Seonghwa sabah kalktığında ne başının zonklaması geçmişti, ne de midesindeki bulantı. Gözlerini ovuşturup sızlandı, kaptanın büyük yatağında bir başınaydı. Hala pijamalarının içinde sendeleyerek odadan çıktı ve güverte boyunca koşup kenardaki korkuluklardan eğilerek kafası hafifleyene ve kesik kesik nefes almaya başlayana kadar midesinde ne varsa okyanusa bıraktı.
Başını kaldırdı, gözleri tekrar odaklandığında birkaç mil ötede başka bir geminin süzüldüğünü gördü. Komşu krallığın sarı bayrağını dalgalandıran bir ticaret gemisi gibi görünüyordu. Geniş, sonsuz okyanusta tek başlarına olmadıklarını görmek tuhaf hissettirmişti. Seonghwa diğer geminin ne zaman görüş açılarına girdiğini merak etti. Dün mü? Sabahın erken saatlerinde mi?
Seonghwa acı alkol tadı ve boş yere zırlamaları dışında dün olup bitenlerin çoğunu hatırlamıyordu. Ayaklarının üzerinde dengesini sağlayamayacağını fark ettiğinde korkuluklara yaslanıp yere oturdu ve gözlerini eliyle kapadı. Her kalp atışında beyni de zonkluyordu. Terli ve iğrenç hissediyordu, diğerlerinin onunla dalga geçeceğinden adı gibi emin olmasa kendisine bir banyo hazırlamalarını talep ederdi.
"Majesteleri," Başına saplanan keskin ağrı dalgalarının arasında Yunho'nun sesi duyuldu.
Gözlerini açtı ve parmaklarının arasından baktı. "Pek iyi hissetmiyorum." dedi kısaca.
Yunho yüzüne yayılan gülümsemeyi bastırmaya çalıştı. "Kaptan üstüne doğru düzgün bir şeyler giyip üst güvertede ona katılmanı istiyor."
Seonghwa itibarını geri kazanmak için dişlerini sıkıp ayağa kalktı. "Kaptanımızı bekletmeyelim o halde."
Seonghwa insan içine çıkabilecek bir hale geldiğine ikna olup üst güvertenin merdivenlerini tırmandığında tüm mürettebatın hazır halde onu beklediğini gördü. Diğerlerinin ona karşı bakışlarından tedirgin olmuş bir halde Hongjoong'un yanındaki yerini aldı.
Hongjoong kibarca gülümsedi ve Seonghwa'nın ceketini düzeltti. "Günaydın, hayatım. Wooyoung'un sana söylemek istediği bir şey var."
Wooyoung bir adım öne geldiğinde Seonghwa vücudunun gerildiğini hissetti, ancak Wooyoung birkaç adım ötesinde durup bir dizinin üstüne çöktü, başı yere eğikti.
Veliaht prens olarak Seonghwa insanların önünde tek dizleri üstünde eğilmelerine, bağlılık yemini etmelerine veya bir şeyler talep etmelerine alışıktı. Ama iradesi kuvvetli olan bir korsanın Seonghwa'nın önünde eğilmesi... nefesini kesmişti.
"Prens Seonghwa," diye başladı, ses tonu gergin ancak saygılıydı. Seonghwa nasıl bir tepki vermesi gerektiğini bilmiyordu ve başı hala zonkluyordu. "Dünkü davranışlarımdan ötürü özür dilerim." Wooyoung devam etti. "Sizi yanlış yönlendirdim. Acımasızcaydı. Yanlıştı." Cümleleri kurarken işkence çekiyor, kendiyle savaş veriyor gibi görünüyordu. "Sizden naçizane affınızı ve merhametinizi diliyorum."
Seonghwa dili tutulmuş bir halde Hongjoong'a baktı. Hongjoong elini gelişigüzel bir şekilde Seonghwa'nın beline sardı. "Dün sarhoş olmana neden olan şey, senin kendi sorumsuzluğun değildi." Eşinin yakınlığı karşısında Seonghwa'nın baş ağrısı daha da şiddetlenmişti. "Ve sen neye karar verirsen ver Wooyoung cezasını kabullenecek."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Pislik ve Kötülük | seongjoong
FanfictionHongjoong karanlık bir ıslık çaldı. "Uzun bir emir, efendim." Dudaklarında alaycı bir gülümsemeyle başını iki yana salladı. "Bedeli ağır olur." Seonghwa'nın babası tahtının kollarını kavradı. "Ne istersen." Hongjoong duraksadı ve Seonghwa'yı süzdü...