Yeddinci bölüm

39 34 0
                                    

Tutuklandıktan sonra, birkaç kez sorguya çekildim. Ama, bunlar kim olduğumu saptamayla ilgili sorgulardı. Uzun sürmedi. Önce, karakolda benim olayım kimsecikleri ilgilendirmiyor gibiydi. Tam tersine, sekiz gün sonra, sorgu yargıcı, yüzüme meraklı meraklı baktı. Ama başlangıç olmak üzere sadece adımı, adresimi, ne iş yaptığımı, ne zaman doğduğumu, nerede doğduğumu sordu. Sonra, bir avukat tutup tutmadığımı öğrenmek istedi, "Hayır," dedim, sonra, "ille tutmak mı gerek, öğrenmek istiyorum," dedim. "Neden?" diye sordu. "Benim davayı pek basit buluyorum da ondan," diye karşılık verdim. Yargıç gülümseyerek, "Bu da bir görüş. Ama, yasa açıktır. Siz tutmazsanız, biz kendiliğimizden bir avukat sağlarız," dedi. Adaletin, bu gibi ayrıntıları üzerine alması, pek ilginç geldi bana. Düşüncemi yargıca söyledim. Beni haklı buldu ve, "Yasa çok iyi yapılmıştır," dedi.

İlk önce onu pek ciddiye almadım. Beni, perdeleri inik bir odaya aldı. Masasının üzerinde, koltuğu aydınlatan bir tek lamba vardı. Beni o koltuğa oturttu. Kendisi gölgede kalıyordu. Daha önce kitaplarda buna benzer bir şey okumuştum. Bütün bunlar bana oyun gibi geldi. Sorular ve yanıtlar bitince ona baktım: ince çizgili, çökük mavi gözlü, iriyarı bir adamdı. Uzun kır bıyıkları, gür, hemen hemen bembeyaz saçları vardı. Kısaca, aklı başında, ağzını yana doğru oynatmasına karşın yine de sevimli göründü bana. Çıkarken az kaldı elimi bile uzatacaktım, ama bereket, tam zamanında bir insan öldürmüş olduğumu anımsayıverdim.

Ertesi gün, bir avukat, cezaevine beni görmeye geldi. Ufak tefek, yusyuvarlak, oldukça da genç bir adamdı. Saçları iyiden iyiye kafasına yapışmıştı. Sıcağa karşın (ben kolları sıvalı gömlekliydim), koyu renkli bir elbise giymiş, dik bir yaka ve aklı-karalı, kalın çizgili, tuhaf bir boyunbağı takmıştı. Koltuğunun altındaki çantasını yatağımın üzerine koydu, kendini tanıttı ve dosyamı incelediğini söyledi. Benim sorunum nazik bir sorunmuş, kendisine güvenirsem başarıdan kuşkuya yer yokmuş. Kendisine teşekkür ettim. "Olayınızın can noktasına girelim," dedi.

Yatağımın üzerine oturdu. Özel hayatım üstüne bilgi edinmişler, annemin de geçenlerde İhtiyarlar Yurdunda öldüğünü öğrenmişler. Marengo'da soruşturma yapmışlar. Soruşturmayı yapanlar, anacığımın gömüldüğü gün, 'duygusuz davrandığımı' saptamışlar. Avukatım, "Bunu size sormaya sıkılıyorum, ama ne yapalım ki çok önemli. Anlıyorsunuz ya! Verecek bir yanıt bulamazsam o zaman bu, savcılığın elinde ağır basan bir kanıt olur," dedi. Kendisine yardım etmemi istiyordu. O gün acı çekip çekmediğimi sordu bana. Bu soru beni çok şaşırttı ve bana öyle geldi ki, bu soruyu soran ben olsam çok sıkılırdım. Ne var ki, kendi kendimi sorguya çekmek alışkanlığımı biraz yitirdiğimi, onun için bu konuda onu aydınlatamayacağımı söyledim. Kuşkusuz anacığımı çok severdim, ama bu bir şey demek değildi. Bütün normal insanlar aşağı yukarı, sevdikleri kimselerin ölümünü az çok istemişlerdir. Burada, avukat sözümü kesti ve çok telaşlanır göründü. Bunları mahkemede ve sorgu yargıcının önünde söylemeyeceğim konusunda benden kesin söz aldı. Yine de ona, yaratılışım gereği beden gereksinimlerimin çok zaman duygularımı altüst ettiğini söyledim. "Anacığımı topraklara verdiğim gün çok yorgundum, gözlerimden uyku akıyordu. Öyle ki, olup bitenlerin pek farkına varamadım," dedim. "Kesin olarak söyleyeceğim bir şey varsa o da şudur," dedim, "anam ölmeseydi elbette daha iyi olurdu." Ama avukatım hoşnut görünmüyordu. "Bu kadarı yeterli değil," dedi.

Düşündü. "O gün, doğal duygularınıza hâkim olduğunuzu söyleyebilir miyim?" diye sordu. "Hayır, çünkü böyle bir şeyin aslı yok," diye karşılık verdim. Benden tiksiniyormuş gibi, tuhaf tuhaf yüzüme baktı. Neredeyse haince bir tavırla nasıl olsa Yurdun müdürüyle görevlilerin tanık olarak dinleneceğini ve bunun 'başıma bir iş açabileceğini' söyledi. Bu işin benim sorunumla bir ilişiği olmadığına dikkatini çektim, ama o bana yalnızca, "Şimdiye kadar mahkemelere düşmediniz besbelli," dedi.

YabancıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin