4. BÖLÜM: "İPUCU"

13 2 0
                                    

Durduğum yere çivilenmiş bir halde, cümlelerin barındırdığı anlama odaklanmaya çalıştım. Ailem, diyordu. Benim ailem. Ailemin nerede olduğunu bildiklerini iddia eden, iki karizmatik adam. "Size nasıl inanacağım?" dedim tek kaşımı kaldırarak. "Babanızın talimatı var. Acilen gitmemiz gerekiyor, Karlie. Hazırlan. Her an gelebilirler." Endişeli gözüküyorlardı. "Kim her an gelebilir? Hem William ne olacak?" "William'ı henüz alamayız ama işler yoluna girince, her şey düzene girecektir. Lütfen, hazırlanın." "Peki, hazırlanacağım. Ama öncelikle babamla konuşmak istiyorum. Lütfen, babamı arayın." Onlarla gidecek miyim, bilmiyorum ama bu bahaneyle babamın sesini gerçekten duymak istiyordum. İkisi de, birbirine gergin bir bakış attıktan sonra telefonu cebinden çıkardı ve numarayı tuşladı. Telefonu bana uzattığında, neredeyse kalbim ağzıma gelecekti. Kafeste çırpınan bir kuş gibiydi kalbim. "Efendim?" babamın sesi kulaklarımdan çok, ruhumda ki boşluğa akın etti. Tam 6 yıldır açık olan boşluğa. Hasret. Özlem. Sevgi. Saygı. Mutluluk. Özgürlük. Nefret. Öfke. Sevinç. Üzüntü. Bütün duyguları hissettim. Babama duyduğum bütün hislerin karmaşası beni afallatmaya yetti. "Ba-baba?" dedim ve sağ gözümden akan bir damlanın sıcaklığı beni kendime getirdi. "Karlie?" babamın ağzından kendi ismimi duymak, beni ürpertti. İçim titredi. Sesimin de titrediğini konuşunca fark ettim. "Baba, buraya iki adam geldi ve beni senin yanına çağırdıklarını söylüyorlar." Uzun bir sessizlik oldu. "Karlie, bak, evimize gelen iki adamı görüyor musun? Onlarla git. Sakın endişelenme, güvende olacaksın." Babamın sözleri, yıllar öncesi gibiydi. Taze, güven veren. Her ne kadar onunla konuşmak istesem de, telefon kapandı. Babamın, sesi yapay gibi gelmişti bana. Güven veren cinstendi ama pek güven verdiği söylenemezdi. Sesi neredeyse titriyordu. İçim burkuldu. Telefonu adama verip "Tamam, geliyorum." dedim ve kapıyı kapattım. Odama girip çantamı hazırlamaya başladım. Ne alacaktım ben şimdi? Bir pijama takımı, iki eşofman, iki kot pantolon ve iki salaş tişört. İç çamaşırlarımı da tıkıştırdıktan sonra çantamı yere koyup kendim hazırlandım. Saçlarımı topladım ve pantolonumu ve salaş tişörtümü giydim. Spor ayakkabılarımı da giydikten sonra ceketimi de üstüme geçirip dışarı çıktım. Omzumda ki, çantamı düzeltip bahçenin dışında bekleyen araca ilerledim. Bir anda aklıma babamın bana aldığı kitabım ve bugün Harron Coden'nın masasından izinsizce ödünç aldığım iki resim çerçevesi aklıma geldi. Koşar adım gittim ve ikisini de elimle koymuş gibi buldum. Hızlı adımlarla evden çıktım ve arabaya yöneldim.

Arabaya bindiğimizden beri, ortamda ki gergin hava, dinmek bilmedi. Sohbetler bir ya da en fazla iki üç cümleyle sınırlandırılıyordu. Ben ve benimle birlikte üç kişi daha arabaya bindi. Pencereden dışarı bakınca havanın ürkütücülüğüyle yüz yüze geliyordum. Gece yolculuklarını sevsem de, çoğu zaman dağ yollarından gitmek beni hep ürkütmüştü. Şimdi de böyleydi. Yüksek bir tümseğe çarpsak, kalp çarpıntısından ölebilirdim. Böyle bir şey olmamasını umarak, başımı arkaya yasladım ve kollarımı göğsümde birleştirdim. Şimdi sadece gözlerimi kapatıp, yolculuğun erken bitmesini istemek kalıyordu. Ve çok sürmeden araba büyük bir gürültüyle sallandı. Yerimden sıçradığıma yemin edebilirim. Lanet olsun, sadece uyumak istemiştim! "Ne- Ne oldu?!" diye bağırınca bütün yüzler bana döndü. Arkama yaslanıp, nefeslerimi düzeltmeye çalıştım ama nafile. Yanımda oturan adam bana su uzattı. Suyu almak için elimi uzattığımda elimin acayip bir şekilde titrediğini fark ettim. Aynı özellik bütün vücudumda baş göstermişti. Suyu ağzıma götürdüm ve bir yudum aldım. "İyi misin?" dedi su veren adam. "Sadece arabanın tekerleği patlamış, korkulacak bir şey yok." Başımı salladım. Arabanın kapısını kapatıp dışarı çıktı. Tek başıma kalmak istemiyordum ama onlardan birine benimle kal diyemezdim. Yarım saat sonra arabanın kapısı açıldı. Beş adam- yanımda oturan üçü ve önde oturan sürücü ve muavini- sıralanmıştı. Korkum artarken su veren adam konuştu: "Bayan Walker, sizi rahatsız ettiğimiz için üzgünüz. Yolculuğunuza bizsiz devam etmek zorundasınız. Yeni aracınız geldi." dedi ve sol tarafını gösterdi. Arabadan indim ve yeni araca yöneldim. Şimdikinden daha parlak ve pahalı duruyordu. Arabadan iki kişi indi ve elleriyle zarif bir biçimde içeri girmemi istediler. İçeri girdiğimde, tedirginliğim üzerimdeydi. Bir adam arabaya bindi. Diğeri ise dışarı da kalıp diğer araca yöneldi. Arabanın ön camından onlara bakıyordum.
Adam belinden silahını çıkartıp, bana su veren adamı başından tuttu ve vurdu.

Aynı anda çığlığı bastım. Arabadan çıkmak istedim ama kapının yanında oturan adam beni belimden tutup çıkmamı engelledi. "Hayır, efendim. Çıkamazsınız!" diye bağırdı ama ölmek istemiyordum. Ağzımı kapatan eline dişlerimi geçirdim ve adam acıyla inledi. Arabadan indiğimde arkama bakmadan koştum. Taşlar hızlı koşmamı engellese de, durmayacaktım. Karanlıkta nereye gideceğim konusunda hiçbir fikrim yoktu. Hızımı arttırdıkça, çanta sırtımı dövüyordu. Son bir kez arkama bakmak istedim koşarken. Önümde ki kocaman taşa takılıp, düşmeden önce.

Ellerim ve dizlerim acıyla yanarken "Ah!" diye inledim. Sesim boğuk ve sitemkar çıkmıştı. Gözlerim yanmaya başladı. Yere oturdum ve elimi dizime götürdüm. Acıyla bir çığlık attım. Karanlıkta seçemesem de, elime bir sıvı bulaşmıştı. Gürültülü bir şekilde ağlamaya başladım.

"Nereye gidiyorsun sen? Bu karanlıkta nereye gidebilirsin ki? Hem yere düştün ve artık yürüyemeyecek haldesin. Sana yardım etmek için buradalar, seni öldürmek için değil. Kendine gel ve toparlan. Onlara ihtiyacın var. Hangi tarafın suçlu olduğuna sen kara veremezsin. Kimin seni koruduğuna sen karar veremezsin. Onlarla git. Seni koruyacaklardır."

İç sesim benden de özgüvenli çıkmıştı. Hiçbir şey anlamadım. Beni almak isteyen siyah ve pahalı araç yanımda durdu ve birinin ben kucaklamasıyla arabaya bindim. Görüntülerin hiçbiri net değildi. Sadece beni kucaklayan kişinin, erkeksi kokusu burnuma dolarken ona daha fazla sarıldım. Galiba ısıya ihtiyacım vardı. Ocak ayındaydık ve ben dışarıda gerçekten üşümüştüm. Titrediğimi kollarıyla beni sarınca fark ettim. Gerçekten bu adamın kim olduğunu bilmiyorum ama ona bir teşekkür borçlu olduğumu kesinlikle hissetmiştim..

Birinin beni dürtmesiyle doğruldum. Etraf alacakaranlıktı. Arabanın tepesinde yanan ışık dışında hiçbir ışık görememiştim. "Geldik, Bayan Walker. Şimdi içeri girmek zorundasınız." Üstümde ki pikeyi sertçe çektim ve başımı eğerek arabadan çıktım. Sol tarafta beyaz ışık saçan bir sokak lambası vardı. Karşımda da, eskimiş demirden bir kapı ve yanında çöp konteynırı vardı. "Neredeyiz?" dedim ama bir adam başını olumsuz bir anlamda sallayarak beni kolumdan tutup sürüklemeye başladı. "Bırak beni lanet olasıca!" diye bağırdım ama çoktan içeriye girmiştik. Arkamızda sıraya dizilmiş üç adama, yanımda kolumu sımsıkı tutan adam emirler yağdırıyordu. "Babam nerede?" dedim etrafa bakarak. Adam hiçbir şey söylemedi. "Babam nerede?!" diye bağırdım. Adam aniden bana baktı ve bir adım ilerledi. Bende bir adım geriledim. İşaret parmağını bana uzatarak "O lanet çeneni kapa." dedi. "Pislik herif! Beni kandırdın! Babam nerede?!" diye bağırdım ve ona doğru yönelmiştim ki, kolumdan öyle bir tuttu ki bağırmamak için zor tuttum kendimi. Adamlarla konuşurken bir an kolumu gevşetti ve fırsattan istifade adamın yüzünü sem sert bir yumruk indirdim. Babam yokken, annem kendimi savunmam için kurslara yazdırmıştı beni. Şimdi anneme büyük bir teşekkür borçluydum. Adamın burnunun kanadığını görünce geri çekildim. Adam yavaş bir şekilde elini burnuna götürdü ve kana baktı. Kalbim korkuyla çarpıyor, aklım ise kaçış planları yapıyordu. Sağ tarafta ki adamlar kapıyı tutuyordu ve sol tarafım tamamen boştu. Karşımda duran adam bana bir hışımla saldırınca çığlımı koyverdim ve sol tarafa doğru koşmaya başladım. Dizlerim yüzünden fazla hızlı koşamıyordum ama bu halimle bile iyiydim. Sadece kıvrımları fazla olan bir binadaydık ve ben sürekli bir yerlerden dönüyordum. Son kez döndüğümde ise metal ağır bir kapıyla karşılaşmıştım. Kapının kolunu defalarca çevirdim ama açılmadı. Adamın hırıltısını duyunca korkudan bayılmamak için dualar ediyordum.

"Seni küçük sürtük! Kaçabileceğini mi sanıyordun?!" diye saçlarımdan tutup kulağıma doğru bağırdı. Kısa bir an için sağır olduğuma yemin edebilirdim. Saçlarımı iyice kavrayıp beni havaya kaldırınca acının tahammül edilemeyecek kadar fazla olduğunu hissettim. Son sesimle çığlık attım ve saçlarımı kurtarmaya çalıştım. Adam beni indirip ani bir refleksle duvara yapıştırdı. Kolunu boğazıma dayayınca beni öldürecek sandım.

Ne oluyordu böyle?

İşkenceye maruz kalacak kadar sert bir yumruk muydu attığım?

"Eğer bana bir daha dokunursan...Kimin kızı olduğunu unuturum ve sana neler yapabileceğimi tahmin bile edemezsin."

"Ne o? Bir kızın yumruğu seni afallatmaya yetti, öyle mi? Senden ve adamlarından korkmuyorum!" diye bağırdım. "Kapa çeneni!" diye bağırdı ve kolunu omzuma daha çok bastırdı. Nefessiz kalmaya başlamıştım. "Bir kızın senden daha güçlü olmasını yediremiyorsun! Bu benim sorunum değil! Bırak beni lanet herif!"

Büyük bir bağırış. Sonrasında suratıma inen büyük bir yumruk ve karanlık.

Evet, en son hatırladığım güzel anılarım bunlardan ibaretti.

YENİLGİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin