"Şimdi düşüp bayılacağım heyecandan," dedim, mutlulukla şakıyarak.
Bugün, hayatımın en güzel ikinci günü olabilirdi; çünkü Jungkook bugün mezun oluyordu. Yıllarca süren emek, uykusuz geçen geceler ve bitmek bilmeyen sınavların ardından sonunda tıp fakültesinden mezun oluyordu. Onunla gurur duyuyordum, ama aynı zamanda biraz buruk hissediyordum. O artık doktor olacaktı, bense hâlâ hemşirelik öğrencisiydim.
Jungkook'un geniş kalabalığa doğru yürüyüşünü izlerken kalbim yerinden çıkacak gibi atıyordu. Diplomayı aldığında yüzünde beliren gurur dolu gülümseme gözlerimi yaşarttı. Kalabalıktan sıyrılarak ona doğru koştum.
"Doktor Jungkook Jeon, size eşlik etmekten büyük onur duyuyorum!" dedim, abartılı bir şekilde selam vererek. O ise kahkaha atarak beni kucakladı.
"Taehyung, cidden... abartıyorsun," diyerek yanaklarımı sıktı.
"Ama bu kadar harika birini nasıl abartmayayım?" diye karşılık verdim, gülerek.
Jungkook, gözlerini kısıp yüzüme bakarken, "Senin de mezuniyetin çok yakında, öyle değil mi?" diye sordu, hafifçe omzuma dokunarak.
Başımı salladım. "Evet ama senin kadar büyük bir şey değil tabii. Sen koskoca bir doktorsun artık. Hem de benim gurur duyduğum biri."
Jungkook'un gözlerinde yumuşak bir ifade belirdi. "Sende koskoca bir hemşiresin Taehyung.Bana verdiğin destek olmasaydı, bu kadar kolay başaramazdım, Taehyung."
Bu sözleri duyduğumda içimde sıcacık bir his yayıldı. Aramızda sessiz ama derin bir bağ vardı, kelimelere dökülmese bile...
Dizilmişlerdi, tüm mezunlar cüppelerini giymiş, yemin etmek için sıralanmışlardı. Jungkook, kalabalığın ortasında dimdik duruyor, yüzünde büyük bir ciddiyetle uzaklara bakıyordu. Gözlerinde gurur, tüm zorlukları geride bırakmanın hafifliği vardı. Onu böyle görmek içimi tarifsiz bir mutlulukla doldurdu. Gözlerim yavaş yavaş dolmaya başlamıştı; kendimi ne kadar tutmaya çalışsam da boğazımda bir düğüm hissettim.
Derin bir nefes alıp dikkatimi toplamaya çalışırken yanımda hafif bir hareket hissettim. Başımı çevirip baktığımda, tanıdık ama çok nadir gördüğüm yüzlerle karşılaştım. Birkaç kez görmüştüm sadece; Jungkook'un uzun zamandır görüşmediği annesi ve abisi Seokjin yanımda duruyorlardı. Jungkook'u gurur dolu gözlerle izliyorlardı. Annesi gözlerini oğlundan bir an bile ayırmadan yanıma yaklaştı ve kolunu yavaşça omzuma doladı. Hiç beklemediğim bu sıcak dokunuşla, duygularım daha da yoğunlaştı.
"Sen de onun için buradasın, değil mi?" diye fısıldadı, sesi titrek ama sıcak bir şefkat doluydu. Bu sözleri duyunca gözlerimde biriken yaşları artık tutamaz oldum. Boğazıma düğümlenen kelimeleri çıkaramadım, sadece başımı sallayarak ona hak verdiğimi gösterebildim. Ona her şeyi anlatmak isterdim; Jungkook'un nasıl çalıştığını, nasıl hayallerini kurduğunu, nasıl uykusuz geceler geçirdiğini. Ama boğazımdaki düğüm izin vermedi.
Bu sırada Seokjin, yanağımda beliren gözyaşını fark etmiş olmalı ki, elini omzuma koyarak bana destek oldu. Sesi yumuşak ve güven vericiydi. "Jungkook'a, hayatta her şeyden önce senin gibi bir dost lazım," dedi, dost kısmına yaptığı vurgu bile desteğini hissettiriyordu. Bakışları bana derin bir minnettarlıkla doluydu. Bu sözler, tam anlamıyla kalbime dokundu. Onların bu sıcaklığı, beni Jungkook'un en yakınında, ailesi gibi hissettiriyordu. Bu sahnenin, bu anın Jungkook için ne kadar önemli olduğunu biliyordum, ama şimdi anlıyordum ki, onun için buradayken, ailesinin yanında olmaktan duyduğu gururu paylaşırken, aslında ben de onun hayatında önemli bir yerdeydim.
Jungkook, sırası geldiğinde ağır adımlarla ileriye yürüdü, kalabalığa doğru dönüp yeminine başladı. Gözlerimiz onun üzerindeyken, içimde bir sıcaklık dalgası yükseldi. Jungkook'un annesi, beni omzuma dokunarak daha sıkı sarıldı. Her birimizin yüreği, o anın kutsallığıyla dolmuştu. O mezuniyet alanında, bu kısa an, ikimiz için de çok daha anlamlı, çok daha özel bir hale gelmişti.