kaç dakika, kaç saat olmuştu bilmiyorum o önce evime sonra da eski kanepemin başucuna yerleşeli.
ikimizden de ses çıkıyor değildi. o belki yabancılık çekiyordu bilemezdim ama ben çok farklı hissediyordum.
görmek istediğim tablo tam karşımdaydı. benim evimdeydi. duman rengi gözleri bir noktaya takılmışken hafif bayık bakıyor, pembe dudakları çok az aralıktı. kesinlikle bütün gün izlemek istediğim tablonun kendisiydi.
fakat buruk bir şeyler vardı. istediğim sebepten dolayı yanımda olmamasıydı belki de bu burukluğun sebebi.
küçük odanın ortasındaki eski sehpanın üzerine bıraktığım sigara paketine uzanarak bir dal çıkardım ve yakarak tekrardan eski pozisyonuma dönüp arkamı yaslandım.
gözlerimi kapatarak dumanı içime çekerken başını usulca bana çevirmişti.
"geldiğimden beri üç tane içtin. konuşmuyorsun da.. tek yaptığın aktivite sigara içmek mi?" diye sordu büyük gözleriyle dikkatlice beni izlerken.
amacı beni yargılamak değildi, gerçekten merak ediyor gibiydi.
"beğenmiyorsan kapı şurada." dedim düz sesle ve sigaramı içmeye devam ettim. omuz silkerek ayağa kalktı.
"maalesef onu beni şikayet etmeden önce düşünecektin. onu bunu boşver de ben çok açım, midem kazındı resmen. yiyecek bir şeyler var mı?" başını eğerek bana baktığında kaşlarımı olumsuz anlamda havaya kaldırdım.
"hayır, sipariş edebilirsin."
pembe dudakları tatmin olmamışlıkla aşağı eğilmişti.
"ama böyle karar veremem ki.. sen ne yiyeceksin?" yine merakla bana baktığında dilimi yanağıma yasladım.
"yemeyeceğim."
göz bebekleri büyürken ağzı aralanmıştı. dünyanın en tuhaf şeyini söylememiştim ki güzel oğlum..
"nasıl? hiç mi bir şey yemeyeceksin?" diye sorduğunda ona belli etmesem de dudağımın kenarı çok minik kıvrılmış, 'tıch' gibi bir ses çıkmıştı ağzımdan.
"neden?"
"acıkmıyorum ben." kaşları birbirine yaklaşırken gözlerini kıstı.
"neden?"
iç çekerek biten sigaramı sehpanın ortasındaki cam kısma bastırdım. "genetik."
"yalan söylüyorsun." gözlerimi ona diktiğimde bir süre ifademi izlemiş ardından başı yana düşmüştü. ".. hayır söylemiyorsun."
sıkkın bir nefes alarak yerine geri oturdu. "böyle ağzımdan bir şey geçmez ki benim. tek başıma yemek yiyemem." diye mırıldandı.
ayağa kalkarak rastgele kenara bıraktığım ceketimi üstüme giydim. "yapacak bir şey yok çocuk. açlıktan ölmek istemiyorsan bir şeyler yiyeceksin."
odadan çıkıp yatağımın olduğu kutu kadar odaya girdiğimde bir kedi gibi peşime takılmıştı.
"nereye gideceksin?"
eşofmanımı çıkardığımda hızlıca arkasına dönmüştü. küçük dolabımdan bir kot pantolon alarak altıma giydim.
"işe gideceğim." dedim kısaca.
"tek başıma mı kalacağım?" diye sordu tekrardan bana dönüp.
"evet." yüzündeki ifadeyi gördüğümde alayla güldüm.
"korkuyor musun küçük adam? eğer öyleyse buraya gelmekle yanlış yaptın. vaktinin çoğunu yalnız geçireceksin."
konuşurken odadan çıkıp giriş kapısının önüne gelmiş ayakkabılarımı giymeye başlamıştım.
"hayır korktuğumdan değil de akşam ya, bu saatte işe mi gideceksin? ben olsay-"
"gürültü yapma, eve tek bir kişi bile alma. eşyalarıma dokunmayı ise aklından bile geçirme."
bir süre güzel yüzünü izledim. başını salladığında yutkunarak onu ardımda bıraktım ve açtığım kapıdan dışarı çıktım.
soğuk hava bedenime işlerken yüzümdeki yersiz gülümseme ile ellerimi birbirine sürttüm.
çalıştığım mekana gidene kadar da gereksiz neşe bedenimi sarmaya devam etmişti.
çok tuhaftı. ama hoşuma gitmişti.
normalde eziyet gibi gelen iş bile bugün daha kolay ve daha hızlı geçmişti sanki. bir anda hayatımın üzerine peri tozu serpilmiş gibi hissediyordum.
o bahsettiğim tozu serpen perinin güzel oğlan olması ise her şeyi daha büyülü kılıyordu.
gün ilk ışıklarını henüz vermemişti ama havada kendini belli eden güneşin doğmasının yakınlığının habercisi bir beyazlık vardı.
elimdeki teneke birayı yudum yudum içerek karanlık sokaklardan geçerken ilk defa eve sadece uyumak için değil, başka bir sebep için erken gitmek istiyordum.
hızlı adımlarla evimin önüne geldiğimde boş teneke kutusunu biraz uzağımdaki çöp kutusuna fırlattım ve cebimden anahtarlığımı çıkararak çok ses yapmamaya çalışarak kapıyı açtım.
ayakkabımı çıkararak usulca içeri girdiğimde bütün ampullerin kapalı olduğunu gördüm.
üstümdeki ceketi çıkarıp vestiyere astım ve çok az bir ışığın geldiği salona doğru ileredim. ilk dikkatimi çeken sehpanın üzerindeki flaş ışığı açık ters telefon olmuştu.
güzel oğlum karanlıktan korkuyordu.
koltukta uyurken iyice küçülmüş, minicik olmuştu. kolunu başının altına alarak bacaklarını tamamen kendine çekmişti.
titreyen bedeninden üşüğünü anlamak zor olmuyordu.
salondan çıkarak kendi odama gittim ve dolapta yedek bulundurduğum temiz bir battaniye ve yastığı aldım. ardınan mutfağa uğrayarak kaloriferlerin ısısını bu sene henüz hiç arttırmadığım kadar arttırdım.
faturası çok gelecekti ama değerdi.
geri salona dönerek başucuna durdum. eğilerek kolunu usulca başının altından çektiğimde hareketlenmişti ama uyanmamıştı. kolu yerine yastığı koyarak getirdiğim battaniyeyi boynuna kadar örttüm.
çenesi hafifçe titrerken bir kolunu yastığın altına sokmuş diğer eliyle ise uykusunda gülümseyerek battaniyeyi sıkmıştı.
yere oturarak loş ışığın sadece bir tarafını aydınlattığı yüzünü izlemeye başladım.
çenesi vuran ışıkla daha keskin görünüyor, uzun kirpiklerinin gölgesi kaşına uzanıyordu.
dalgalı, açık renk saçları alnına dökülmüş, çizgi şeklini almış kapalı gözleri güzelliğine güzellik katıyordu.
uyanıkken çoğunlukla ifadesiz ya da alaycıl bir yüz ifadesi olsa da uyurken hüzünlü duruyordu.
bilmek istiyordum onu hüzünlendiren kabuslarını.
rüyalarına eşlik edip her şeyin güzel olacağını söylemek, onu hiç gitmediği yerlere götürmek, en güzel şarkıları dinletmek istiyordum.
böylece uyurken büzülen dudakları kıvrılır yaşama sebebim olan gamzelerini bana gösterebilirdi.
ben ona dünyaları vermek istiyordum..
_____iyi geceler.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
the reason is 'you, yoonseok.
Fanfiction"tüm bu hislerin sebebi sensin, kar tanesi."