II

5 2 4
                                    

Yorgun bakan gözler, buruşmuş eller, yürümekte zorlanan erimiş bacaklar... Yaşanmışlık bir insan olsaydı, kesinlikle bu kadın olurdu. Hayalet kasabasını terk etmemiş, hatta korktukları ormana bir de ev yapmış orada yaşıyordu.

Bir gün kasabaya sürgün edilen bir çift gördü. Darp edilmişler, ellerinde eteklerinde ne varsa alınmıştı. Onlara acımıştı, ne gibi bir günah işlemiş olabilirlerdi ki bu hâle gelecek?

Onları evinde ağırladı, dertlerini dinledi. Aslında bebek bekleyen bir çift olduklarını, kaldıkları ülkede kimseye zararları olmadığını söylemişlerdi. Geldikleri ülke ve Akşit Krallığı aynı dili konuşuyordu, sadece aksanları farklıydı. Bu yüzden birbirileri ile anlaşmaları çok da zor olmuyordu.

Meğer üstlerine cadı diye iftira atmışlardı. Oysa onların güçleri doğuştan verilmişti, Tanrıça'nın bir lütfuydu. Güçlerini kullanma gereği bile çoğu zaman duymuyorlardı.

Yaşlı kadın tüm dertlerini dinledi. En sonunda onlara çocukları gibi sahip çıkmaya başladı. Kadın henüz yeni hamileydi, yaşadığı şeyler çok ağır gelmişti. Onları evinde barındırdı, besledi ve doğurduğu çocuğa bakmasına yardım etti.

Doğan çocuğa kendisi isim verdi, aynı annesine benzeyen, güneş kadar sarı saçlı, eşsiz çift renk gözleri olan, bir gözü yeşil bir gözü mavi idi, bu kız çocuğuna Tomris adını verdi. Tomris, ev kasabaya biraz uzak ve orman içinde olduğundan yalnız kalıyordu, buna çok üzülüyordu yaşlı kadın. Tomris yeni yeni emeklemeye başladığında derdine derman buldu, ormanda yalnız bırakılmış bir bebek bulup getirdiler. Bu bebek bir erkekti, Tomris'in tam tersi gibiydi. Kahve gibi saçları ve gözleri, buğday teni vardı.

Ormandaki kimsesiz bebeğin de bir adı yoktu, ona da ismini o koydu. Bu çocuğun adı da Toraman oldu. Tomris'ten muhtemelen birkaç ay küçüktü. Tomris konuşmaya başladıktan bir süre sonra o da başladı. O yürüdü, bir süre sonra o da yürüdü; o koştu, o da koştu.

Yaşlı kadın yıllarca bulamadığı aileyi en sonunda yabancılardan kurmuştu ve çok mutluydu, o gün gelene kadar.

Zalim, vicdansız bir kral gelip onca emek verdiği aileyi yerle bir etti. Çifti minicik çocukları önünde hiç düşünmeden öldürttü. İşte o gün dünyası kadının başına yıkıldı, yine de ayakta durmaya çalıştı. Hâlâ anasız atasız büyütmesi gereken iki çocuk vardı. Henüz daha 5 yaşına girmemişlerdi, doğum günleri için çok güzel planlar yapıyorlardı. Hep ikisinin doğum gününü birlikte kutlarlardı. Şimdi ne yapacağını düşünüyordu, daha doğrusu bu çocukların ne yapacağını.

Kralın da Tomris ve Toraman kadar bir torunu vardı, hiç mi acımamıştı? Hiç mi vicdanı sızlamamıştı? Bu çocuklar büyüyünce devlete düşman olmaz mıydı?

Kasabada bunu yaşayan tek çocukların onlar olmadığını öğrendiğinde içi sızlamıştı. Yazıktı çocuklara, çok yazık.

Tam her şey bitti dedikleri anda kasabada kan gövdeyi götürmüyor gibi bir de fırtınalar, yangınlar çıkmıştı. Bu Tanrıça'nın bir felaketi olmalıydı. Halk, bunların üstüne krala gereken cezayı verdi. Önlerinde bu yaşlı kadın vardı. Prense bir yemin ettirerek geçirmişlerdi tahta, bu yemini tutmazsa sonu babasından beter olurdu. Çünkü bu sefer cezayı öldürülen ailelerin çocukları verirdi ve onlar nasıl acımamışsa, onlar da acımazdı.

Şimdi birlikte büyüyen iki çocuk şehir meydanında koşturarak oynuyordu, onları izlemek ona her şeyden daha çok zevk veriyordu. Yanında da at çiftliğinin sahibi vardı, birlikte sohbet ederek vakit geçiriyorlardı çocuklar oynarken.

"Daldın gittin gene Arga nene. Geçmişi mi düşünüyorsun yine?" Yaşlı kadın, adamın dedikleriyle geçmişten kopuverdi.

"Hee, neyi düşüneceğim başka? Bu çocuklar bir başına büyüyüp gidiyor." Dedi içli içli.

İntikam Tahtı Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin