3. BÖLÜM: "BEDEL"

15 2 1
                                    

Gözlerim kapalı olduğunda, dünyayı daha iyi gördüğüme inanırım. Çünkü karanlıkta hiçbir şey göremeyiz. Bu da dünyayı kısa bir an için güzel yapıyor. Çünkü siyahlığa biraz renk karıştı mı, hem arındırmaya hem de bedelini ödemeye başlarsın. Dünyada fazladan binlerce renk olduğuna göre, bu da fazladan ödenecek binlerce bedel demek. Her birimiz farklı, her birimiz başka bir renk.

Yabancı ve sert bir dokunuş, beni karanlık dünyamdan soyutlayıp, gerçek dünyaya döndürdü. Bir şeyler söyleniyordu sağlık görevlisi ama ona tek yaptığım boş ve yarı baygın gözlerle bakmak oldu. William'ın küçük bedeni dizimden kaldırılıp sedyeye konulduğunda, hem panik hem de rahatlık içerisindeydim. Bir sağlık görevlisi beni de kaldırmak istedi. Ondan yardım alarak kalktım. Ambulans da William'ın kalbi bir kez durdu. Fazla kan kaybetmiş. Bana bir şeyler söylüyorlardı. Anlamıyordum. Cümleleri duyuyor ama biçimlendirip anlamlaştıramıyordum. Hastaneye geldiğimizde hiç vakit kaybeden William'ı götürdüler. Olabildiğince hızlı gitmeye çalışıyordum ama eğer hızlı gidersem tekrar bayılacağımdan emindim. Yavaş ve temkinli adımlar atıyordum. Her an kusacak gibi hissediyor, zeminin ayağımdan kaydığını görüyordum. Etraf dönüyor ve bu da başımı ağrıtıyor ve kusma hissi uyandırıyordu. En yakın sandalyeye çöktüm. Gözlerimi kapattım: Bayılmamak için.

Uyandığımda gün ağarmak üzereydi. Kendimi iyi hissediyordum. Hızla kalkıp William'ın yerini öğrenmeye koyuldum. Ameliyata alınmıştı: Beyin kanaması.

Göz pınarlarım sızladı. Ağlamak üzereydim. Hastaneye saat 21.48'de giriş yapmışız. Ve saat 04.56'dı.

Ameliyattan çıktığında William'ı öyle görmek çok sarsıcıydı. Küçük vücudu, baygın olarak, hareketsizce yatıyordu. Kocaman bir hayal kırıklığı. Son sözümü hatırlıyorum ona, baygın olmadan önce, evden ayrılmadan önce: "Artık ablanın gitmesi gerek. Olabildiğince erken gelmeye çalışacağım. Evden çıkmayacağını biliyorum. Masanın üzerinde birkaç tane çikolata var, yemeyi unutma."

Düşünüyorum da, ne oldu da evden çıktı? Onu evden koparan şey ne? Mutlaka ilgi çekici ve cezp edici bir şey olmalı. William'ın sözümden çıktığını hiç hatırlamıyorum. Uzun bir bekleyiş yerini gerginliğe bıraktığında doktorlardan biri, genç bir doktor, bana kahve getirdi. Ona minnettardım. Kahveye ihtiyacım vardı.

"Kardeşinizi birazdan görebilirsiniz." dedi ve yanıma oturdu. "Ameliyat nasıl geçti? Yoldayken bir kez kalbi durmuştu." dedim ama kalbime öyle bir sancı girdi ki, ölmediği için binlerce kez şükrettim. "İtiraf etmek gerekirse... William çok güçlü bir çocuk. Yaşına rağmen. Ameliyattayken de kalbi durdu ama çalıştırmayı başarabildik. Neyse ki, kanamayı hemen bulduk. Tam vaktinde yetiştirmişsiniz. Bilirsiniz, saniyeler değil, saliseler hayat kurtarır." Doktorun söylediklerinden çok, bizi hastaneye yetiştiren genci hatırlamaya, parçaları birleştirmeye çalışıyorum. Ama nafile. Karanlıktan yüzünü seçemiyorum. Bizi hastaneye getiren ve ambulansı çağıran o. Onu göremedim hastaneye geldiğimizde. Tek düşündüğüm, William'dı. Ama ayıp ettim. Teşekkür etmem gerekirdi.

"Eliniz... Elinize bakmamı ister misiniz? Çok kötü gözüküyor."

"Ha?"

"Elinizde keskin bir yara izi var. Dikiş atmamız gerekebilir."

"Hayır, gerek yok. Teşekkür ederim. Eve gidince kendim pansuman yapabilirim."

Başını sallamakla yetindi. Biraz gergin gözüküyordu. Bana söylemek isteyeceği bir şey varmış gibi hissediyordum. "Kötü bir durum mu var?" dedim temkinli bir sesle. Doktor bana bakmıyordu ama kahvesinden bir yudum aldı ve gözlerini gözlerime kilitledi. William, ablası, yani siz, olduğu için güvende sayılır. Ama daha çok küçük. Üzülerek söylemeliyim, yetimhaneden görevli arkadaşlar geldi. Görüşmenizde fayda var. Birazdan yanınıza geleceklerdir." dedi ve kalktı. Şok olmuştum. William'ı benden alacaklar mı? Kesinlikle, izin vermem. Onu benden alamazlar. Yalnız bırakamazlar beni.

YENİLGİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin