Bilinmezliğin ortasında nasıl bu kadar sakin kalabilirdim? Bir şeyler vardı beni yönlendiren; yoksa baygın geldiğim yolu hatırlamam mümkün değildi. Mahlaz, bir adım gerimde yürüyordu.
"Hissettiğim şeyleri sen de hissediyorsun, değil mi?" dediğimde, düşünceli halinden kurtulup bana döndü.
"Benliğini sorgulama, hatun," dedi. Ben ise zihnimde durumu analiz etmeye çalışırken derin bir "of" çektim. Düşüncelerim kendimle ilgili değildi. Ona dürüst mü olmalıydım acaba? Adımlarım yavaşladı, ben durduğumda o da durdu.
"Ben sana söylemeliyim çünkü kontrolü kaybedersem ben bile benden korkuyorum," dedim. İçimde dizginlenemez bir vahşet büyüyordu, kan istiyordum. Yüzüne baktığımda, sanki bunu bekliyormuş gibi dinliyordu.
"Bu yüzden ormandayız, değil mi? En başından beri anlık değişen hallerim, reflekslerim ve yol bilgim... Beni bir teste soktun çünkü," dedim, geri bir adım atarak. "O yüzden samimi olmaya çalıştın." Elim hançerime gitti.
"Adı herif, bana ne yaptınız?" Hançerime rağmen yanıma doğru geldi.
"Hayır, beni dinle," dedi. "Sen gel, bir tutarsızlık yap, sonra 'Asena, dinle' de!" Hançeri sertçe savurdum, yana çekilmesiyle durdu. Bileğimi yakaladığında, nazikçe hançeri elimden aldı. Eli, bileğimden yanağıma doğru gitti, yavaşça okşar gibi yanağımı sevdi.
"Dinleyesin beni hele," dediğinde, gözümde biriken yaşla konuştum:
"Yoruldum. Burada olmaktan yoruldum," dedim. " eskiden bir hayatım vardı, bırakın gideyim."
Mahlaz’ın bir adım geride yürüyüşü, içimde hissettiğim vahşetin habercisi gibiydi. Beni neden ormana getirdiğini az çok anlamıştım. Bir şey vardı, benden sakladığı, belki de onu korkutan bir gerçek. Sorularıma cevap vermekten kaçınırken, yine de bir şeylerin açıklamasını yapacağını hissettim.
“Anneni tanıyor musun, hatun?” diye sordu Mahlaz, ses tonu sakin ama içinde bir ağırlık vardı, bir şeylerin altında ezildiğini hissediyordum.
"Annem beni terk etti ve gitti," dedim. O cümle boğazımda düğümlendi. Canım yanıyordu. Annemle ilgili ne zaman bir şey düşünsem, içimde bir yara açılıyordu. Yokluğu hep acıtırdı. Yüzümdeki soğukkanlı ifadenin altındaki derin acıyı anlaması için uzun uzun bakması gerekmezdi.
Mahlaz, duraksamadan konuşmaya devam etti, ama bu sefer ciddiyetinin tüyler ürpertici bir derinliği vardı. "Annen, Zümrüt Kraliçe... O seni terk etmedi, Asena. Savaştı, öldürdü, ve nihayetinde...hiçlikte kayboldu."
Sözleriyle beraber nefesim kesildi. "Ne? Ne diyorsun sen? Zümrüt Kraliçe mi?" dedim, boğazımda bir yumru büyüyordu. Annem, hiç tanımadığım annem, bir kraliçe mi? Gerçekten mi? "Hayır, bu mümkün değil..." diye mırıldandım, ama sesim duyulur mu bilmiyordum.
"Zümrüt Kraliçe, sadece bir kraliçe değildi," dedi Mahlaz, bu kez sesi karanlıkla doluydu. "O, vahşi ve cani bir yaratıktı. Onun hükümdarlığında kan gövdeyi götürdü. Sayısız savaşa girdi, halkına düşman olan herkesi acımasızca katletti. O, saf bir kudretin, karanlığın ve kanın temsilcisiydi. Annendi, evet... ama aynı zamanda, asla tanımadığın bir canavardı."
Kulaklarım uğuldadı. İçimdeki vahşet, annemden mi geliyordu? Onun kanı mıydı bu? Ben de mi bir canavar olacaktım? "Bu, bu nasıl olabilir?" dedim, kafamda binbir soru çarpışırken kelimeler yetmiyordu. Her şey bulanıklaştı. Annem... Beni terk etmemişti; o başka bir hayatın, başka bir savaşın kurbanıydı. Yada katili Gözlerimdeki yaşlar kontrolden çıktı.
Mahlaz, bir adım daha yaklaştı, bakışları ciddi ve keskin. "O, seni terk etmedi. hatun. Ama onun mirası senin içinde yaşıyor. O kan, senin damarlarında dolaşıyor o seninle."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YIRTICI
Fantasy"İndirin silahları," dedim ama bilincimi açmaya çalışırken yerimde sendeleyip duruyordum. Kimse beni dinlememişti; onlar Pus'un adamlarıydı, onu dinlerlerdi. Pusa döndüm bu kez. "Söyle indirsinler okları, bunu tehdit olarak görüyor," dedim. "Lütfen...