Onuncu bölüm

41 31 0
                                    

Bir sanık sırasından da olsa, insanın kendinden söz edildiğini duyması doğrusu her zaman ilginç bir şey. Savcıyla benim avukat karşılıklı tartışmalarında, diyebilirim ki, benden, hatta benden çok, işlediğim suçtan söz ettiler. Hem bu karşılıklı tartışmalar birbirlerinden pek mi farklıydı sanki? Avukat kollarını kaldırıp birtakım özür nedenleri göstererek yalnızca benim suçumu ortaya koyuyordu. Yalnız bir şey beni belli belirsiz rahatsız ediyordu. Düşüncelerime gömülü olmama karşın, bazı bazı lafa karışacak oluyordum. O zaman avukatım, "Susun! Davanız için bu daha iyi!" diyordu. Benim davamı beni işe karıştırmadan çözümlüyor gibiydiler sanki. Her şey, benim araya girmeme kalmadan geçip gidiyordu. Düşüncemi sormadan kaderimi karar altına alıyorlardı. Arada bir, herkesin sözünü kesip "Ama bu kadarı da olmaz yani! Sanık kim burada? Sanık olmak önemli bir şeydir. Benim de söyleyecek sözüm var!" demek geliyordu içimden. Ama şöyle bir düşününce, bakıyordum ki, söyleyecek bir şeyciğim de yoktu. Şunu da kabul etmeliyim ki, insanları oyalamaya karşı duyulan ilgi pek uzun ömürlü olmuyor. Örneğin, savcının söylediği sözler beni çok çabuk usandırdı. Bana dokunan ya da ilgimi çeken, sözlerinin bütünü değil, bu bütünden ayrılmış parçalar ya da jestlerdi.

İyi anlayabildimse, savcının ana düşüncesi şuydu: Sözde ben bu cinayeti önceden tasarlamışım. Hiç değilse kanıtlamaya çalıştığı buydu. Kendisi de söylüyordu zaten: "Bunu kanıtlayacağım; baylar, hem iki katlı kanıtlayacağım. Önce olayların göz kamaştırıcı ışığı, sonra da bu caninin ruh durumunun bana vereceği donuk ışık altında..."

Olayları, anamın ölümünden başlayarak, kısaca anlattı. Duygusuzluğumu, anamın yaşını bile bilmeyişimi, ertesi gün bir kadınla denize gidişimi, sinemayı, Fernandel'i ve sonra Marie ile odama dönüşümü bir bir anlattı. O sırada, ne söylediğini birden anlayamadım. Çünkü 'kapatması' diyordu. Oysa Marie benim için sadece Marie idi. Sonra Raymond konusuna geçti. Baktım, olayları görüşü oldukça açıktı. Söyledikleri akla yatkındı: Sözde, Raymond'la anlaşarak mektubu yazmışım. Amaç, metresini getirtmek, sonra da onu 'ne idüğü belirsiz' bir herife havale edip dövdürtecekmiş. Kumsalda Raymond'un düşmanlarını kışkırtmışım. Raymond yaralanmış. Tabancasını istemişim. Ateş etmek amacıyla tek başıma kumsala dönmüşüm. Tasarladığım gibi de fellahı yere sermişim. Sonra beklemişim ve 'geberdiğinden iyice emin olmak için' ağır ağır, emin bir biçimde, bile bile dört el daha ateş etmişim.

Savcı: "İşte baylar," dedi, "bu adamı, yaptığını gayet iyi bilerek adam öldürmeye yönelten olayları, huzurunuzda bir bir gözlerinizin önüne serdim. Bu konuda direniyorum. Çünkü, bu, bilinçsizce bir davranış değil. Bu adam, baylar, zeki bir adamdır. Kendisini dinlediniz, değil mi? Yanıt vermesini biliyor. Sözcüklerini tartmasını biliyor. Ne yaptığımı bilmiyordum, diyemez."

Dinliyordum. Bana zeki dediklerini duyuyordum. Yalnız şunu anlamıyordum: herhangi bir kimsedeki erdemler, nasıl oluyordu da bir suçlu aleyhine ezici bir kanıt olabiliyordu. Artık savcıyı dinlemedim. Neden sonra şu sözleri kulağıma geldi: "Bari pişmanlık gösterseydi. Ama ne gezer, baylar! Sorgu sırasında bu adam bir kerecik olsun o iğrenç cinayetinden üzülmüş görünmemiştir." Sonra, bana döndü ve parmağıyla beni göstererek, durmadan suçladı. Doğrusu bunun nedenini pek anlayamadım. Kuşkusuz bu adam haklıydı. Bunu kabulden kendimi alamıyordum. Yaptığıma pek pişman değildim. Ama adamın bunun üzerinde böylesine durmasına şaşıyordum. Ona, içtenlikle, hatta sevgiyle anlatmak istiyordum ki, ben hayatımda hiçbir zaman gerçekten pişmanlık nedir duymamışımdır. Olacak şeyler beni hep çelmiştir. Bu, bugün de böyledir, yarın da böyle olacaktır. Ne var ki, içinde bulunduğum durum bu türlü konuşmaya elverişli değildi. İçtenlikli görünmeye, iyi niyetli olmaya hakkım yoktu. Yine dinlemeye başladım. Bu kez de savcı, ruhumdan söz etmeye başladı.

YabancıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin