"Şaka mı yapıyorsunuz, bu ev nasıl bizim olabilir ki?" bir apartman dairesinde dubleks bir evdi. "Hayır güzelim bizim evimiz" diye cevap verdi babam. Şaşkınlıkla elimi ağzıma götürdüm. "Sen sıkıntı çekme diye odalarınızı aşağı diğer misafir odalarını yukarı kurmuştuk en yakın zamanda yerlerini değiştireceğiz." Böyle bir şey asla beklemiyordum. Annemler yukarıda kendi odalarında, ben ve ablamda misafir odalarında kalıyormuşuz tabi kendi eşyalarımız ile. Oturma odamızın mutfak ile birleşik olduğunu biliyordum ama diğerlerini bilmiyordum.
Annem yukarı kata odalarımız değiştikten sonra çıkabileceğimizi söylediğinde bende hızlı adımlar ile odama geçtim. Siyah ve lacivert renklerinin hakim olduğu odamı gördüğümde ağzım bir karış daha açıldı. İçeri girip battal boydaki yatağıma oturduğumda aşırı düzenli olan odama bakıyordum. Bu gerçekten çok güzeldi. Camın önünde geniş bir çalışma masası vardı, odaya girdiğimizde sol tarafta kalan gömme dolabı nasıl yukarı çıkartabilirlerdi ki. Dolabın karşısında yatağım, yatağımın iki yanında da komodin vardı. Kapının olduğu duvarda ise büyükçe bir kitaplık vardı.
"Sağdaki komodinin ilk çekmecesini açsana" dedi kapıya yaslanmış olan ablam. Üç çekmecesi olan komodinimin ilk çekmecesini açtığımda telefon kutusunu gördüm. Çok pardon, son model telefonun kutusunu gördüm. Kutuyu elime alıp "bu benim mi?" diye sordum. Gülümseyerek kafasını salladığında kutuyu açmaya başladım. İlk önce jelatinini çıkardım ardında da kutunun kapağını açıp koyu lacivert rengindeki telefonumu elime aldım.
Ablam yanıma gelip elindeki şeffaf telefon kılıfını verdi. Onunda paketini açıp telefona takacaktım ki ablam durdurdu. "Dur hattını takalım" çekmecemden aldığı kartona sarılmış küçük karttı alıp içinden çıkardı sonrada telefonuma taktı. Kılıfımı da taktıktan sonra telefonumu açtım.
Ablam telefonun özelliklerini gösterip ihtiyacım olabilecek uygulamaları yüklerken mutfaktan güzel kokular gelmeye başlamıştı. "Bak sana sosyal medyada hesap açtım şu sevdiğin yazarları ünlüleri de takip edersin, istersen akrabaları da takip edersin." Ablamın söylediklerinin hepsine kafamı salladım, en sonunda telefonumu elime verdiğinde annem bizi çağırdı. Zamanın ne kadar hızlı geçtiğini fark etmemiştik. Üstümüzü değiştirmediğimiz için ablam kendi odasına gitti. Evde giyeceğim kıyafetler arasından siyah bir eşofman ile mor bir tişört aldım üstümü değiştirdikten sonra hemen lavaboya gidip ellerimi yıkadım.
Mutfağa geldiğimde ablam masayı kuruyordu. Bende tezgahtaki bardakları alıp masaya yerleştirdim. Sofraya oturduğumuzda babam elinde büyük bir tepsi ile geldi. Tabaklarımıza birer dilim koyduğunda herkes eli ile yemeye başlamıştı ama evin farklı kişiliği olarak bir hanımefendi edası ile çatal bıçak ile yemeye başladım. Ortaokulda aldığım adabı muaşeret dersleri bir işe yaramalıydı değil mi. Bardaklara doldurduğumuz limonlu sodamdan bir yudum aldığımda ablam ağzı dolu bir şekilde bana bakıyordu.
Lokmasını yuttuğunda "bana şu an kendimi aşırı kaba hissettiriyorsun, elinle yer misin şunu" sırıtarak başımı hayır anlamında salladım. "Sen niye çatal bıçak ile yemiyorsun?" diye karşılık verdim. Oflayarak başını olumsuz anlamda salladı. "Ecrin karar verdin mi okul için?" ağzımdaki pizzayı yutup "evet baba, gitmek istiyorum" dedim. Babam memnun olmuş bir şekilde "arkadaşımın kızının gittiği koleje gönderelim seni" dedi, merakla "hangi arkadaş?" diye sorduğumda yüzü bana nasıl hatırlatacağını düşünen bir hal aldı.
"Hani sen ortaokuldayken sınıfta düzenlenen sinema gezisini katılamamıştın sonra Mahir amca vardı, o seni kızı ile sinemaya götürmüştü." Babam anlatınca zihnimde hepsi canlandı. "Evet hatırladım." Kızının adı Aslıydı. "İşte onun kızı da eşit ağırlıkta iç mimarlık okumak istiyor"
Aslı ile aslında çocukluk arkadaşıydık, çokta yakındık ama kör olduğumda yaşadığım çöküş onlardan uzaklaşmamı sağladı. Zaten ortaokuldan sonra açığa aldığım için uzun yani üç yıldır görüşmüyorduk. Eski samimiyetimiz kazanır mıydık bilmiyordum ama ön yargı ile yaklaşmayacaktım. Belki de diğer arkadaşlarım ile yeniden görüşürdüm.
"Mahir amca Ankara'da değil miydi?" babam başını sallayarak, "bildiğin gibi proje grubumuzda oda vardı ve biz ne için geldiysek İstanbul'a onlarda o yüzden geldi."
Başımı sallarken tabağımdaki son lokmayı da ağzıma çatal ile bırakıp sodamı bitirdim. Döner ayran misali ikisini de aynı anda bitirmiştim. Sandalyemden kalktığımda "kesenize bereket her zamanki gibi çok güzeldi" dedim. Mutfaktan çıkıp odama geldiğimde her yeri incelemeye başladım. Çalışma masasının üzerindekileri ve çekmecelerindekileri karıştırdım. Dolabıma geçtiğimde ilk önce ortadaki iki kapağı açtım, içi o kadar doluydu ki eski kıyafetlerimden eser yoktu. Yanlardaki diğer kapaklarda da ev için olan kıyafetler ve bazı eşyalar vardı. En son güzel kitaplığıma geçtim. Eski kitaplarımı yerli yerinde görünce rahatladım ama birde kitaplarımın serileri devam ettirilmişti. Gözlerim görürken okuduğum kitapların serisini alamamıştım, hatta yenilerinin çıktıklarından bile bihaberdim.
Şu an okunacak o kadar kitap vardı ki bu beni heyecanlandırıyordu. Bir ve ikisini okuduğum kitabın ikincisini alıp yatağıma oturdum. Okuduklarımın hepsi aklımdaydı ama yine de son bölümünü okumakta yarar vardı. Kısa sürede son bölümü okuyup üçüncü kitaba geçtim.
Kitabın yarısına geldiğimde kimsenin yanıma gelmemesi dikkatimi çekti. Kitabın arasına ayracı koyup dağıttığım yataktan kalktım. Oturma odasına geldiğimde kimseyi göremedim. Odalara baktığımda yine görünmemeleri beni rahatsız etti. Bu katta bir koridor ve bu koridorda da iki kap vardı. Bir tanesi büyük ihtimal ile eve geldiğimden beri göremediğim merdivenlere aitti ama diğeri hakkında hiçbir fikrim yoktu.
Kapılardan biri aslında iki kapıdan oluşuyordu. İlk önce o kapıyı açtım, gerçekten de bahsettiğim merdiven vardı. Yukarıda olabilirlerdi ama annem ablam ile bana orayı yasaklamıştı yani ablam orda değildi. Diğer kapıyı açmakta biraz tereddüt etsem de açtım.
Tabi evin beni daha ne kadar şaşırtacağından habersizdim. Karşımda bir oda zannettiğim balkon vardı. Balkona normalde salon ya da mutfaktan çıkılırdı ama biz evin oda gibi duran bir kapısından giriyorduk. Üç tarafı filmli cam ile kaplı olan balkon...
Önümde ful cam vardı ama sağ ve solun bir kısmı duvardı ve sağ tarafta birkaç çekmece ile dolabı olan küçük ocaklı ve musluklu tezgah duruyordu. Sol tarafta ise büyük bir L koltuk vardı üstünde de aradığım ailem vardı.
"İki saattir sizi arıyorum sizde bensiz kahve içiyorsunuz, kırıcı" ablam son söylediğimi umursamadan "tabi ev büyük olunca bulamadın bizi"dedi, omuz silkip "hangi kahve o" diye sordum. "Dibek" dedi ablam ve sinirlerim kızıştı. "Şaka yapıyorsun değil mi? Bensiz içemezsiniz o kahveyi" ablam gülerek "seni sinir etmek çok güzel ya. O kahveyi sadece sen ile babam içiyorsun, babamda sen kitap okuyorsun diye içmedi kızı ile içecekmiş" Babama dönüp sırıttım. "Yapayım mı birer fincan?" babamda bana gülümseyerek "şu çekmecede var" dedi.
Dolaptan cezve çıkarıp ocağa koydum. Çekmecenin birinden fincanları birinden kahve kavanozunu çıkardım. Kahveden iki ölçü cezveye koyduktan sonra suda ekleyerek korkarak kahveyi pişirmeye başladım. Annem yanıma gelip bana yardımcı oldu. Kahve kaynamaya başladığında taşmadan fincanlara doldurdu. Şeker koyma gereği duymuyorduk çünkü bizim aldığımız paketin içinde şekerde oluyordu.
Fincanları alıp babamın yanına geçtim. En köpüklü olanı ona uzattığımda zevkle aldı. İlk yudumu aldığımda gözlerimi kapattım. Kahvenin muazzam tadı ağzımda dağılırken kokusunu içime çektim. Dibek kahvesini babam sayesinde öğrenmiştim. Normal kahvelerin kafein oranı çok yüksek olduğu için bende çarpıntı yapıyordu ama kahve içmeyi sevdiğim için yine içiyordum. Babamda zarar görmemem için ilk önce Türk kahvesini içirmişti. Açıkçası çok kötüydü bir yudum içtiğimde direkt nefret etmiştim ama babam üzülmesin diye fincanı bitirmiştim. Benim sevmediğimi anladığında da dibek kahvesi denettirmişti ve o gün bugündür bu kahveyi içiyordum sanırım beni istemeye gelseler yine bu kahveyi yapardım.
"Yakında okula kaydını yaptırmaya gideriz olur mu?" kafamı sallayarak babamı onayladım. On birinci sınıfın birinci dönemindeydik. Eksiklerim çok değildi ablam benim için okul kitaplarını almış ve bana elinden geldiğince ders anlatmıştı. Ablam sayısalcı olduğu için tarih ve coğrafyada biraz eksiğim vardı ama onlarda kolayca tamamlanırdı.
"Ecrin parka gidelim mi?" babama dönüp "gidebilir miyiz?" diye sordum. "Olur ben bırakırım sizi şirkete uğramam lazım" dedi anneme bakarak. Anneme başını sallayarak "bende kızların eşyalarını yavaştan toplayayım, yarın eşyalarınız yukarı taşınacak" dedi, hepimiz ayağa kalktığımızda fincanları tezgaha bırakıp hazırlanmaya geçtik. Giyinmeden önce duş almaya karar verip banyoya geçtim. Hastanenin kirini üzerimden atmam lazımdı.
İşimi bitirdiğimde hemen üstüme siyah bir kot pantolon ile gri yarım kollu bir tişört giydim. Saçlarımı hafiften kurutup salık bıraktım bu sıcak havada hemen kururdu zaten. Çantam ile beraber odamdan çıktığımda ablamda benle aynı anda odasından çıktı. Hole geçtiğimizde babam telefon ile konuşuyordu, bizi gördüğünde gülümsedi ve "Fatih şimdi kapatmam lazım bir işim var birazdan geleceğim zaten" diyerek telefon görüşmesini sonlandırdı. Babam işine önem veren bir insandı ama hiçbir zaman işi ailesinin önüne geçememişti.
Beyaz spor ayakkabılarımı giydikten sonra aşağı arabanın yanına indik. Babam ile ablam öne ben ise arkaya oturdum. Babam arabayı çalıştırdığında bende penceremi açtım. Orta hızda giden arabaya pencereden serin hava giriyordu. On dakikada parka gelmiştik, arabadan inip babama "görüşürüz" dediğimde aynı şekilde karşılık verdi. Biz parka girdikten sonra araba ile hızla uzaklaştı. Bu sefer oyun parkının orda oturacak bir yer aramaya başladık çünkü artık görebiliyordum o yüzden çocukları izlemek istiyordum.
Boş bir banka geçtiğimizde parkta oyun oynayan çocukları izlemeye başladım. Ankara'daki gibi değillerdi, mutlulardı ve gerçekten istedikleri için oynuyorlardı. Ablamın telefonu çalmaya başladığında hemen açıp kulağına götürdü. "Efendim Verda" diye başlayan konuşmanın uzun süreceğini düşünerek rahat konuşmaları için yanından kalktım ve parkı işaret ettim. Başını salladığında parka doğru yürümeye başladım. Salıncakların yanına geldiğimde bir tanesine oturup sallanmaya başladım.
Çocukların bir kısmı burada birileri ile tanışıp oynuyordu ama genelde bir daha o kişiyi göremiyordu. Kim bilir küçükken bu şekilde tanışıp unuttuğum kaç kişi vardı.
Salıncak birden biri tarafından hızlıca sallanmaya başladığında sıkıca zincirlere tutundum. "Hey neler oluyor?" Salıncak yavaşladığında arkamdaki kişi yanımdaki salıncağa geçti. "Vay prenses görüyor artık öyle mi?" gözlerimi devirip "Kayra?" dedim. Gülerek "Evet" dedi. "Bu sefer görerek tanıştığımız için daha çok memnun oldum" diye devam etti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GÖZÜMDEKİ DÜNYA
Dla nastolatkówGözleri görmeyen bir insanın gözleri açıldığında hayat bize göre ne kadar renkli gelir değil mi. Ama mutluluk dediğimiz şey anlık ve ya bir süreliğine olur. Ecrin Mutlu mutlu bir kız. Ama her zaman değil.