Diğer günlerden farklı bir halde sınıfa girerken gözlerim arkadaşlarımı aradı. İçimde tarifsiz bir heyecan ve mutluluk vardı. Bunun tek sebebi Jungkook'tu. Kendimi kaptırmak istemesem bile, dünki sözleri ve hareketleri sabaha kadar uyumamı engellemişti. Uykusuz olmama rağmen enerjim yüksekti.Ona güvenmek çok zor olsa da, karakterini tanıyan biri olarak bu konularda yalan söylemeyeceğini biliyordum. Son günlerde yaşadığım şeyler yüzünden derslerimi, arkadaşlarımı ve en önemlisi kendimi ihmal etmiştim.
Aynaya bakmak bile istememiştim. Yemek yemek istememiştim. Sadece yatıyor, ama o vakitlerde de uyumayıp düşünüyordum. Aslında düşünmek bile denmezdi belki buna, sadece boşluk. Beynim ve kalbimin anlaşmış gibi içime soktukları boşluk beni korkutmuştu.
Beni var eden şey onun aşkı mıydı? Daha önceki Taehyung nasıldı?
Aşkım öyle bir ön plana çıkmıştı ki, kendimi unutmuştum. Ancak eski hayatım ve kendim, hatırlamak istemeyeceğim kadar kötüydü.
Her baskıyla büyüyen gencin hayaliydi üniversiteye gidip hayatını yeniden şekillendirmek. Ben de kurtulacağımı düşünerek gitmiştim. Ayaklarım parçalanana kadar koşsam bile, kaçamayacağımı kabullenmek zorundaydım.
Bunu geç öğrendim. Gerçeklerden, hayatımdan kaçamazdım. Hayatın yaşamaya değer bir yanı kalmamıştı benim için, kaçamayacağımı anlayınca.
İşte tam o zamanlarda, kaçtığım kişilerin avucunun içi gibi bildiği hayatımda, bir gizli sokak keşfettim. Hiçbir gözün değmediği o sokağa Jungkook'u koydum.
Uzaktan sevdim onu. Kaçmak isteyip soluk almak istediğimde kaçtım yanına.
Ben evimi o sokağa inşa ettim. O sokak, kimsenin bilmediği, sadece benim için var olan bir yerdi. Jungkook'a olan hislerim o sokağın duvarlarını örmüştü; her taşında, her köşesinde onun izi vardı. Ona dokunmak ya da duygularımı itiraf etmek için bir cesaret bulamıyordum, çünkü onu bu kadar sevmek bana yetiyordu.
Ama dün... Dün her şey değişti. Jungkook'un bana söylediği birkaç basit cümle, tüm dünyamı sarsmıştı.
Düşünceler kafamı ağrıtırken bana el sallayan arkadaşlarımın yanına gittim.Normalde kampüste olduğumuz günler önce Jungkook'un yanına gidip ona aldığım kahveyi verir, o beni görmezden gelme taklidi yaparken geceden özlediğim güzel yüzünü izlerdim. Şimdi ise fakültesine bile bakmamıştım.
Yanlarına oturduğumda hararetle dün hakkında konuşmaya başladık.Jimin ile Hoseok'a dayanamayıp geceden anlatmıştım. Yanımda hala bu olay ile ilgili konuşurlarken sadece gülümsüyordum.
Fakat o sırada kapı aralandı ve Jungkook içeri girdi. Elinde bir poşet vardı ve doğrudan bana doğru yürüdü.
Beni buraya gelmesinden de daha çok şaşırtan şey pembe saçlarıydı. Yine her zaman ki gibi simsiyah giyinmişti. Yüzünde de sert ifade fakat saçları pembe. Benim en sevdiğim renk.
Gözlerim ona kilitlenmişti, kalbim biraz daha hızlandı. Sessizce yanıma yaklaştı, gülümseyerek bana baktı ve poşeti masama bıraktı.
"Sana kahvaltın için bir şeyler aldım," dedi, sanki bu dünyanın en doğal şeyiymiş gibi. Sesi yumuşak, yüzünde ise rahat bir ifade vardı. Ama ben şaşkındım, ona sadece bakabildim.
"Jungkook..." diye fısıldadım, ne diyeceğimi bilemeyerek. Bu kadar düşünceli olması beni hem mutlu ediyor hem de daha da karmaşık hale getiriyordu.
"Kendine dikkat etmiyorsun gibi görünüyor," dedi gözlerime bakarak. "Sabahları aç kalma, tamam mı?"
Başımı salladım, ama içimdeki duygular fırtına gibiydi. Bu kadar küçük bir jestin bile bu kadar anlamlı olabileceğini hiç düşünmemiştim. Kendi içimde kaybolmuşken, Jungkook'un bu kadar yakınımda olması her şeyi alt üst ediyordu.