asi'nin içi sıkılıyordu.
günlerdir aklından çıkaramadığı anlar peşinde dolanırken tolga'yla aynı yatağa girmek de kendisine dokunmasına izin vermek de giderek daha zor bir hâl almaya başlamıştı. asi var olmaya çalıştığı acımasız ve hırçın dünyanın içinde sanki mümkünmüş gibi artık daha da fazla boğuluyordu. bunun tek sebebi de aptal alaz soysalan'dı.
tek bir dokunuş.
ve asi sonu gelmez bir kuyunun içinde kendi karanlığından daha derine dalmıştı. artık önünü göremiyordu. nereye doğru gittiğini göremiyordu. ne yapacağını bilmiyordu. muhtemelen birkaç gün hasta olduğu bahanesine sığınıp bara gelmeyi kesmeliydi. alaz bunu yapmayı kesecek gibi durmuyordu çünkü. ama zaten alaz'ın sürekli ortaya çıkıp duran varlığına karşı şüphe içinde olan tolga'yı yokluğunda kesilen ziyaretlerle şüphelendirmek istemiyordu.
asi çok fazla düşünüyordu. her şeyi düşünüyordu. ve alaz'ın ona hissettirdiklerinden de çok korkuyordu. en son ne zaman iyiye yakın bir şey hissettiğini hatırlamaya çalışıyordu. çok uzak bir zamandı. belki iyi bir işe girdiğini sanıp o zamanlar adını bile bilmediği zafer demirhan'ın evinin kapısından girdiğinde ve cesur'la beraber önlerine sunulan yemeklere saldırdığında o heyecanı hissetmişti. oyuncaklarla dolu çocuk odasına daldığında. o günden sonra bir daha asla o oyuncaklarla oynayabilecek kadar küçük olamadığında. bir daha asla o kadar çocuk olamadığında.
sanki alaz elinden tutmuş ve onu bir oyuna sürüklemişti. hiç oyuncaklarla oynayabilecek yaşında olmamış bir çocuğa oyun oynamayı öğretiyordu. heyecanlanmayı öğretiyordu. çocuksu bir heyecan asi'nin bütün varlığını sarıyordu.
alaz, asi'nin içindeki bastırılmış, örselenmiş, kaybolmuş bir tarafa istemeyi öğretiyordu.
ve asi bundan ölesiye korkuyordu. çünkü sonunun hayal kırıklığına çıkacağından bir an bile şüphesi yoktu. oysa asi'nin göğsünde bir hayal kırıklığını daha koyacak yeri kalmamıştı.
alaz ilk defa sabah saatlerinde bar kapısından içeri girdiğinde asi'yi bir kez daha şaşırtmayı başarmıştı. genel rutinlerini bozan bu davranışla karşısına dikildiğinde elinde silmekte olduğu bardağı bezle ovalamayı bırakmıştı birkaç saniyeliğine asi.
ama onu daha da şaşırtan alaz'ın elinden tutan ve en fazla lise yıllarındaymış gibi görünen genç kızdı. kıvır kıvır saçları beline kadar uzanırken boncuk gibi bakan heyecanlı gözleri etrafı tarıyordu.
"asi ne yapıyorsun?" diye sordu alaz gülümseyerek. normalde olduğu şekilde önündeki bar taburesine hemen oturmaması garip bir rahatsızlık hissettirmişti soru sorduğu kıza.
"ne yapıyor gibi görünüyorum?" dedi asi de tek kaşını kaldırarak. "asıl sen ne yapıyorsun? yaman'ı getirdin. çağla'yı getirdin. bir de çocukla mı şansımı deneyeyim dedin?"
"ben çocuk değilim!" dedi alaz'ın elinden tutmaya devam eden kız kaşlarını çatarak. "reşit olmama sadece iki yıl kaldı."
"bu da burada olmaman gerektiğine dair bir işaret." dedi asi avuçlarını tezgaha dayayarak. sonra alaz'a hafifçe başını sallayarak ne istediğini sordu.
"senden küçük bir iyilik isteyeceğim." dedi alaz yalandan bir sırıtmayla. gergin görünüyordu. sonra kardeşinin tuttuğu elini havaya kaldırdı. "bu ece. küçük kız kardeşim. o da asi, ece. memnun olmuşsunuzdur eminim."
"biliyorum abi. başımızın etini yiyorsun ya asi de asi diye. nasıl bilmeyelim? gelene kadar uyardın durdun zaten."
"sussana kızım. boşuna dil döktük o kadar saat herhalde." diye dişlerini birbirine bastırarak fısıltıyla konuştu alaz. sonra daha normal bir ses tonuna döndü. "buna birbirini daha önce hiç görmemiş insanları tanıştırmak deniyor ececiğim. dene istersen. yeni insanlar tanımak falan."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
serseri doğanlar kulübü
Fanfictionyaman'ın hiç kaçırılmadığı bir evrende asi ve cesur'un hikayesi.