Sabaha kadar pek uyumamıştım. Sadece gün doğumuna yakın biraz gözlerimi dinlendirmiş sonra tekrar uyanmıştım. İlk önce odanın içindeki banyoda elimi yüzümü yıkamış ardından üstümü imkanlar el verdiğince düzeltmiştim. Dün gece ormanda koştuğumdan pantolonumun bazı yerleri çamur olmuş ve kurumuştu. Kuruduğu için daha çabuk çıkmıştı.
Kıyafetlerim kırışmıştı ama kötü görünmüyordum. Yatağın ucuna oturup günün iyice doğmasını bekledim.
Hayat cidden çok garipti. Dün sabah okula gitmek için evimde hazırlanırken, bu sabah Umut için Ankara'ya gitmek için tanımadığım bir yabancının evinde oturuyordum.
Yaşadıklarım akla alınması zor şeylerdi. Dün ormanda şahit olduğum olaylar, bana söyledikleri ve davranışları çok korkutucuydu. Umut için Ankara'dan geldikten sonra eğer bana bir şey yapmaya kalkarsa diye çok korkuyordum. Sonuçta ona ne istersen yaparım dedim ve benden ne isterse ölmemek için yapmalıyım. Belki o kadar kötü şeyler istemez diye düşündüm bir an ama sonra dün ormanda onları yapan adam bana ne yapmaz dedim içimden.
Öleceksem bile en azından sevdiklerimle vedalaşmak isterdim. Ansızın gelen ölüm acısını çok iyi bilirdim bu yüzden onlara veda etmek istiyordum. Ayrıca Umut'un da hastaneye ulaştığını ve iyileştiğini görmek istiyordum. Sanırım ölmeden önce yapılması gereken çok şey vardı.
Kapının kilit sesiyle hızla ayağa kalktım. İçeriye kırklı yaşlarda bir kadın girmişti.
"Demir Bey sizi aşağıda bekliyor hanımefendi." Demek yabancının adı Demir'di. Kadını başımla onaylayıp o önde ben arkada dün gece çıktığım merdivenleri indik.
Salon giriş kattaydı. Demir masanın baş köşesine oturmuş kahvaltı yapıyordu. Kadına nezaketen başımla selam verip Demir'in başında dikildim.
"Otur." Kafamı olumsuz anlamda salladım. Kahvaltı yapmak istemiyordum. İstesem bile onun masasında kahvaltı yapmazdım.
"Canım istemiyor." Bana omzunun üstünden bakıp tekrar kahvaltısına döndü ve alayla konuştu.
"Kahvaltı yap demedim otur dedim." Gözlerimi devirip çaprazına oturdum. Çok nazikti cidden (!)
"Ne zaman yola çıkarız?" Diye sordum merakla. Kahvaltısını yapmaya devam ederken konuştu.
"Kahvaltımı bitireyim çıkarız. Birkaç işim var onları halledeceğim saat 11'e uçak bileti aldım." Kafamı olumlu anlamda salladım. Kolumdaki saatime baktım. Henüz 08.17'idi. 11'e kadar neredeyse 3 saat vardı. Demir kahvaltısını bitirmiş olacak ki ağzını silip ayağa kalktı.
"Benimle gel. İşim 11'e kadar anca biter. Tekrar eve gelmeyeyim." Dediklerine uyup bende ayağa kalktım. Büyük salondan çıkıp uzun koridoru aştık ve çıkış kapısına geldik. Portmantoda asılı duran kabanını alınca montumu yukarda unuttuğum aklıma geldi.
"Ben montumu yukarda unuttum hemen alıp geliyorum." Dedim arkamı dönüp yukarı çıkarken. Arkamdan söylendiğini duysam da ses etmedim. Ankara'ya gidene kadar sabredecektim.
2. katın merdivenlerini çıkarken fark ettiğim ayrıntılarla duraksadım. Duvarda birkaç resim vardı. Büyük olan resimde orta yaşlı bir adam ve Demir'in çocukluğu vardı. Şimdiki haliyle çocukluğu arasında dağlar kadar fark vardı. Gülüyordu. Acaba nasıl gülüyordu? Gözleri kısılıyor muydu mesela? Durup burada bunları düşündüğüme inanamıyorum! Hızla yarıda bıraktığım merdivenleri çıkıp odadan montumu aldım ve tekrar hızla aşağıya indim. Demir fazla beklemiş olmanın siniriyle bana bakarak öfkeyle konuştu.
YOU ARE READING
GÜL GÜZELİ: Verda (+18)
Chick-LitArkasını dönüp gitmeye hazırlandığında son silahımı kullandım. Üzerimdeki iddialı geceliği askılarını omuzlarımdan düşürüp çıkardım. Zaten içimde iç çamaşırı olmadığından çırılçıplak kalmıştım. "Karını bu halde mi bırakıp gideceksin?" Yüzünü...