelepçenin izin verdiği ölçüde karşılık verdi. "Bir tanem" babamın huzurlu sesini duyunca kendimi tutamayıp ağlamaya başladım. Saçlarımı okşadığında ağlamayı bırakmayı denedim. Kafamı kaldırıp yüzüne baktığımda onunda gözünden bir yaş süzüldü. Babam ağlıyordu, bir erkeğin ağlamasına karşı değildim ama babam ağlamasındı.
"Baba ne oldu?" akan gözyaşını silip "Berat sana anlatacak" dedi. Daha konuşacaktım ki memur "yeter" diyerek babamı götürdü. Yaşlarım hala akarken Berat'ı bulmaya çalıştım ama gözlerim bulanık görüyordu. Gözlerimdeki ıslaklığı koluma sildiğimde tekrar baktım. Ender hoca elimden tutup beni götürmeye başladığında gittiğimiz yönde Berat'ı gördüm. Yanına vardığımızda gözlerindeki koyuluk beni korkuttu.
"Dışarıda konuşalım" üçümüzde dışarı çıkıp bir çardağa oturduk. Berat kelimeleri toparlamaya çalışsa da bir türlü bir şey söylemiyordu. "Konuş artık!" diye bağırdım sinirime engel olamadan.
"Şirkette uyuşturucu imal ediyorlarmış"
"Kim, babam mı?"
"Saçmalama. Kayra ve ikizlerin babası senin babanın emri üzerine çalıştıklarını gösteren sahte bir belge hazırlamışlar. Bizimkilere komplo kurmuşlar." Diyecek bir şey bulamıyordum. Ne tepki vermem lazımdı bilmiyordum. Sanki kalbimde büyüyen bir karadelik vardı ve beni her an yutacakmış gibi hissediyordum.
"Tahminimce çalışanların hepsini salacaklar yani annen gelecek ama babalarımız için aynı şeyi söyleyemeyeceğim"
"Bu belge yeterli mi yani kanıt için?" başını olumsuz anlamda salladı. "Perşembe günü gece gelen adamın verdiği pakette uyuşturucu varmış. Sizin evde yapılan aramada bulununca bir kanıt oldu." Ağlamamak için kendimi tutuyordum.
"Sıkma kendini" Ender Hocaya baktığımda çenem titredi. Göz yaşlarımın çeşmesi açılmış gibi akmaya başlayınca sessizdim.
"Mahkemede babanın suçsuz olduğuna dair şahitlik yapacak çok kişi var ama bu kanıtlarla sonuç ne olur bilemiyorum.
"Bende konuşsam o adamın getirdiği kargoyu eve bıraktığımı söylesem. Hatta kamera görüntüleri var onlara baksınlar."
Berat sinirli bir şekilde güldü. "Ecrin senin bu söylediklerini benim düşünmediğimi mi zannediyorsun! Kameralarınız bozuk olduğu gerekçesi ile sökülmüş ve yenileri takılmamış" dişlerimi sıkarak Berat'a sakince konuşmaya çalıştım.
"Bana ne yapabileceğimizi söyle ne yapamadığımızı değil!"
Yumruğunu ovarken "Mahkeme gününü bekleyeceğiz" dedi ellerimi saç diplerime götürüp çekmeye başladım. Sinirimi kendimden çıkarmam daha iyiydi.
"Sakin ol!" Ender Hoca sesli bir şekilde kızdığında tırnaklarımı elime batırmamak içi kendimi zor tutuyordum. Gözlerindeki merhamet yavaşlayan yaşlarımı hızlandırmıştı. Ağzımdan bir hıçkırık çıkınca başımı çardağın masasına koydum Ender Hoca sesli bir şekilde nefesini verdi. Sıktığım bedenimi gevşetmeye çalışıyordum ama daha sesli ağlıyordum. Ne yapmamı bekliyorlardı bu durumda. Onlar sinirlenebilirdi ama ağlamayı tercih ediyordum.
Başımı kaldırmadan "Eve gitmek istiyorum ama babamları da bırakmak istemiyorum" dedim sesim çok boğuk çıkmıştı. "Şu saatten sonra onları göremezsin eve götüreyim seni" Berat'a baktığımda "babamların tuttuğu avukat gelecek onu bekliyorum" dedi. Başımı sallayıp ayağa kalktığımda. "Aslı'ya annesi söyleyecek, ikinizde kötü durumdasınız biraz yalnız kalın. Ablana söyle gelsin Ankara'dan" dedi
"Ablamın telefonu bozuk bir süre arayamayacaktık. Hem stajının bitmesine az kalmıştı. Bence o bana ulaştığında söyleyeyim"
Berat arkamda bir yere bakıp ayağa kalktı. "Evde yalnız mı kalacaksın?" Ender hocada kalkınca "apartmanda bir arkadaşım var belki onda kalırım ya da o gelir" dedim. Başını sallayarak "Tamam, gitmem gerek dikkat et kendine" dedi. Çardaktan çıktıktan sonra gittiği yere baktım. Bir adam vardı ve büyük ihtimalle avukattı.
Onlara boş bir şekilde bakarken Ender Hoca "Hadi gidelim" dedi. Yavaşça yürüyerek emniyetin bahçesinden çıktık. Arabaya bindikten sonra çantamı kucağıma aldım ve içinden telefonumu çıkardım. Aslı'dan aramalar ve mesajlar vardı. Eve gidince arardım şu an hiç konuşasım yoktu. "Sizi dahil etmek istemezdim bu konulara üzgünüm" Araba bir kırmızı ışıkta durunca bana döndü. "Artık üzülmeyi ağlamayı bırak. Başka bir şey yapmıyorsun kendine gel ve ayakta durmaya çalış çünkü bir gün yanında destek olacak seni ayağa kaldıracak kimse olmayabilir. Arkadaşım dersin düşmanın çıkar. Gördün mü Kayar ve ikizler dedi, arkadaştı onlar ama olanlara bak. Sen kendi hayatını kendin idare edebilmelisin eğer iplerini başkalarının eline bırakırsan seni oradan oraya savururlar." Arabayı tekrar sürmeye başladığında başımı cama yasladım.
Hoca haklıydı ama ben bu yaşıma kadar başkalarının desteği ile ayakta kalmıştım. Kör olduğum zaman hep birine muhtaçtım şimdi kendim ayakta durmak için çok fazla düşüp kalkmam lazımdı ama ben yaralanmaktan ve bacağımın acısından kalkamamaktan korkuyordum.
Evimin önünde durduğumuzda benimle beraber Ender Hocada arabadan indi. O niye geliyordu ki. "Yardıma ihtiyacın var" ne için yardıma ihtiyacım olduğunu bilmiyordum ama sorgulamadım. Yukarı çıkıp anahtarla kapıyı açtım. Ayakkabılarımızı çıkartıp eve girince hocanın bahsettiği şeyi anladım. Annemin titizlikle temiz ve toplu bıraktığı ev arama yüzünden darmadağındı. Bütün odalar dağıtılmıştı. Ender Hoca elini omzuma koydu "Düşüncelerini toparlarken burayı da toparlayalım" hiçbir şey söylemeden gidip ellerimi yıkadım. Ender hocada yıkayınca misafir odalarını toparlamaya başlamıştık. İçlerinde nerdeyse hiç eşya olmadığı için çabuk bitmişti.
Salona geçtiğimizde ilk önce kitaplığı sonra koltuklarını söktükleri yastıklarını toparladık. Annemin süs eşyalarını yerine koyduğumuzda mutfakta raflardan indirdikleri tabak ve bardakları bulaşık makinesine koyduk. Hijyen isteyen şeylerdi bunlar. Bu odada da işimiz bitince balkona baktım orada bir şey yoktu. "Hocam ben yardımınız için teşekkür ederim. Gerisini tek başıma yapabilirim" Ender Hoca gülümsedi ve başını sağ sola salladı.
"Yatak odaları en dağınık olanlarıdır ayrıca düzenlemeyi seviyorum. Ha yalnız kalıp ağlamak istiyorum diyorsan göz yaşların biraz beklesin işimiz bitince konuşacağız." İtiraz etme seçeneğim yok gibi görünüyordu. Yukarı çıkıp ilk önce ablamın odasını toplamaya başladık. Ablamın bana göre daha az eşyası vardı ve staj içinde bir kısmını götürmüştü. Ben kıyafetleri hallederken Ender Hoca eşyaları yerleştiriyordu. Onun işi kısa sürdüğü için sonrasında bana yardım ediyordu. Devirdikleri yatağı Ender Hoca yerine koyduğunda benim odama geçtik.
Diğer odaları on beş, yirmi dakikada yaptıysak benim odam kırk dakika sürmüştü. Son katladığım kıyafetleri dolabıma koyduğumda Ender Hoca kitaplığımı dizmeyi bitirmişti. Kitapların düzenine baktım hepsini alfabetik bir şekilde dizmişti. "Hocam niye uğraştınız o kadar" bana ters bakışlarını gönderip "Eminim sen sevdiğin kitap diyerek sıralamışsındır, olması gereken bu"
"Benim odam diğeriydi"
"Hayır burası senin ki"
"Nerden biliyorsunuz?"
"Kitapların, eşyaların ve odanın rengi direkt seni yansıtıyor" beni bu kadar nasıl tanıyordu ki. Bunların beni yansıttığını bilecek kadar.
Kitaplarıma dokunup içinden bir tanesini çekip aldı. "Herkesin gidebileceği bir yer olmalı. Çünkü öyle bir an olur ki, insanın mutlaka bir yere gitmesi gerekir." Suç ve Cezadan yaptığı alıntı beni gülümsetti. Bir tanede ben alıntı yapmak istedim. Biraz düşündüm ne söylesem diye. "Nefrete sevgiden daha çok güvenirim. Çünkü nefretin sahtesi olmaz" başını sallayarak kitabı aldığı yere geri koydu.
Başka bir kitabı aldı bu sefer Şeker Portakalıydı "ruhu çok ağrıyordu, her zaman gülüyor olmuş olsa bile" çok doğru bir cümleydi hepimiz bir şeyleri gizlemek için gözlerimize bile yalan söyletirdik. İnsanlar anlamazdı yüzümüze taktığımız maskeyi, bu demek oluyor ki gözlerde yalan söylerdi. Kitabı tekrar yerine koyduğunda klasiklere değil genç kurgulara baktı. "Bunları hiç okumadım biraz basit geliyorlar" haklıydı eski kitaplara göre basitlerdi. "Evet öyleler, basit kurgular düşündürmeyi gerektirmiyor rahat bir şekilde okuyabiliyorum o yüzden. Her zaman ağır şeyler okumak istemiyor insan" anlayışla başını salladı.
"Aç mısın?" Açtım, okulda yemek yemeyi sevmiyordum. Sabah bir şeyler atıştırmıştım ama şimdi açtım.
"Biraz" elini omzuma koyup odamdan dışarı çıkarttı. Yatak odasını sonradan ben toplayacaktım. Aşağı inip mutfağa geçtiğimizde buz dolabına bakmaya başladı, buz dolabını kapatıp buzluğu açtı. Buzluktan kıyma çıkardıktan sonra ayağa kalktım. "Sen otur"
"Ama böyle siz iş yaparken oturmam beni rahatsız eder"
"Rahatsız olmana gerek yok. Temiz ve düzgün bir evde yemek yapmak beni mutlu ediyor. Benim evde kardeşim pek imkân vermiyor"
Tebessüm ederek geri oturdum. "O zaman mutfak elinizden öper"
Dişlerini göstererek sırıttı. Arayarak bulduğu malzemeler ile köfte harcını yaparak biraz beklemesi için bıraktı.
Patatesleri haşlamaya koyup çıkardığı domatesleri soydu ve doğramaya başladı. Birden doğramayı bırakıp "Yara bandı var mı?" diye sordu.
Yerimden kalkıp "neden ne oldu?" dedim.
"Bir şey yok elimi kestim"
Bir Şey yok deyip elini kesmiş olması ne kadar mantıklıydı.
Salondan çıkıp sağlık dolabından yara bandı aldım. Geri döndüğümde Ender Hoca yarasına peçete sarmıştı.
"Getirdim"
Elimdeki bandın kabını açtığımda Ender Hoca yanıma geldi. Peçeteyi çıkardığımda yaradan sızan kanı gördüm.
Sorun yoktu sadece bir damla kan
"İyi misin? Rengin atı birden"
"İyiyim ya"
Elindeki peçeteyi alıp sızan kanı aldım ve bandı yapıştırıp kenarlarını parmağa doladım.
"Teşekkürler"
Ender hoca işine geri döndüğünde elimdeki kanlı peçeteyi baktım. Bu bende kusma isteği uyandırdı. Karnımı tutup peçeteyi çöpe attım. Kanı bir filmde ya da kurbanlık etin üstünde gördüğümde rahatsız etmeyebiliyordu. Bazen de bir damla görmek midemi alt üst ediyordu.
Ender hocayı tekrar izlemeye başladığımda fırın tepsisine köfteleri diziyordu. Çok sakin bir şekilde yapıyordu. Yüzünde görünmeyen bir huzur vardı ve bu hali sevimli görünüyordu. Hoca birden bana bakınca göz göze geldik, onu izlediğimi fark etmesi beni utandırsa da gözlerimi çekmedim.
"Bana bir gün söyleyeceğin şeyin günü hala gelmedi mi?"
Gülmemek için dudağımı ısırdım. Aslında şu anki kıyafetine bakarsam hocanın, söylememe gerek kalmamıştı. Siyah kot üzerine beyaz tişört ile bordo bir gömlek giymişti. Saati ve bilekliği de çok güzel bir parça olmuştu. Peki böyle giymesini sağlayan şey neydi?
"Kardeşiniz bir süredir yanınızda değildi öyle değil mi, daha yeni gelmiş olmalı?" hoca şaşkın bir şekilde bana bakıp "Evet, nerden bildin?" dedi.
Ender hocanın arkadaşları kıyafeti hakkında bir yorum yapıyor olsaydı öyle kötü giyinmezdi. İki ihtimal kalıyordu geriye ya kardeşi bir el attı ya da hayatına bir kadın girmişti. İlk ihtimal daha güçlüydü çünkü sevgilisi olsaydı şu an daha çok onunla ilgileniyor olurdu. Benim yanımda değil o kadının yanında olurdu.
"Hiç öyle tahmin ettim"
"Yalan söyleme, anlat bana şunu artık! Yoksa köftelerden bir tane bile vermem"
Vicdansız adam, öyle tehdit edilir miydi bir insan.
"Söylememe gerek kalmadı ki hocam. Hem söylersem üzülebilir ve bana kızabilirsiniz"
Tepsiyi fırına koyunca haşladığı patatesleri soymaya başladı. Soyduğu patateslerden birinden bir parça kırdı ve baharatlıktan aldığı birkaç baharattan tutamlar attı.
"Gel buraya" kalkıp yanına gidince elindeki patatesi almak için yeltendim ama vermedi. Ağzıma yaklaştırınca aynı şeyi jelibon verirken yaptığını hatırladım.
"Açsana ağzını" Ağzıma açıp patatesin bir kısmını ısırdım. Sıcaktı ama çok güzeldi. "Nasıl?"
"Güzel" elinde kalan patates parçasını ağzına atınca kısa bir şok geçirdim. Benim ısırdığım şeyi yemişti. "Ben yaptım tabi güzel olacak" bilmiş hali beni güldürürken "Gülme" dedi.
"Şu konuya gelecek olursak. Şimdi öğretmenin değilmişim gibi söyle bana, bende kızacaksam arkadaşın gibi kızarım"
"Söylemek zorunda mıyım?"
"İstersen söyleme ben yerim bütün köfteleri"
"Vicdansız mısınız?"
"Belki" patatesleri ezerken içine kaşar dilimleri attı tuz ve sütte koyarak püre haline getirdi.
"Tamam şimdi birden söyleyeceğim ama lafımı kesmeyin bide yorum yapmayın" hiçbir şey söylemediğinde konuştum.
"Bunu sırf köfte için yapıyorum. Bakın Kıyafetleriniz çok güzel ama uyumlu bir şekilde giyemiyorsunuz, yakışıklısınız ama kıyafetleriniz bunu kapatıyor. Bide şimdi güzel giyinmişsiniz ya bunu ya kardeşiniz ya da sevgiliniz yapabilirdi. Sevgiliniz var gibi durmuyor o yüzden kardeşinizdir dedim"
Gözlerimi yere indirdiğimde köfte kokusu burnuma gelmişti.
Hoca hiçbir tepki vermeyince üzüldüğünü düşündüm.
"Niye bir şey söylemiyorsunuz, çok mu kızdınız?"
"Yorum yapmayın dedin ya"
"Kızmadınız yani"
"Haklısın ne deyim. Ama benimde sebeplerim var" fırından tepsiyi çıkardıktan sonra çıkardığı iki tabağa köftelerden koymaya başladı. Patates püresinden de tabaklara koyduktan sonra domatesten yaptığı sosu başka bir tabağa döktükten sonra tabakların hepsini masaya yerleştirdi. Çatal ve bıçakları masaya koyunca birde bardak çıkardı.
Dolabı açıp bir şeyler aramaya başladı. "İçecekler benden" dedim. Kalkıp ada tezgâhın dolaplarından birinden şalgam çıkardım. Ender hoca masaya peçete götürürken o görmeden şalgamı bardaklara koydum sonrada şişeyi geri yerine bıraktım. Bardakları alıp masaya götürdüğümde "Bu ne?" diye sorunca gülümsedim. "Çok özel bir şarap, merak etmeyi alkolü çok az" masaya oturduğumda Ender Hoca bana ters bir şekilde bakmaya başladı. "Bunu içiyor musun gerçekten?" hocaya bakarak bir yudum aldığımda "içme şunu, ben şimdi başka bir şey yaparım" dedi. Bardakları almak için elini uzatınca "Bir yudum alın eğer beğenmezseniz içmeyeceğiz." Ender Hoca ters ters bakarak "alkol kullanmıyorum" dedi.
Bardakları aldığında çatılı kaşları biraz daha çatıldı. Bardağı burnuna yaklaştırıp kokladığında "şalgam bu" dedi, kıkırdayarak başımı salladım. "Biliyorsunuz mayalanarak yapılıyor ve içinde mayalanmadan kaynaklı alkol oluşuyor." Ender hoca karşıma oturunca "ısrar ettin abur cubur yedim ama alkole gerçekten karşıyım tabi şalgam ve meyvedekilere değil" dedi. Köftelerden birini bıçakla kesip çatalla ağzıma attım.
Köfteyi biraz çiğnedikten sonra şalgamdan bir yudum alıp köfteyi yutunca püreden biraz aldım. Çok lezzetliydi, yemeği yemeye devam ederken Ender Hoca kendi çatalını önüme uzattı. Köfteden bir parça batırılmış ve sosa bandırılmıştı. "Ben alırım şimdi"
"Bunu ye bir" köfteyi dişerim ile tutup çektim. Sosta çok güzeldi ama şu an kızardığımı hissediyordum.
"Benimde sebebim var dediniz ya ne o" Bıçakla kestiği köfteyi çatalına batırıp ağzına attı, çiğneyip yuttuktan sonra cevap verdi.
"Yakışıklı dedin ya bana..."
Rezillik
"Görünüş amaçlı yaklaşmaya çalışan insanlara karşı koruyordum kendimi. Kızlar bir ilişki için erkeklerde yanına yakışacak arkadaş için yaklaşıyorlar ve bu çok rahatsız edici senin dediğin gibi fiziksel özelliğimi kapattığı için bayadır böyle giyiniyordum. Şu anki arkadaşlarım öyle değil ama bende bir yerden sonra alışkanlık oldu böyle giyinmek, kardeşimde Adana'da Çukurova üniversitesinde okuyordu yeni bitirdi ama bazı işlerden dolayı geç geldi. Beni böyle görünce de yardımcı oldu."
Bir insana kaç kişi bahsettiği amaçla yaklaşabilirdi ki.
"Çevreniz çok dolu sanırım"
"Adana'da öyleydi. Ailemiz çok kalabalıktı ayrıca Adana'nın halkı biraz fazla samimidir. Herkes seni kendi çevresiyle de tanıştırmak ister, bir anda yüzlerce kişi tanırsın, gereksiz samimiyetten kaçınmak için itici biri olmam lazımdı. İstanbul'a gelince o gereksiz çevreden kurtuldum ama kıyafeti değiştiremedi belki de istemedim."
Adana'ya hiç gitmemiştim dahası ora hakkında hiçbir şey bilmiyordum.
"Nasıl oranın ortamı biraz anlatsanıza"
"Şöyle söyleyeyim iyi niyetli birileri ile karşılaşırsan sana ailesinden biri gibi davranırlar. Ama bu bazen hoş olmayan yerlere gelebiliyor. Eğer kötü biri ile tanışırsan geçmiş olsun kendini merdiven altında, barda ya da genel evde bile bulabilirsin"
Ağzıma teptiğim köfte çiğnerken şaşkınlıkla Ender Hocayı dinliyordum. Oda köfteyi ağzıma teptiğimi görünce şaşırmıştı. Kibar olmaya çalışıyordum ama fark etmeden kabalaşıyordum.
"İstanbul iyi ya"
"Öyle"
Köftemi bölüp sosa bandırıp ağzıma attım. "Bir şey sormak istiyorum?"
"Sor"
"Özel hayatınıza girmek istemem ama merak ediyorum. Bildiğim kadarı ile hayatınızda bir kadın yok, o geniş çevrede kendinize göre birini bulamadınız mı?" şalgamından bir yudum alıp ellerini masaya dayadı. Tam bir beyefendi gibi duruyordu.
"Sorun değil sonuçta ben senin özel hayatına çok fazla dahil oldum. Ailem bana tek bir kadına sevgimi vermemi öğretti. Anlayacağın bu doğru kişi olmalı bende bizim oralardan birini seçmek istemedim"
"Bende öyle düşünüyorum ama insanlar saygı göstermiyor. Bir ilişki deneyimim olmalıymış." Hocanın çenesinin kasıldığını gördüm.
"Bu insanlar küstah varlıklar. Saygı nedir bilmiyorlar"
İnsanların genlerinde bozulmalar vardı. Kendini düzgün tutmaya çalışan insanlardan kat be kat fazla dengesiz insanlar vardı. Dobrayı özgüven zannedenler ve daha fazlası.
"Birazda sen bahset kendinden diyeceğim ama senin hakkında yeterince şey biliyorum."
Biten tabaklarımızı topladıktan sonra Ender Hoca "seni bir yere götürmek istiyorum" dedi. Nereye olduğunu sorduğumda sadece seveceğim bir yer olduğunu söyledi. Hazırlanmak için odama yukarı çıktım. Dişlerimi fırçalayıp odama geçtim. Lacivert kot bileklerimin biraz üzerinde bir etek ile beyaz bir tişört giydim. Küçük bir omuz çantası aldıktan sonra aşağı indim. Ender Hoca hazır olduğumu görünce ayaklandı. Apartmandan çıkıp arabaya bindiğimizde pencereyi açtım. Gelen sonbaharın serin rüzgarları esmeye başlamıştı.
Elimi pencereden dışarı çıkardım, rüzgârın elimi uçurmaya çalışması hoşuma gidiyordu.
"Böyle yakın olmamız seni rahatsız ediyor mu?"
"Anlamadım"
"Yani şu an pek öğretmen öğrenci gibi değiliz farkındaysan. Bu seni rahatsız ediyor mu?" farkındaydım, hocam dediğim insan ile gereksiz bir samimiyetimiz vardı ama bu beni rahatsız etmiyordu. Aslında en güzel arkadaşlık ve ilişkiler yaş farkı ile oluyordu.
"Hayır sorun değil ama garip geliyor. Yine de sizinle olan sohbetimi seviyorum. Bildiğim ve bilmediğim konular hakkında sizinle tartışabiliyorum ayrıca benim çocukluğum ile sizin olgunluğunuz uyumlu."
"Rahatsız olmamana sevindim. Kendini çocuk gibi görme öyle değilsin."
Gülümseyerek uçuşan saçlarımı bileğimdeki toka ile tepeden topladım.
Araba durunca nereye geldiğimizi anlamadım. "Çantanı burada bırak" dediği gibi çantamı arabada bırakıp indim. Ender Hocayı takip ederek yürümeye başladım. Yürüdükçe sahil kenarına geldiğimizi gördüm. Kimse yoktu.
Hayranlıkla kumları döven denize bakarken Hızlı adımlarla denize yaklaştım. Eğilip elimi suya daldırdım, serindi.
"Ben bir telefonla konuşup geleceğim" Ender Hocaya başımı sallayıp tekrar denize döndüm. Ayakkabımı ve çoraplarımı çıkartı kuma bastım. Çoraplarımı ayakkabının içine sokup uzağa bir yere bıraktım.
Eteğimin kenarlarından tutup yukarı kaldırıp denize yürüdüm. Serin su ayaklarıma deyince biraz ürperdim. Su bileklerimden yukarı gelecek kadar yürüdüğümde gel git yapan denizin dokunuşu hoşuma gidiyordu. Eteğimin suya değmesine izin vermeden denizin enine doğru yürümeye başladım. Suyu sıçratmak için zıpladığımda daire şeklindeki dalgalanma çok güzeldi. Zıplayarak yürümeye başladığımda sesli bir şekilde gülüyordum. Çok eğlenceliydi. Zıplayarak kendi etrafımda döndüm, gülmeye devam ederken uzaklaştığım yere doğru zıplayarak geri gitmeye başladım. Neye güldüğüm hakkında hiçbir fikrim yoktu ama iyi hissediyordum.
Kenarda duran büyük kayaların üstünde beni izleyen Ender Hocayı yeni fark etmiştim. Gülerek bana bakıyordu. Eteğimi hala tutarken bende hocaya bakıyordum. Pantolonunun paçalarını katlayıp ayakkabısı ile çoraplarını çıkardı ve yanıma geldi. "Sevdin mi?" hızlıca başımı sallayıp ayağımla hocaya su sıçrattım. Gözlerini kısarak baktığında arkamı döndüm sonrada zıplayarak kaçmaya başladım. Ender Hoca arkamdan gelirken "yaramaz çocuk" diye seslendi. "Hani çocuk değildim!" diye bağırdığımda Ender Hoca öyle bir zıpladı ki her yerime su sıçradı. Ağzımdan küçük bir çığlık kaçmıştı. Suya tekme atarak Ender Hocayı ıslattım. Ender Hoca karakter olarak ciddi biriydi ama şu an bana böyle uyum sağlaması çok hoştu.
Ayağımı geri kuma koyacağımda dikenli bir şey ayağıma battı. Tek ayağım üzerinde zıplayıp denge kuramayınca arkaya doğru düşüşe geçtim. Ender Hoca belimden tuttuğunda saçım suya girmişti. Beni kendine çektiğinde ayağımda batık duran şey yüzünden kuma basamıyordum. "Ayağıma bir şey battı" zıplayarak denizden çıkmaya çalıştığımda Ender Hoca kolumdan tutarak yardımcı oldu.
Kayaya oturduğumda sol ayağımın altına baktım. Dikenli bir top vardı. "Deniz kestanesi" çok sert basmamıştım sadece derime takılmıştı.
"Çıkaracağım şimdi" kestaneyi tutup birden çekti, acımamıştı.
Eteğim ıslanmasın diye o kadar uğraşmıştım ama ıslanmıştı. Güneş batarken bıraktığı renkler ile gördüğüm manzara aklımın en güzel köşesinde kalacaktı.
Ender Hocada kayada yanımda oturuyordu. Dizlerini kırmış ellerini de üstüne koymuştu. İkimizin de kıyafetleri ıslanmıştı, koyu lacivert gözleri ile denizin dalgalarını izliyordu. Bu adam beni rahatlatıyordu, mutlu ediyordu. Onunla olan sohbetimi seviyordum, bana olan ilgisi hoşuma gidiyordu ama bunu beni ne olarak görüp te yaptığını bilmiyordum. Ben öğretmenim gibi görsem de daha fazlasıydı benim için.
"Niye öyle bakıyorsun?" Hocaya bakıyor olsam da zihnim başka şeyler gördüğü için göz göze geldiğimizi fark etmemiştim.
"Sadece dalmış" gülümseyerek elini saçıma götürdü ama kafamı çektim. Sürekli temas etmemeliydi. "Açta daha hızlı kurusun" dedi bozuk bir sesle. Saçımdaki tokayı çıkartıp kayaya bıraktım ve sıkarak suyunu çıkarttıktan sonra dağıttım.
"İlk kez dokundum denize biliyor musunuz?" ayağımı kayadan sarkıtıp kumu eşelemeye başlamıştım. "Biliyorum, arkadaşların seni anlatırken tahmin etmiştim. Bu ilki yaşatabildiğim için mutluyum" ayaklarım kumun üzerinde çukur açarken söylediği şeyle hareketleri kesildi. "Teşekkür ederim"
Bulunduğumuz bu güzel yerde niye kimsenin olmadığını merak ediyordum. Aslında arabadan indiğimizde yolun yanında duran en az üç metre yükseklikteki dağ gibi bir şeyin arasından geçmiştik. İnsanların bir yolun kenarındaki bu boşluktan geçmek isteyeceğini zannetmiyordum. Bu dağ birazda mahremiyet sağlıyordu.
"Burası insanların bulabileceği bir yer gibi değil siz nasıl buldunuz?"
"Arabam bu yol üzerinde bozulmuştu, çekici beklerken bulmuştum" eminim kendine özel bir yer gibi hissediyordu.
"Burada deniz kabuğu vardır değil mi?"
"Vardır tabi, gel bulalım birkaç tane" kayadan inip sahilde yürümeye başladık. Ara ara Ender Hoca kumu eşeliyor kabuk var mı diye bakıyordu. Denize biraz daha yaklaşıp bu sefer orada aramaya başladık. Kumun üstünde ucu gözüken bir şey görünce hemen eğilip çıkarmak için kazmaya başladım. Avucum kadar bir deniz kabuğu çıkınca doğrulup zıpladım. "Hocam buldum!" Ender Hoca elinde bir kabukla yanıma gelince bendekine baktı.
"İçi boş mu baktın mı?" içinde yaşayan bir canlı olabilirdi ama görmek istediğime emin değildim. "Siz bakar mısınız?" kabuğu elimden alıp içine baktı sonra eğilip denizdeki sudan içine doldurdu, geri döktüğünde sadece kumlu su çıkmıştı. Kabuğu geri bana uzatınca "gerçekten deniz sesi geliyor mu bunlardan" diye sordum.
"İçine girip çıkan rüzgârdan dolayı duydukları sesi benzetirler sadece. Bazen de bir şeyler fısıldadığını söylerler" kabuğu kulağıma yaklaştırdım ama hiçbir şey duyamadım belki de denizin yanında olduğum içindi.
"Gidelim mi artık?" başımı sallayınca ayakkabıların olduğu yere doğru yürümeye başladık. Ayaklarımızı deniz suyu ile temizleyip arabadaki peçete ile kuruladıktan sonra ayakkabılarımızı geri giydik. Ender Hoca arabayı sürerken direksiyon üstündeki eline baktım. Tokamı bileğine takmıştı.

GÖZÜMDEKİ DÜNYAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin