~Ⅷ~ -s-

74 12 22
                                    

Karanlığın ortasında, Hongjoong'un yenice düzenlenmiş masasına çökmüş halde uyandığında masanın köşesi rahatsız edici bir şekilde Seonghwa'nın yanağına batıyordu. Derin bir gümleme gemiyi sarstı ve Seonghwa irkilerek doğruldu.


Söylendiği gibi kendisini odaya kilitlemiş, Hongjoong'un gelmesini bekliyordu. İçindeki huzursuzluğu göz ardı edebilmek için etrafı toplayıp düzenlerken gece olmuştu. Tüm haritaları rulo haline getirip cografi bölgelere göre dizmiş, kalemleri ve tüyleri sıralamış ve mürekkep kavanozlarını temizlemişti. Masanın üzerindeki belgeleri ölüm tehditleri, merhamet talepleri, envanter listeleri ve kaptanın deri kaplı seyir defteri yerine müsvedde kağıtlarına çiziktirilmiş seyir notları olarak sınıflandırıp yerleştirmişti. Kilitli dolaptaki rom, şarap ve alkol şişelerini en dolu olandan en boş olana doğru sıraya dizmişti.


Ama eşi hala onu almaya gelmemişti.


Bir diğer patlama sesi dolaptaki şişeleri tıkırdattı.


Seonghwa doğruldu ve dışarıya göz atmak için perdeyi araladı. Güverteye karanlık hakimdi. Hiçbir şey göremiyordu. Başka bir patlama sesi daha duyuldu – bu kez daha gürültülüydü.


Yaptığının yanlış olduğunu bile bile kapının kilidini açtı ve boş güverteye çıktı. Ticaret gemisi Horizon'un yanında gökyüzünü gölgeliyordu, bir atın ya da atletik bir kişinin aradan atlayabileceği kadar yakındı. Tabancaların çıkardığı kıvılcımlar, diğer gemideki denizcileri aydınlattı. Bir başka yüksek ses güverteyi sarstı ve Seonghwa topların bir süredir ateşlendiğini fark etti.


Kılıçların çarpışmaları, tabancaların keskin atışları, metal çınlamaları, insanların acı dolu çığlık ve haykırışları tüm güverteyi inletiyor ve Seonghwa'nın kulaklarını tırmalıyordu. Bir savaş. Alabildiğine bir çarpışma. Yanındaki gemide bir yerlerde, eşi hayatı pahasına mücadele ediyordu.


Seonghwa bu konuda endişe duyması gerektiğini düşündü. Ya da belki duymamalıydı. Sonuçta anlaşmalı bir evlilikti onunkisi - üstelik pek düzgün bir evlilik de sayılmazdı - yani evli olması kocasını sevmek zorunda olduğu anlamına gelmiyordu. Hongjoong kesinlikle onu sevmiyordu. Hatta belki böylesi Seonghwa için daha iyi bile olabilirdi? Eğer evine dönebilirse...


Arkasından gelen bir ses onu aniden alarma geçirdi. Bir çift el kendisini kavramak için atıldı ancak Seonghwa sıyrılarak uzaklaşıp Hongjoong'un adını haykırdı. Karanlıkta bir ip yığınına takılıp yere düştü. Yunho'ya seslendi. Eller gömleğine yapışıp onu yukarı çekti. Jongho'ya, Yeosang'a, Wooyoung'a ve Mingi'ye seslendi.


"Ne güzel bir şeysin sen böyle." Karatahtaya sürten çivi gibi pürüzlü bir ses konuştu.


Seonghwa'nın boğazından haykırışla San'ın ismi koptu.


Onu yakalayan denizcinin, dirseğini kaburgalarının arasına sokmasını ya da dönüp dizini kasıklarına geçirmesini beklemediği belliydi, adamı hazırlıksız yakalayan Seonghwa serbest kalıp kabine doğru koşmaya başladı. Denizci ona çelme taktı ve Seonghwa siyah tahtaların üzerinde sürüklendi. Denizci onun üzerine eğildi; yüzünde soluk ay ışığının aydınlattığı müstehcen bir sırıtış vardı. Seonghwa, Hongjoong cansız bedenini bulduğunda ne yapar merak ediyordu. Ya yas tutardı, ya öfkeye kapılıp her yeri alt üst ederdi, ya da gücünün bir göstergesi olarak cesedini sarayın kapısına atardı.

Pislik ve Kötülük | seongjoongHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin