Yine yeniden ben! Evet, asıl şimdi başlıyoruz!
Bu hikaye, kafamda kurduğum her şeyin karşılığı olacak. Wattpad açılana kadar iki günde bir bölüm atacağım.
Kafamda deli işler var. Sksksksks Tamam, tamam başlayalım hadi.
Bu bölümü, tanıtım bölümünü attığım anda okuyup beni takip eden (ritimlikahraman)'a adıyorum. Öpüldün!
Bu arada söylemem lazım, bölümler arka arkaya gelebilsin diye kısa olacak. Bir tık bin kelime aşağısı olmayacak, merak etmeyin.
"Bırakın beni hadsizler!" diye çırpındım. "Pus Tanrısı'nın laneti, böyle konuşmamıştık!" Kabul ediyorum, Pus’a söz verirken aptallık etmiştim. Kafama kılıcını vurup beni kuleyi anımsatan bir yere getirmişti. Etrafı surlarla çevriliydi; surlardan içeri girmek için üç kapı geçmek gerekiyordu. Yolun bitmesine az kala uyandığım için şanslıyım ki bunları görebilme şansım olmuştu. İçeriye girdiğimizde oldukça büyük bir kasaba karşıladı bizi. Kasabanın yukarısında kalan bir kule vardı; tahminimce saraydı.
"Beni bir suçlu gibi gösteremezsin adi herif!" diye önümde yürüyen Pus’a bağırdım. Kasaba halkı bizi izlerken o, duymazdan gelip ilerlemeye devam etti. Yanımda beni kolumdan tutup götüren muhafızlara döndüm.
"Bırakın beni barbarlar, ben bir şey yapmadım," dedim. Umurlarında bile değil gibiydi. Açıkçası biri tek koluyla beni tutuyor, diğer elinde ise armut yiyordu. Aklıma gelenlerle sinsice sırıttım. Sağımda duran armut yiyen muhafıza döndüm.
"Şey, bana da verir misin? Acıktım da," dediğimde sorgularcasına bana baktı.
"Sarayda yersin," dedi umursamaz bir şekilde. Kaba bunlar, harbiden ha!
"Canım çekti ama," diye şirin şirin baktım. Şirinlik bir silahtır, efendim.
"Olmaz," dediğinde, oyuncağı elinden alınmış çocuk misali suratımı astım. O armutu ayıya, yani Pus’a fırlatacaktım ama... Of!
Solumdaki muhafız ise ilk kez konuştu.
"Onun kusuruna bakma, o insanlardan pek hoşlanmaz." Omzunda taşıdığı heybesinden bir armut çıkarıp bana uzattı. "Al bakalım," dedi. Armut avucumun içinde yerini alınca zafer kazanmış gibi sırıttım.
"Teşekkür ederim," dedim çocuk gibi gülümseyerek.
Solumdaki muhafız ağzının içinde, "Esiri bir de yönetici ilan et istersen. Bu nasıl tutsak?" dediğinde, en kınayıcı bakışımla kınayarak baktım.
"Bir şey mi demiştin?" dedim.
"Ne kadar iyi bir tutsak diyorum," dedi göz devirirken.
"Aynı şeyleri size de söyleyebilsem keşke," diyerek aynı şekilde göz devirdim. Benim farkım, yüzüm tiksinti doluydu. Kendisiyle en barışık insanı bile hayatı sorgulatırım. Dua etsin, şu an işim Pus'la. Armuttan bir ısırık aldım.
Keyifle çiğnedim. Sulu, şekerli tadı ağzıma hücum ediyordu. Isırdığım armutla bakıştım. Sessizce fısıldadım, "Özür dilerim armut, ama emin ol iyi bir hizmete kurban ediyorum seni," dedim ve bir öpücük bıraktım. Solumda yürüyen muhafız, "Az önce armudu mu öptün sen, hatun?" dediklerini umursamayıp omuz silktim. Kasabadan çıkıp saray diye tahmin ettiğim yere doğru ilerliyorduk. Açıya iyi ayarlamak gerekiyordu. Armutla Pus arasında gidip gelen gözlerimi kıstım. Yiyecekmiş gibi ağzıma doğru kaldırdım. Muhafızlar fark etmeden atmam gerekiyordu. Açıdan emin olduktan sonra bir hışımla fırlattım armutumu.
Hoşça kal, armutcuk...
Uçtu...
Uçtuuu...
Uçtuuuuuu...
Veeeee...Son anda arkasını dönen Pus, suratına çarpmadan önce belindeki hançere davranıp armutu havada ikiye böldü. Ne olduğunu anlayan muhafızlar, beni yeniden kolumdan tuttu. Bu defa, soldakinin hançeri de boğazıma dayanmıştı. Tamam, kabul; kaşınmıştım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YIRTICI
Fantasía"İndirin silahları," dedim ama bilincimi açmaya çalışırken yerimde sendeleyip duruyordum. Kimse beni dinlememişti; onlar Pus'un adamlarıydı, onu dinlerlerdi. Pusa döndüm bu kez. "Söyle indirsinler okları, bunu tehdit olarak görüyor," dedim. "Lütfen...