Bütün hafta iyi çalıştım. Raymond geldi, mektubu yolladığını söyledi. Emmanuel'le iki kez sinemaya gittim. Perdede olup bitenlerden pek anlamazdı. Onun için bir bir anlatmak gerekir. Dün cumartesiydi. Önceden kararlaştırdığımız üzere, Marie geldi. Onu içim pek çekti: meşin sandalları vardı. Memelerinin o taş gibi sertliği hissediliyor, güneşten yanan yüzü sanki bir çiçeği andırıyordu. Bir otobüse atladık, Cezayir'den birkaç kilometre uzakta, kayalar arasına sıkışmış, kara tarafı sazlarla çevrili bir kumsala gittik. Saat dörttü: güneş pek yakmıyordu, ama uzun ve tembel dalgacıklarıyla su ılıktı. Marie bana bir oyun öğretti. Yüzerken ağzınızı dalgaların tepelerine verip avurtlarınızı köpükle doldurduktan sonra sırtüstü yatacak, sonra suları gökyüzüne püskürteceksiniz. Sular, sanki köpüklü bir oya gibi havada dağılıyor ya da yağmur gibi yüzünüze serpiliyordu. Fakat çok geçmeden tuzlu acılığı ağzımı yakmaya başladı. Marie yanıma geldi, suyun içinde vücuduma dolandı. Ağzını ağzıma yapıştırdı. Dili dudaklarımı serinletiyordu. Bir süre dalgaların içinde yuvarlandık.
Kumsalda, giyindiğimiz vakit, Marie bana ışıl ışıl gözlerle bakıyordu. Ben de onu öptüm. O andan sonra artık konuşmadık. Onu sımsıkı kavramıştım. Bir otobüs bulup dönmeye, bir koşu evime gidip kendimizi yatağa atmaya baktık. Penceremi açık bırakmıştım; yaz gecesinin, esmer bedenlerimizin üzerinden akmasını duymak ne güzeldi!
Bu sabah Marie gitmedi, kaldı. "Öğle yemeğini birlikte yiyelim," dedim. Et almak için aşağıya indim. Dönüşte yukarı çıkarken, Raymond'un odasından kulağıma bir kadın sesi geldi. Az sonra ihtiyar Salamano köpeğini payladı. Merdivenin tahta basamaklarında tekme ve pençe sesleri, ardından da, "Pis, mundar hayvan!" diye haykırmalar duyduk. İkisi de sokağa çıktı. İhtiyarın hikâyesini Marie'ye anlattım, güldü. Marie, pijamalarımdan birini giymiş, kollarını sıvamıştı. Güldüğü zaman, yeniden çekti onu içim. Biraz sonra, "Beni seviyor musun?" diye sordu. "Bu anlamsız bir şey, ama sanırım sevmiyorum," dedim. Üzülür gibi oldu. Ama, yemeği hazırlarken, hiç yoktan öyle bir güldü ki, sarılıp öptüm. Tam o sırada, Raymond'un odasında bir kavga gürültüdür başladı.
Önce keskin bir kadın sesi, sonra, Raymond'un şu sözleri duyuldu: "Kazığı attın bana, kazığı! Bana oyun etmek neymiş, göstereceğim sana!" Boğuk boğuk seslerden sonra, kadın öyle müthiş bir çığlık kopardı ki, merdiven sahanlığı bir anda, hıncahınç doldu. Marie ile biz de çıktık. Kadın durmadan bağırıyor, Raymond da veryansın ediyordu. Marie, "Ay, ne korkunç!" dedi, ses çıkarmadım. Gidip bir polis çağırmamı söyledi. "Polislerden hoşlanmam," dedim. Ama ikinci katta oturan lehimciyle birlikte bir polis çıkageldi. Kapıyı vurdu. İçeriden artık çıt çıkmaz oldu. Daha hızla vurdu. Biraz sonra kadın ağladı, Raymond da kapıyı açtı. Ağzına bir sigara iliştirmişti. Yılışık bir hali vardı. Kadın kapıya atıldı ve polise Raymond'un kendisini dövdüğünü söyledi. Polis, "Adın ne?" diye sordu. Raymond adını söyledi. Polis, "Benimle konuşurken sigaranı at ağzından!" dedi. Raymond duraladı. Bana baktı, ama sigarasını atmadı. O zaman polis suratına şiddetli bir tokat yapıştırdı. Sigara birkaç metre öteye fırladı. Raymond'un suratı allak bullak oldu, ama o an ağzını açmadı. Sonra, yitik bir sesle, "İzmaritimi yerden alabilir miyim?" diye sordu. Polis, "Al!" dedi ve ekledi: "Ama polisin oyuncak olmadığını bir daha unutayım deme!" Bu sırada kadın ağlıyor, "Beni patakladı, pezevenk herif, ne olacak!" diye tekrarlıyordu. Raymond da, "Polis efendi, bir adama pezevenk demenin yasada yeri var mı?" diye sordu. Ama polis, "Tut çeneni be!" diye bağırdı. O zaman, Raymond kadına döndü, "Hele dur sen, yine görüşürüz küçük hanım!" dedi. Polis, Raymond'a, "Sana tut çeneni, dedik be herif! O gidecek, sen karakoldan çağırılıncaya kadar odanda kalacaksın," dedi ve "böyle titreyecek kadar sarhoş olmaktan utanmıyor musun?" diye ekledi. O zaman Raymond, "Sarhoş değilim ben polis efendi. Yalnız karşınızda bulunuyorum. Nasıl titremem. Elimde mi ki?" dedi. Kapısını kapadı. Herkes çekilip gitti. Marie ile ben öğle yemeğini hazırladık. Ama, onun karnı aç değildi. Hemen her şeyi ben yedim. Marie saat birde gitti. Ben de biraz uyudum.
Saat üçe doğru kapım vuruldu, içeri Raymond girdi. Yatağımdan kalkmadım. Karyolamın kenarına ilişti. Bir an konuşmadan durdu. "Senin sorunun ne oldu?" diye sordum. "İstediğimi yaptım, ama kadın beni tokatladı, işte o zaman ben de onu bir güzel patakladım," dedi. Sonrasını ben de görmüştüm. "Bana kalırsa, dedim, kadın cezasını buldu demektir, artık için rahatlamıştır." O da bu düşüncedeydi. Polis ne isterse yapsındı, kadın yediği dayakla kalmıştı. Polisleri iyi tanır, onların suyuna gitmeyi bilirmiş. Sonra, polisin attığı tokada karşılık vermesini bekleyip beklemediğimi sordu. "Hiçbir şey beklemiyordum. Hem polislerle de başım pek hoş değildir," diye karşılık verdim. Raymond çok sevinmiş göründü. Kendisiyle dışarı çıkmayı isteyip istemediğimi sordu. Yataktan kalktım, saçlarımı taramaya başladım. O zaman, kendisine tanıklık etmem gerekeceğini söyledi. "Bence bir, ama ne söyleyeceğim, bilmiyorum," dedim. Raymond'a kalırsa, kadının kendisine kazık attığını söylemem yeterdi. Ona tanıklık etmeye razı oldum.
Dışarı çıktık. Raymond bana bir konyak ikram etti. Sonra bir parti bilardo oynamak istedi. Tam kazanacağım sırada kaybediverdim. Sonra bir geneleve gitmek istedi, ama o yerlerden hoşlanmadığım için, "Olmaz," dedim. O zaman ağır ağır eve döndük. Metresinin hakkından geldiği için çok seviniyordu. Bana karşı pek nazik davranıyordu. Düşündüm de o anda kendimi mutlu hisseder gibi oldum. Uzaktan, kapının eşiğinde ihtiyar Salamano'yu gördüm. Telaşlı bir hali vardı. Yaklaştığımız zaman, köpeğinin yanında olmadığını fark ettim. Dört bir yanına bakmıyor, olduğu yerde dönüyor, koridorun karanlıklarını delmeye çalışıyor, anlaşılmaz birtakım sözler geveliyor, o ufacık kanlı gözleriyle, yeniden sokağı tarayıp duruyordu. Raymond ona, "Neyiniz var?" diye sorunca hemen karşılık vermedi. "Pis, mundar hayvan!" diye mırıldandığını işitir gibi oldum. Durmadan çırpınıyordu. Köpeğinin nerede olduğunu sordum. Birden, "Çekip gitti!" dedi. Sonra dili çözülüverdi: "Onu her zamanki gibi, bayram yerine götürmüştüm. Barakaların çevresi hıncahınç insanla doluydu. 'Kaçaklar Kralı'nı seyretmek için durdum. Yürüyüp gideceğim sıra, bir de baktım ki, köpek ortalarda yok. Ne zamandır, ona daha küçük bir tasma almak niyetindeydim. Ama, bu mundar hayvanın başını alıp böyle gideceğini aklıma getirmemiştim."
O zaman Raymond ona, "Köpek, yerini, yolunu şaşırmış olabilir. Geri döner ama," dedi. Sahiplerini bulmak için kilometrelerce yol tepen birçok köpekten bir sürü örnekler getirdi. Buna karşın, ihtiyar daha da telaşlı görünüyordu. "Alacaklar onu elimden, alacaklar! Onu birisi evine almış olsa bari. Ama, olamaz! Üstündeki o kabuklarla herkesi tiksindirir. Polislerin elin düşecek, muhakkak!" dedi. Ona, 'Bulunmuş Hayvanlarevi'ne başvurmasını, ufak bir ücret karşılığında köpeğini kendisine geri vereceklerini söyledim. Bana, "Çok mu para isterler?" diye sordu. "Bilmem," dedim. Bunun üzerine köpürdü: "Bu mundar hayvan için bir de para mı vereceğim? Gebersin kâfir!" Köpeğe küfürler savurmaya başladı. Raymond gülerek eve girdi. Ben de ardından girdim. Bizim katın sahanlığında birbirimizden ayrıldık. Az sonra, ihtiyarın ayak seslerini duydum. Kapımı vurdu. Açtığım zaman bir süre eşikte durdu, sonra, "Affedersiniz, affedersiniz!" dedi. içeriye buyur ettim, girmek istemedi. Gözlerini ayakkabılarının ucuna dikmişti. Pütürlü elleri titriyordu. Başını kaldırmadan, "Almazlar onu elimden değil mi Bay Meursault? Geriye verirler değil mi? Vermezlerse halim nice olur?" dedi. 'Bulunmuş Hayvanlarevi'nde, köpeklerin, sahipleri gelinceye kadar üç gün alıkonduğunu, sonra da gereğine bakıldığını söyledim. Sessiz sessiz yüzüme baktı, sonra, "İyi akşamlar!" dedi. Kapısını kapattı. Odasında bir aşağı bir yukarı gidip geldiğini duydum. Karyolası gıcırdadı. Ara duvardan kulağıma garip, kısık sesler geldi. Anladım ki, ağlıyordu. Neden, bilmem, birden anacığım aklıma geliverdi. Ama yarın sabah erken kalkacaktım. Karnım aç değildi, akşam yemeği yemeden, yatağı boyladım.
![](https://img.wattpad.com/cover/376336270-288-k842190.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yabancı
Science FictionCezayir'de, bir rastlantı sonucu, bir Arap'ı öldüren orta sınıftan bir Fransız, Meursault, kendisini adım adım ölüme götüren süreci kayıtsız biçimde izler. Diğer kişilerin adı anılsa da, roman kahramanının adını bile öğrenemeyiz.