medyadaki şaheserle okumanızın daha güzel olacağını düşünüyorum.. kaydıkça kapanır, biliyorum ama sizin için medyaya bıraktım.
________"peki sence neden yasaklı meyve olarak elma seçildi min?"
kelimeleri yuvarlayarak sorduğu belki de yüzüncü soruyla iç çektim. "bilmem."
dudaklarını aşağı büzerek bir süre düşüncelere daldı. ardından gülümseyerek işaret parmağını kendine çevirdi. "ben biliyorum."
"nedenmiş?"
"çünkü elmalı kurabiyeler çok lezzetli."
ciddi mi diye yüzüne baktığımda gayet ciddi olduğunu görmemle başımı sağa sola salladım. "bu kadar içmene izin vermemeliydim."
"güllerin sayısı gün gittikçe azalıyormuş.."
alt dudağı ağlar bir ifadeyle aşağı sarkmıştı. "neden biliyor musun?" başını kaldırıp bana baktığında başımı olumsuz anlamda salladım.
"çünkü.. küçük prens hepsini yakıyor." dedi hafif sinir ve hüzünle.
"saçmalık." diye mırıldandığımda kaşlarını çattı.
"hayır değil! ikisi kavuşamadı!"
ona cevap vermeyerek karanlık sokakta yürümeye devam ettim. oğlum bazı şeyleri anlamayacak kadar toy, ayrıca oldukça sarhoştu.
"midem bulanıyor.." diye mırıldandığında bakışlarımı ona çevirdim.
kulakları ve burnunun ucu kızarmıştı soğuktan. ayrıca bütün yüzünü saran sarhoşluğun verdiği kızarıklık da olunca güller kadar kızıla bürünmüştü gül oğlum.
kolumu bedenine sarıp kendime çektiğimde hemen sokulmuştu bana. yapışmış iki beden olarak eve kadar yürüdüğümüzde kapının önüne gelmemizle onu bırakıp anahtarı çıkardım ve kapıyı açtım.
o önden içeri girdiğinde onu takip edip kapıyı kapattım ve sarhoş oğlumun yeşil montunu çıkarıp vestiyere astım. ardından kendi ceketimi de çıkardım.
o esnada odaya geçip kanepeye oturmuştu. hemen yanına kendi bedenimi bıraktım.
onun kadar olmasam da sarhoştum ben de.
ev tamamen karanlıktı. soluk alıp veriş seslerini duyuyordum sadece, muhtemelen o da benimkileri duyuyordu.
çok sıradan bir andı. yan yana öylece oturan iki adamın resmi vardı dışardan bakan bir insan için. oysa benim kalbimde fırtınalar kopuyordu.
"sence dünyaya ne için geldik min?" sessizliği bozan sesiyle başımı yutkunarak ona çevirdim.
duvarı izliyordu sadece ama öylesine güzeldi ki..
"yaşamaya."
başını aşağı yukarı sallayıp bir süre düşündü. "peki.. peki ne için yaşamaya?"
"ne için yaşamak istiyorsan ona."
verdiğim kısa cevaplar onu tatmin ediyor muydu bilmiyorum ama düşünceli duruyordu.
"sen ne için yaşıyorsun?"
bayık gözleri bana döndüğünde gözlerimi bütün yüzünde gezdirdim.
gözleri iyice kısılmış kirpikleri ve saçları birbirine dolanmıştı. kızarık dudakları aralık, burnu al renginin en koyu tonundaydı.
"bilmem."
"ben ne için yaşıyorum?"
sorduğu soruların ağırlığının farkında olmayan çocuksu sesi beni dünyada en çok zorlayan şeydi şüphesiz.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
the reason is 'you, yoonseok.
Fanfiction"tüm bu hislerin sebebi sensin, kar tanesi."