Selamlarrr, çok zaman oldu. Hikayeyi unuttuysanız tabi ki haklısınız. Çok sebep vardı, tabi en büyüğü erişim engeli.
Neyse bu fic sayesinde çok güzel insanlarla tanıştım, başlamadan önce bu bölümü sadeceadin ve linosumm a hediye etmek istiyorum. Son defa iyi okumalar🤧🤍🤧🤍
🧸🧸🧸
8 Ekim 2024 salı sabah 06.15, günlerden Jeongin
Şaka değil, Jeongin dönüyor ondan diyorum. İkinci gidişinde ne zaman döneceğini bilmenin rahatlığı olsa da onsuzluk iki günlük de zor, iki ay da. Seviyorum, özlüyorum ve kavuşmak için can atıyorum kısacası.
Yeni, daha doğrusu ilk diyebileceğimiz evimizde ikinci ayımız sanırım. Chan ve Minho hyung sonraki ayın kirasını vermeden apar topar toparlanıp geldik, pardon boş eve geldik. Ne kadar dil döksem de inatla karton üstüne serilmiş döşeklerde uyumaktan vazgeçiremedim. Gündüz evin tadilatına, mobilyasına koştururken akşam hepimiz ilk anda kaptığımız odalarda belki de en huzurlu uykumuzu çektik. Bir yere ait olmanın huzurundan bahsediyorum, buradan çıkınca ne olacak? Okul bitince? Ya kazanamazsam? demeden geçirmenin rahatlığı ile.
"Changbin düzgün tut şu vidayı ya" Yan odadaki bağırışlar Chan hyungun. Changbin yatağı geldiği gibi üstün yetenekleri ile 5 dakikada kurdu, elinde fazladan yedi vida, bir tahta parçası ile. Sonucu ise, bu bir ay içinde üçüncü dağılışı, yattığı an jenga gibi dökülüyor yatak. Seslere, Minho'nun söylenmeleri ve Felix'in kapımı tıklatması eklenince kalkıyorum yataktan. Gece pek uyuduğum da söylenemez zaten, sevgilim geliyor baykuş uyur ben uyumam.
Hâlâ zifiri karanlık olan odama bakınıyorum, duvarlarımı lacivert boyatmak doğru bir karar mıydı diye kısa bir düşünme seansından sonra kalkıp perdeleri açıyorum, havanın soğuğunu belli etmeyen güneş ışığı düşüyor odaya. Rafın üzerindeki ince tozla kaplanmış çerçevelere vuruyor, Jeongin'in gülşü daha da aydınlanıyor. Elime alıyorum kırmızı çerçeveyi, sayılı saatler sonra yanımda olacağının heyecanı ile sırıtıyorum. Onu indirip arkada kalan fotoğrafı alıyorum elime. Choi ailesinin toplu bir fotoğrafı, gülüşüm hevesini kaybedip buruklaşıyor ancak solmuyor.
Öğrendiğimden bu yana onlar hakkında çok şey biliyorum, ilk başta kendime inkar etsem de yokluklarını özlüyorum. Kendimden çok onlara üzülüyorum, hele de büyükanneme. Yanına gidiyorum üç hafta önce, kendi isteğimle, ilk başta anlamıyor tabi. Anlatıyorum ağlıyor, beş dakika sonra unutuyor, daha da bir şey demiyorum haftada bir gidip aklı az biraz yerindeyken kitap okuyorum öylece yanında. Uyuyakalıyor genelde, geldiğim gibi sessiz sedasız gidiyorum. Yalnızca torununun yaşadığını öğrenememesine üzülüyorum, ben yetimhanede yeni bir aile kuruyorum ama o yıllardır yas tutmaktan konuşmuyor bile, artık bu durumu da kabullenmeye başlıyorum.
Dağılan yatak kaosu sonunda biterken Minho ile yaptığımız ufak hız yarışıyla banyoyu ilk ben kullanıyorum. Felix çoktan sandviç malzemelerini sermiş masaya, Chan hyung gelin yardım edin diye çekiştiriyor, herkes keyfine göre koyuyor bir şeyler. Changbin çok güzel olduğunu iddia ederek aldığı sosu hepimize denettirmeye çalışıyor, sonunda ensesine sert bir şaplak yiyor. Kaotik kahvaltılar evimizin bir rutini haline gelmeye başlıyor. "Jeongin kaçta burada oluyordu." soran Felix. Gözüm yeniden telefona kayıyor, yeni mesaj yok. İkimizin de günü yoğun geçeceğinden pek konuşamadık. "Üçte varıyorlar, nakliye aracını bekleyeceklermiş dört civarı burada olurlar herhalde." Hepsi baş sallıyorlar ağızları dolu. Çok geçmeden de Chan hyung işe dördümüz ise okula çıkıyoruz.