Sisli ormanda sessizlik hâkimdi. Erinç ve güçlü bir durgunluk vardı; fırtına öncesi sessizlik... Yaprakların hışırtısı, sadece rüzgârın değil, tarihin tehlikeli ruhundan esiyordu. Kraliçe Zümrüd'ün kızının bedenine bağlı ruhunu reddetmesiyle ilk darbesini yemişti. Ruh bedenden ayrılmıştı ve ruh avcıları onu bulmadan bir bedene girmesi gerekiyordu. Ancak avcıların yokluğundan faydalanarak sisli ormanı, yani onun evini mesken tutmuşlardı. Hatta cesaret gösterip kıza saldırmaya kalkışmışlardı. Çalılardan gelen hışırtıyla yönünü o yöne çevirdi: Alaca Tilki.
Tilki dimdik duruyordu, parlak tüylerine hayran kalmamak imkânsızdı.
"Beni yalnızca o değil, sen de inkâr ettin, değil mi yaratığım?" dedi soğuk sesiyle.
Tilkinin cevabı sessizlikti, ama gözleri konuşuyordu.
"Evet," dedi kraliçe içinden, çünkü onu anlıyordu. Birlikte girdikleri birçok çatışma olmuştu ve hiç düşünmeden sırtını dayadığı yine bu yaratık olmuştu. Ta ki öldürülüp her bir parçasının başka bir krallığa asılmasına kadar...
"Sen bana ihanet ettin," diye ekledi, buz gibi bir sesle.
Tilkinin sessizliği devam etti, ama gözleri hâlâ ona cevap veriyordu.
"Masumlar..."
"Kimin umrunda?" dedi Kraliçe, tilkinin cevap vermesini beklemeden kendi sorusunu yanıtladı. "Kızımın umurunda olduğunu biliyorum. Annesiyle alakası olmayan zavallının teki olmuş. Ve Eren Karan'ın sevgilisi, damadım, mahlûk Mahlaz... Ne, bu kaderin bir cilvesi mi?"
Tilki arkasını döndü ve geldiği çalılıklara doğru devam etti.
"Bir şey söyle ona," dedi Kraliçe, sert ve kararlı bir nefretle. "Kızıma dikkatli olsun de... Ben geldiğimde, kan bağı onu korumayacak. Tarafını çoktan seçti."
Tilki, yalnızca kısa bir bakış attı ve Kraliçe’nin olduğu yeri terk etti. Karanlığın içinde kaybolmadan önce, son bir uyarıda bulundu:
"Dehşetin kokusu yakında... Uzak değil."
Kraliçe, olduğu yerde kalıp bekledi. Kafasının içinde yankılanan o sessizlik, yaklaşan kaosu fısıldıyordu.
Sisli ormanın derinliklerinde ilerleyen Kraliçe Zümrüd, hışırtının geldiği yöne dönüp dikkatle baktı. Kısa bir an için, kimseyi göremedi. Ancak birkaç adım attığında, sisin içinden siyah saçlı bir savaşçı belirdi. Genç adamın yüzü sertti, gözlerinde kararlılık ve bir tür gizem vardı. Zümrüd, gözlerini kısmadan onunla göz göze geldi. Hiçbir şeyden korkmuyordu; çünkü onun vahşi doğası, acımasızlığı ve gücü her şeyin üstündeydi.
Savaşçı, Kraliçe'ye doğru bir adım attı, elleri silahlarına hazır bir şekilde bekliyordu. Ancak Zümrüd, bu karşılaşmadan en ufak bir huzursuzluk duymuyordu. Kendinden emin, canice bir gülümseme dudaklarına yayıldı.
"Sen kimsin?" diye sordu genç savaşçı, sesinde merak ve biraz da meydan okuma vardı. Kraliçe'nin kim olduğunu bilmiyordu, ama onun tehlikeli olduğunu hissedebiliyordu.
Zümrüd bir adım daha yaklaştı, gözlerinde avını gözüne kestiren bir yırtıcının bakışı vardı. "Benim kim olduğumdan emin misin, savaşçı?" dedi alaycı bir tonda. "Beni tanımadın, öyle mi?"
Savaşçı bir an duraksadı, ama korku belirtisi göstermedi. "Kimin olursa olsun, buraya gelen herkes hesap verecek."
Kraliçe bu cümleye yalnızca bir kahkaha ile karşılık verdi. Vahşi doğası artık tamamen ortaya çıkmıştı. "Demek ki beni yeterince tanımıyorsun. Sana şunu söyleyeyim: Ben, hesap soranın ta kendisiyim."
Savaşçının eli kılıcına gitti, ancak Zümrüd'ün gözlerindeki tehdit, ona hamle yapmadan önce bir kez daha düşünmesini sağladı. Kraliçe'nin bu cesur, genç savaşçı karşısında korkacak hiçbir şeyi yoktu. O, bu ormanın efendisiydi. Vahşi, acımasız ve gücünün farkında olan bir kraliçe...
"Ne yapacağını sanıyorsun, çocuk?" dedi Kraliçe soğukkanlılıkla. "Beni durduracak kadar güçlü müsün?"
Savaşçı, Zümrüd'ün tehditkâr gülümsemesini görmezden gelmeye çalışarak kılıcını çekti. "Seni durdurup durduramayacağımı göreceğiz," dedi, ama Kraliçe’nin gözlerinde hiçbir korku kıvılcımı göremedi. Zümrüd, avını yakalamak üzere olan bir yırtıcı gibi yavaşça yaklaşırken, savaşçı kılıcını sıkıca kavradı.
Kraliçe, dudaklarının kenarında hala aynı alaycı gülümsemeyle, "Bana meydan okumak cesaret ister, ama korkusuz olmak seni güçlü kılmaz," dedi
Kraliçe , genç savaşçının gözlerinin içine baktı. "Cesaretine hayran kaldım, çocuk," dedi, sesinde alaycı bir ton vardı. Ancak bu hayranlık kısa sürdü. "Ama yaratıklarım burada," diyerek çalılara seslendi.
Aniden, ormanın derinliklerinden yaratıklar belirmeye başladı. Korkunç figürler, genç savaşçının etrafını sarmaya başladılar. Savaşçı, kılıcını savurup yaratıkların üzerine gitse de, sayıları hızla artıyordu.
Tam o anda, ormanın derinliklerinden bir figür hızla yaklaştı. Siyah saçları rüzgârda dalgalanan Akça Hatun, kılıcını çekerek yaratıklara doğru atıldı. Cesur ama gergin bir şekilde, ilk yaratığa saldırdı. Yaratık, üzerine atılınca onu yere düşürmekte zorlandı. Akça, yaratığın pençesinden kaçarken bir yandan da kılıcını savuruyordu.
Zümrüd, bu kaotik sahnenin ortasında sakinliğini koruyarak arkasını döndü. Ellerini arkasına bağladı ve yavaşça yürümeye başladı. "Ziyafet çekin kendinize," dedi, sesi soğuk ve kendinden emindi. "Yaratıklarım, bu ormanın derinliklerinde hâlâ aç."
Akça, etrafındaki yaratıkların sayısının arttığını görünce, savaşçıya dönerek, "Yardım et! Daha fazla geliyor!" diye bağırdı.
Genç savaşçı, Akça’nın yanına koşarak, "Beraber savaşıp yollarını keselim!" dedi. İkisi, yan yana durarak, birbirlerine güvenerek yaratıklara karşı savaşa devam ettiler. Ancak yaratıklar, vahşilikleriyle üzerlerine saldırıyor ve ikisinin de dikkatini dağıtmaya çalışıyordu.
Zümrüd, yarattığı kaosun tadını çıkarırken, genç savaşçı ve Akça Hatun’un mücadelesi zorlayıcı bir hal alıyordu. Yaratıkların kalabalığı içinde, her an bir tehlikeyle yüzleşiyorlar, ancak ne olursa olsun hayatta kalmaya çalışıyorlardı.
Evett bu bölümde Zümrudun kişilik analizini yaparsınız diye attım bir bakalım zalim kraliçe nede. Zalim olmuş Akça ve savaşçı halledermi sizce ALACA tilkimiz ne gibi bir ihanet etti sizce
Şimdilik benden bu kadar farelerim haydi yorum ve oy yapalım sizi seviyorum öpüldünüz
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YIRTICI
Fantasy"İndirin silahları," dedim ama bilincimi açmaya çalışırken yerimde sendeleyip duruyordum. Kimse beni dinlememişti; onlar Pus'un adamlarıydı, onu dinlerlerdi. Pusa döndüm bu kez. "Söyle indirsinler okları, bunu tehdit olarak görüyor," dedim. "Lütfen...