alaz'ın kafayı yemesine çok az kalmıştı.
kendisini bir krizin ortasında gibi hissediyordu. günlerdir geçip gitmek bilmeyen bir bunalım haliydi bu. ve nereden çıktığını da bilmiyordu.
aslında biliyordu da... hatırlamak istemiyordu.
asi'yle aynı evde kalmak alaz'ın kafasını biraz karıştırmış olmalıydı. genç ve inkar edilemez derecede güzel bir kızdı sonuçta. büyük güzel gözleri, hatlarına hayran olunası bir suratı, kalemle çizilmiş gibi duran dudakları vardı. tavırlarındaki ters köşe haller, hazırcevaplığı, yaptığı kelime oyunları ve nerede ne söylemesi gerektiğini çok iyi bilen kurnazlığı alaz'ı bir şekilde cezbediyordu.
kalbine asla sahip olunamayacak bir asiydi.
alaz'ın gözüne gram uykunun girmediği o sabah aşağı iner inmez gördüğü ilk şey asi'nin boynundaki morluk olduğunda beyninden vurulmuşa dönmüştü. tolga'nın varlığını yok saymak o ana kadar oldukça kolay olmuştu aslında. asi'ye dokunmadığı ya da asi'nin onun dokunuşundan rahatsızlık duyduğu her an sanki alaz için daha da kolaylaşıyordu bu. aralarında her ne yaşanıyorsa gerçek olmadığına kendini ikna etmişti bir şekilde. ama asi'nin boynuna özenle işlenmiş o küçük morluk alaz'a yerini hatırlarmak için hazırlanmıştı sanki.
neden böyle hissettiğine anlam veremiyordu. asi'yi ne kadar tanıyordu ki? en fazla ne hissediyor olabilirdi ona karşı? çekim. ondan fazlası olamazdı.
ama kafasına takılmıştı işte. beş karış suratla en sevdiği öğün olan kahvaltıda ağzına ancak iki yudum bir şey atabilmiş sonra da diğerleri gideceklerini duyurana kadar odasında saklanmıştı. kahvaltıda geçirdiği süreçte tek hedefi asi'ye bakmamaktı. böylece ne ona baktığında göğsündeki o sinir bozucu tuhaf hissi yaşardı ne de boynundakini görüp başını geriye doğru atıp durduğu o tiki tekrarlamak zorunda kalırdı. asi yanlışlıkla bacağıyla bacağına vurana kadar da gayet iyi idare etmişti. sonrası tamamen kaçıştı.
ilk birkaç gün bara uğramamış ya da asi'nin olduğu herhangi bir yere de gitmemişti. sonra kız hakkındaki merakını durduramadığından yaman'ı yollamıştı alaz. ama birkaç günün ardından gidip gelmekten bunalmıştı o da. işlerim var diye kaçmıştı. alaz onun haksız olduğunu söyleyemezdi. tolga'dan kim olsa sıkılırdı. (asi niye sıkılmıyordu ki?) zaten alaz'a istediği gibi bir bilgi de getiremiyordu yaman. asi'nin o gün kaç kere molaya çıktığını, cebindeki çakıya kaç kez uzandığını, tolga yanına geldiğinde uzaklaşıp uzaklaşmadığını ya da o akşam orada yemek yiyip yemediğini söylemiyordu. çünkü bütün bunlara dikkat etmemiş oluyordu. ama alaz için bunlar önemliydi. asi'nin yorgunluğunu mola sayısına göre ölçüyordu. canı ne kadar sıkkınsa o kadar molaya çıkıyordu kız. cebindeki çakıya uzanırsa alaz onu tetikleyen bir gürültü ya da tehlike olduğunu anlardı. yemeği orada yemiyorsa bütün gece aç yattığını da biliyordu artık. zaten asi açlığı duyumsayan bir tip gibi değildi. tolga'nın asi'ye yaklaşması meselesi ise... o biraz özel bir durumdu. kendi öznel çıkarımını yapma peşindeydi.
çağla'yı bara göndermeyi ise yalnızca bir kez başarabilmişti. sonra babası neden kızımı tek başına gönderiyorsun diye ortalığı birbirine katmıştı. ikizi herhangi işe yarar bir bilgi getirse yediği azara içi yanmayacaktı. ama çağla'dan sadece her şeyin yolunda olduğu bilgisini almıştı. bu ne demekse artık?
odasından çıkmayan alaz'ın kapısı tıklatıldığında, "ne var?" diye cevapladı gelen kişiyi. telefonunda muhtemelen ekran süresi yirmi iki saat olan oyunun yeni seviyesini kaybetmesine sebep olan ani sese karşı sinirlenmişti.
kapı ardına kadar açıldığında çağla elindeki kediyle birlikte içeri girdi. bir de bu mesele vardı, evet. asi'den kaçarken eve getirdiği kediyi de kız kardeşinin sorumluluğuna vermiş ve onu hatırlatacak her şeyden kaçmak için elinden geleni yapmıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
serseri doğanlar kulübü
Fanficyaman'ın hiç kaçırılmadığı bir evrende asi ve cesur'un hikayesi.