sick.

35 9 3
                                    

"seni müşterilerle kavga et diye mi işe aldım lan ben?!"

yaşlı adam bana bağırırken yumruğumu sıkarak seğiren gözlerimi sıkıca kapattım. sakin kalmalıydım, sakin.

"cevap versene, dilini mi yuttun?" burnumdan soluyarak üstüme doğru gelen bedenin suratına dayanamayarak yumruğumu geçirdim ve elimdeki beyaz önlüğü masaya fırlattım.

"siktir git lan, kendine köle tut. istifa ediyorum." o hâlâ arkamdan bağırırken ceketimi alarak elimi havaya sallayıp lokantadan çıktım.

soğuk anında bedenime sinerken ceketimi tek hamlede giydim. üç kuruş para verip, insan olmamı önemsemeden, köpeklerden daha kötü koşullarda robot gibi çalışmamı bekliyordu orospu çocuğu.

burnumu çekerek dişlerimi sıktım ve buz kesen ellerimi cebime koyarak omuzlarımı birbirine yaklaştırdım.

cebimde son birkaç kağıdın kaldığının farkındaydım, işten atılmam -aslında bırakmıştım ama- hiç iyi olmamıştı. kira geleli üç beş gün kadar olmuştu bile. bu sefer çalışıyorum diye daha erken ödeyeceğim sanıyordum ama işler tahmin ettiğim gibi yürümemişti.

normal insanlar gibi bir iş yapayım demiştim onu da elime yüzüme bulaştırmıştım.

dolan gözlerim esen dondurucu rüzgarla üşüdüğünde gözlerimi kırpıştırdım. kot pantolonumun cebinden buruşmuş sigara paketini çıkardım ve bir dalı dudaklarım arasına bıraktım.

sallanan dalı önüne siper ettiğim yara bere olmuş elimle yakarak derin bir nefes çektim. hem bedenimi ısıtıyordu, hem acımı azaltıyordu.

çoğu insandan daha yararlıydı.

hafif kararmış sokakta yürüyen tek beden olarak bileğimde biten siyah postallarımın ıslak zeminde çıkardığı tok sesi dinleyerek her zaman dönüp dolaşıp sonuda vardığım yere geldiğimde alışkanlık olarak penceresine baktım.

ışığı yanmıyordu, tül perdesi yerine bu sefer kalın güneşliği çekiliydi. iç çekerek bir apartman arasına girip soğuk ve çok az ıslak olan merdiven basamaklarına oturdum.

perdesini ve penceresini açmadan bir saniye bile duramazdı. kışın pencereyi kapatmak zorunda kalsa da kalın perdesi asla çekili olmazdı.

henüz dönmemiş olmalıydı. okulu biteli çok olmuştu ama arkadaşlarıyla takılıyordu bazı günler okul çıkışı.

böyle günleri seviyordum. yorgun olunca bana daha uzun bakıyor apartmana daha geç giriyordu.

bir elim sigaramı tutarken diğer elimle telefonumu cebimden çıkarıp saate baktım. yedi olmasına on dakika vardı.

yani on dakika içinde eve dönecekti. dönmek zorundaydı.

telefonumu cebime koyuyordum ki sokağın başındaki bedenini görmemle anında ayağa kalkarak sigaramı bir kenara fırlartım. ıslak zemine çok dayanamayıp kendi kendine sönmüştü.

adım adım yaklaşırken dudaklarım sanki adımları üzerine kurulu gibi saniye saniye kıvrılıyordu.

bir şey yapmasına gerek yoktu ki. varlığı yetiyordu bana. o sadece yürüse bile ben mutluluktan semaya yükselirdim.

kafasını kaldırdığında duman rengi gözlerinin buğulu olduğunu görmüştüm. gözü ve göz çevresi burnuyla birlikte kıpkırmızı olmuştu.

bir hareketiyle semaya çıkardığı bedenimi bir bakışıyla yere çakabiliyordu.

bilmek istiyordum. onu kimin ağlattığını, neden hüzünle dolduğunu.

sarmak istiyordum onu. kollarımın arasına alıp sıkıca sarılmak, kimselere vermemek ve her şeyden korumak istiyordum.

kalbim burkulurken cesaretimi toplamaya çalışarak birkaç adım atıp yanına yaklaştım.

gözleri beni bulduğunda adımlarını durdurdu. kaşları merakla kavislenmiş, gül rengi dudakları oyuncak bebek gibi ufakça aralanmıştı.

yanına yaklaşıp aramızda birkaç adımlık mesafe kaldığında daha fazla yaklaşamamıştım. buradan bile yağmur kokusunu bastırarak burnuma dolan kokusu ciğerlerimi yakarken ben nasıl bir adım daha atıp kendimi onun deryasına bırakabilirdim?

badem şeklindeki duman gözleri sorar gibi bana baktığında elimi enseme attım. ben onunla nasıl konuşacağımı hiç düşünmemiştim ki..

"ben.." diye bir ses çıktı ağzımdan. aptal ergenler gibiydim eşek kadar cüssemle.

başını eğerek devam etmemi işaret etmişti.

"ben sadece seninle-"

"hey!"

bir şeyler saçmalamak için açtığım ağzımı kulağıma dolan yaşlı ve katı sesle geri kapatmış gözlerimi direkt olarak üzerime gelen adama çevirmiştim.

aniden yumruğunu suratıma geçirdiğinde yana savrulan başımı ağırca kaldırdım.

"aç köpekler gibi niye geziyorsun lan evimin önünde?" tükürürcesine konuştuğunda sinirle dilimi yanağıma yasladım. onu ince kolundan tutarak arkasına çekmişti.

"bir hastanın gezmesi gereken yer benim evimin önü değil. siktir git kendi çöplüğünde dolan."

dilimi dişimde gezdirerek sinirle gülümsedim. gözlerim öfkeyle kızarmış, yanmaya başlamıştı.

"ben miyim hasta?" diye sordum sıktığım çenemle.

"ikiletme beni. annesi belli olmayanlar hastalıklılar sonucu oluşmuş hastalardır." başımı sallayarak yutkundum ve bakışlarımı başka yöne çevirdim.

ne ilkti bu, ne de son olacaktı. ama öfkem hiçbir seferinde dinmeyecekti.

"asıl hasta kim biliyor musun?" dedim dişlerimi sıkarak konuşurken iyice yaşlı adamın yüzüne yaklaşarak. arkasındaki bedeni kaşlarımla işaret ettim.

"asıl hasta, üniversiteden çıktıktan sonra erkeklerle takılan oğlun."

söylediklerim öfkemin sonucu olsa da umursamadım. umursayacak halim yoktu.

yaşlı adam şok olmuş gözlerle bana baksa da hemen oğluna dönmüştü.

umursamazlığım ise duman rengi gözlerindeki suçlayıcı bakışı görene kadar sürmüştü.

"doğru mu söylüyor bu piç?" dedi babası beni işaret ederek.

"baba-" dese de babası devamını dinlemeden kolundan tutup eve doğru sürüklemeye başlamıştı.

"yürü lan, yürü evde anlat. seni de buralarda görmeyeyim piç kurusu."

babasının sürükleyişiyle apartmandan içeri girdiğinde sinirle hemen yanımdaki arabayı tekmeledim.

ben buydum işte. aşkını bile gururundan iki santim öne koyamayan, hastalıklı piç kurusu min yoongi.

____

yoongi zaman zaman sigarayı fena güzelliyor ama lütfen ona uymayın!

sigara içmeyin!

sadece kamu spotu.

-medyayı hiç duymadıysanız dinlemenizi öneririm, birkaç yıl önce takıntımdı. en azından bu fice uyan bir şarkı kesinlikle-

the reason is 'you, yoonseok.Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin