Baloda olanların dedikodusu tüm krallığa yayılmış ve dallanıp budaklanmıştı. Herkes farklı bir şey söylüyor, farklı bir teori üretiyordu. Ancak bunların hiçbirini normalde kraliyetin açıklarını yazan gazeteciler yazmıyordu, birkaç gündür gazete çıkmıyordu bile. Sebebi ise Umay ve Geray arasındaki gerginlik idi. Geray, gazeteleri yazıp basan kişi olsa da ona bu konuda Umay ona yardım ediyordu.
"Barışmayı düşünmüyor musun onunla?" Yula şifacının ilaçlarını incelerken bir yandan onunla konuşuyordu.
Umay ise masasındaki birkaç şeyin yerini düzenliyordu. Fazla ilaçlar çöpe, kağıtlar düzenlenip masaya, hasta listesi asılacak... "Kiminle?"
Yula gözlerini devirip Umay'a döndü. "Kimden bahsettiğimi çok iyi biliyorsun."
"Off..." Umay sinirle elindeki kağıtları masaya bıraktı. "Beni sinir etmekten başka hiçbir şey yapmıyor, onunla azıcık bile muhatap olmak istemiyorum artık Yula, sen de aramızı düzeltmeye çalışma."
Yula bir süre arkadaşını süzdükten sonra kapıya yönelerek konuştu. "Peki, yine de biraz düşün Umay. Seni sinir ediyor olabilir ama sana değer veriyor. Çok eleştirdiğin Tomris'e benzeme sonra." Dedi ve cevap vermesine izin vermeden şifahaneden ayrıldı.
Yula arkasında kafası karışmış ve oldukça sinirli arkadaşını bıraktığını oldukça iyi biliyordu ama eleştirdiği bir insana dönüşmesi de an meselesiydi. Derin bir iç çekerek dökümhaneye ilerlemeye başladı.
Onların arası bu kadar açılmışken yerlerinde sayıyorlardı. Bir düşünceleri vardı ancak duygusal halleri onlara engel oluyordu. Tomris ise durmadan ilerlemeye devam ediyordu. Tomris, balodan döndüğü gece ormanda birkaç atın sesini duymuş ve oraya dönmüştü. Hava karardığı için onların kaybolan insanlar olduğunu çoktan anlamıştı. Gelen sese doğru yaklaşarak onlara seslendi. "Hey! Oradakiler!" Atların sesi Tomris'in sesine doğru yaklaşıp onun yanında durmuştu. "İyi akşamlar, ben Tomris, kasabanın yerlisiyim. Ya sizler?" Üç at vardı, ikisinde kadın birisinde de bir erkek vardı. Kadınlardan önde olanın üstünde şerif rozeti vardı. Yula'nın saçları kadar koyu olmasa da kızıl saçlara sahipti.
"Merhabalar, biz sarayı arıyorduk ancak hava karardı ve yolumuzu bu orman içerisinde kaybettik." Şerif olduğunu belli olan kadın atından inip Tomris'e yaklaşarak konuşmuştu. Yaklaştığında kehribar gözleri fark edilir olmuştu, Yula'ya aslında oldukça benziyordu. Sadece ten rengi ondan biraz daha açık ve saçları kıvırcık değil dalgalıydı.
"Hava çok karardı, atlarınız veya siz incinebilirsiniz. Evim bu ormanın içinde ve ahır var, bu akşam bizde kalın. Sabah sizi saraya götürürüm."
Şerif kadın, arkadaşlarına bakıp ve ikisinden de onay alınca tekrar sarışına döndü. "Çok iyi olacaktır. Atalarımız da yoruldu ve hava karardı. Ben İlgüy, tanıştığımıza memnun oldum Tomris hanım."
"Ben de öyle. Takip edin beni." Atlarından inip kementlerinden tutarak Tomris'i takip etmeye başladılar, onları tek aydınlatan şey Tomris'in elinde tuttuğu gaz lambasıydı. Tabii, ay gibi yeni ve güneş gibi parlak saçlarıyla sanki o aydınlatıyor gibiydi.
Kısa bir yürüyüşün ardından eve vardıklarında hemen Arga Ana ve Toraman dışarı çıkıp kim olduklarına bakmıştı. Tomris kısaca onları tanıtıp neden burada olduklarından bahsettikten sonra Arga Ana onları içeri almış, Tomris ve Toraman da atları ahıra götürmüştü.
Tomris ve Toraman da eve girdiklerinde hemen Arga Anaya yemek yapmada yardım etmeye koyulmuşlardı. Aynı zamanda misafirlerle de sohbet ediyorlardı. "Sarayı ne için arıyordunuz?"
"Ben bir şerifim ve kasabamda birkaç şikayet var. Ne kadar mektup yazarsak yazalım yardım veya herhangi bir cevap da gelmedi. O yüzden sağ olsunlar yardımcım Odata ve dostum Elçin bana eşlik ettiler ve kralla yüz yüze görüşmeye geldik." Odata açık kahverengi saçlarıyla ve çekik siyah gözleriyle, bembeyaz bir atın üstünde duran oğlan olmalıydı. Elçin ise siyah kısa saçlara ve mavi gözlere sahip oldukça alımlı görünen kahverengi bir atın üstünde duran kişi olmalıydı.
Tomris sırıtarak onlara döndü. "Biliyor musunuz, bu akşam yaşananlar neden cevap vermediklerini açıklıyor. Sarayda şu an büyük bir kaos hakim gibi. Normalde veliaht prensesimiz açıklanacaktı ancak kral baloya gelmeye bile tenezzül etmedi."
Toraman dışında, Arga Ana da dahil olmak üzere herkes şok içerisinde ona bakmıştı. "Veliaht prenses yalan mı söylüyor yani?"
"Kim bilir?"
Şerif arkadaşlarına endişeyle baktıktan sonra tekrar Tomris'e dönmüştü. "Böyle bir rezillik kabul edilebilir değil! Nasıl kimse sesini çıkarmıyor?"
"Kralımızın çıkardığı yasaya göre soylu aileye karşı gelmenin cezası giyotin."
"Odata? Bunlar doğru mu?"
"Evet şerifim."
"O zaman bizde karşı gelseydik saraya gittiğimizde..."
"Muhtemelen sonumuz bu olacaktı." Elçin ilk defa konuşmuştu.
"Bunu niye daha önce söylemedin Odata?!"
"Söyleseydim gelmeyi reddedip bu sorunlarla kendimiz baş etmeye çalışmaya devam edecektik İlgüy! Baş edemiyoruz da. Ayrıca Elçin'in annesinin durumunu biliyorsun, o kadıncağız bunlara daha fazla katlanamaz."
Şerif iç çekerken Tomris Elçin'in ellerini sıktığını fark etti. Yanlarına oturup onlarla bu kasabada olanlar hakkında konuşmaya devam etti. Ayrıca İlgüy'ün de aslında bu kasabadaki birçok çocuk gibi olduğunu, yani ailesinin katliamda öldürüldüğünü ve amcasının ona bir şey olmasın diye başka bir kasabaya kaçtıklarını öğrenmişti. Şimdi elinde çok daha büyük bir koz vardı, bunu kullanmaktan de çekinmeyecekti.
Ertesi gün yolcular, Tomris'in mutfakta kahvaltı hazırlama sesine uyanmışlardı. Elçin mutfağa doğru ilerlediğinde oldukça şaşırdığı bir manzara ile karşılaşmıştı. Toraman arkadan Tomris'in beline sarılmış onunla konuşuyordu. Rahatsız etmemek için çıkacakken Toraman, Tomris'i bırakıp o tarafa dönmüştü ve göz göze gelmişlerdi. "Tam vaktinde. Yolcularımız uyanmış Tomris."
Tomris de ona döndüğünde biraz utansa da birbirilerine gülümsemişlerdi. "Günaydın, Elçin."
"Günaydın, Tomris."
Toraman çiftliğe gideceğini ve atların karnını doyurduğunu söyleyerek evden çıkmıştı. Geri kalanlar da Arga Ananın gelmesi ile kahvaltısını yapmış, atlarını alarak saraya yol almışlardı.
Aslında şerifin aklı sorularla doluydu, nasıl olur da bunları yapan bir kralla sakince konuşacaktı? Ailesini onun babası öldürmüştü ne de olsa.
Taş köprüyü geçtikten sonra ormandan ayrılmış ve kasaba yoluna çıkmışlardı, onları gören herkes fısırdaşıyordu. Belli ki buranın yabancısı oldukları hemen anlaşılmıştı.
Sarayın önüne geldiklerinde Tomris onlar atlarından inerken izliyordu. "Sen gelmiyor musun Tomris?" Şerif atından inmeyen Tomris'in gelmeyeceğini anlamıştı.
"Evet, bu sizin mevzunuz. Ayrıca biz pek prensesle anlaşamayız, yani gelmemem sizin için daha iyi olur. İşleriniz bittiği zaman gidene kadar evimde kalmaya devam edebilirsiniz, kapımız size her zaman açık." Dedi ve onlara gülümseyip baş selamı verdikten sonra oradan uzaklaştı.
Aslında şerif için iş daha da stresli hâle gelmişti. Tomris yanlarındayken en azından kasabanın yerlilerinden birisinin onlarla olmasının onu aslında rahatlattığını fark etmişti. Gergin ruh halinden Elçin'in omzuna koyduğu eli çıkmasını sağlamıştı.
Onlar saraya giderken Tomris de yolunu kesen birisi ile durmuş ve gözlerini devirmişti. "Ne istiyorsun Geray?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İntikam Tahtı
خيال (فانتازيا)!Dikkat! Tetikleyici içerik! Şiddet, argo ve taciz sahneleri içerir. Evrenin en sakin kasabalarından biri, her türden insanın olduğu bir yer. Herkes çok iyi anlaşıyordu, ta ki bir soykırıma kadar. Bu soykırım kasabadaki, hatta krallıktaki birçok şe...