BOŞLUĞA YABANCI

77 47 66
                                    

Hissizlik... Bilinmezlik...

İnsan kendi bedenine yabancı olabilir miydi?

Ya da hayatına karşı koca bir boşluk hissedebilir miydi?
Ben hissediyordum.

Kendime, dünyaya, hatta evrene karşı tarifsiz bir boşluğun içindeydim.
Hislerim, sanki rüzgarda savrulan yaprak gibi oradan oraya sürükleniyordu. Nereye gittiğimi, ne zaman düşeceğimi ya da yükseleceğimi bilmiyordum.
Yolun sonu nereye çıkacaktı? Ölü müydüm, diri mi?

Var olduğumun kesinliği bile şüpheliydi.

Yaşıyordum ama bu hayatın bana ait olduğuna dair hiçbir iz yoktu.

Hastaneden çıkalı bir hafta olmuştu. Bana ailem olduğunu söyleyen insanlar, kalıcı bir hafıza kaybı yaşadığımı anlatıp durdular.
Kalıcı...
Bu kelime zihnime ağır bir kaya gibi oturuyordu. Yine de bana yardım edeceklerini, hiçbir zaman yanımdan ayrılmayacaklarını, anılarımı geri getirmeme yardımcı olacaklarını tekrar tekrar dile getirdiler.

Beni büyük, iki katlı bir eve getirdiler. İçeri girdiğimizde salon insanlarla doluydu. Her köşeye benim ve onların fotoğrafları asılmıştı. Birini elime alıp inceledim.

Koyu kahverengi saçlar, esmer bir ten ve kahverengi ile yeşil arasında kalmış gözler... Benden ibaret olan bu kişiye bakarken hiçbir şey hissetmedim. Hissettiğim boşluk bedenimi sarıyordu, bu kaybolmuşluk sandığımdan çok daha fazla acı veriyordu.

Evin sessizliği zihnimde büyüyen bir uğultuya dönüşüyordu. Fotoğrafı tekrar yerine koydum. O yüz... Evet, bende olmalıydı. O kişi ben olmalıydım. Ama bir şeyler eksikti; o resimdeki insanla aramda görünmeyen bir duvar vardı.

O an fark ettim ki yalnızca geçmişimi değil, kendimi de kaybetmiştim. Bu insanlar bana "ailem" olduklarını söylüyordu, fakat ben onlara bakarken hiçbir şey hissetmiyordum.
Sanki bir tiyatro sahnesindeydim ve bana rolümü oynatmaya çalışıyorlardı.

Yanıma gelip omzuma dokunan kadının gözlerinde derin bir sevgi vardı, ama ben bu sevgiye nasıl karşılık vereceğimi bilemiyordum. Yüzüne baktım, dudakları hafifçe kıvrıldı, bir şey söyleyecek gibiydi.

"Her şey düzelecek. Yavaş yavaş hatırlayacaksın," dedi yumuşak bir sesle. Sözleri güven verici olmalıydı, ama içimde bir şeyler sarsılmaya başladı.

Bir adım geri çekildim, kendimi kontrol edemiyordum. Gözlerim ellerine, yüzüne, sonra tekrar fotoğraflara kaydı. Bir anlığına her şey bana yabancı geldi. Bu insanlar gerçekten ailem miydi? Yoksa hafızamı kaybettiğim için bana bir hikaye mi anlatıyorlardı?

"Hatırlamıyorum," dedim, titreyen bir fısıltıyla.

Kadın bana acıyan gözlerle baktı. Bu bakışlar içimdeki ağırlığı daha da artırıyordu. Eğer hatırlamıyorsam, bu gerçekten benim hayatım mıydı? Bu insanlar gerçekten ailem miydi?

Salonun derinliklerinden bir ses duyuldu. Başımı çevirdim, kalabalığın arasından bir adam bana doğru yaklaşıyordu. Yüzündeki sert çizgiler hemen dikkatimi çekti, ama gözlerinde anlaşılmaz bir sıcaklık vardı. Bu adamın kim olduğunu bilmem gerektiğini hissettim.

Ama yine de bilmiyordum. O da diğerleri gibi bana yabancıydı.

"Daha fazla zorlamayın," dedi. "Kendine biraz zaman ver."

Zaman... Zamanın ne olduğunu bile unutmuştum artık.
Bu yeni hayatımın ne kadar süreceğini, ya da ona alışıp alışamayacağımı bilmiyordum.
Sadece hissettiğim şey, her geçen anın beni daha da büyük bir boşluğa ittiğiydi.

Yazardan:

Genç kız, etrafına toplanan insanları defetmek, ona gösterilen fotoğrafları elinin tersiyle itmek istiyordu. Zihni ona oyunlar oynuyordu; boğazı düğümleniyor, kalbi katran gibi kararıyordu.

Gözlerinin önüne gelen imgeler, bir zamanlar kendine ait olduğunu bildiği, ama şimdi yabancı hissettiği anılardı.
Her kare, sanki başka bir hayata aitti.

Bir fotoğraf elinde kaldı. Bu kez elinin tersiyle vurmak yerine ona baktı. Gözleri, hatırlamaya direnen zihniyle savaşıyordu. Tanıdık yüzler belirdi ama isimleri sanki sis perdesinin ardındaydı.

Zihni gerçekleri inkâr ediyor, onları gölge gibi dağıtıyordu.

"Hatırlamıyorsun, değil mi?" diye sordu bir ses, boğuk ve kaygılı.
Reyhan bir adım geri çekildi. Sesin sahibini tanımadığına emindi, ama içindeki bir şey bu sesi hiç unutmadığını söylüyordu. Zihni yine ona oyun oynuyordu.

"Ben... Hatırlamak istemiyorum" dedi sonunda.

Kelimeler dudaklarından dökülürken içini bir an için rahatlatır gibi oldu. Etrafındaki insanlar ona bakıyordu. Onların gözlerinde beliren endişe, başka bir gerçekliğin kapılarını aralamak üzereydi ama Reyhan bu kapıyı kapalı tutmakta kararlıydı. Hatırlamaya çalışmak, ona zarar verecekti. Bundan emindi.

Fotoğrafı masaya bıraktı. Ellerini titreyen dizlerinin üzerine koydu. "Bu kadarı yeter," diye fısıldadı. Birden ayağa kalktı, merdivenlere yöneldi. Ona verilen odaya doğru ilerledi.

Kendi içinde yankılanan boşluk, onu sessizce tüketiyordu. Evin içindeki konuşmalar arka planda kayboldu. Reyhan, kendini bulmaya çalışırken aslında kaybolduğunu daha da net hissediyordu.

^^^^^

Odamda yatağın üstüne uzanmıştım. Asker yeşili battaniyenin altında, cenin pozisyonundaydım.
Düşüncelerim sessiz bir dinginliğe yerini bırakmıştı.
İyi miydim, kötü müydüm bilmiyordum.

Ancak emin olduğum tek bir şey vardı: Tanrı'nın sessizlikte, zihnimin esarette olduğuydu.

Geçmişim prangalıydı , zincirlerden kurtulamıyordu.

O an, karanlıktan kurtulmak istedim. Battaniyeyi üstümden atıp doğruldum.
Küçük odamda, sağ tarafımda ahşap çerçeveli bir pencere, solumda ise turuncu bir çekmece duruyordu. Perdeler şeftali turuncusu rengindeydi, üzerindeki beyaz zikzak desenleri ise 80'lerin yeni modasına uymuştu.Cama yansıyan ay ışığı, odaya serin bir huzur yayıyordu.

Duvarlar ise krem ve gri renklerinin birbirine sarıldığı duvar kâğıtlarıyla kaplanmıştı. Yatağımın karşısında kahverengi bir kapı vardı.
Aynı duvarda ise bir zamanlar kitaplarla dolu olan, fakat yeni başlayan isyanlar nedeniyle artık boş kalan bir kitaplık duruyordu.
Kitapların yerini, aşağıdaki aile fertlerinin fotoğrafları almıştı; hepsi çerçevelerin içinde özenle dizilmişti.

Buruk bakışlarla baktım onlara.Uyuşmayan parçalar vardı. Onların varlığını hissedemiyordum.
Zihnim ve kalbim aykırı hissediyordu kendini.
Bu durum aciz hissettiriyordu kendimi.
Başkalarına muhtaç kaldığımı düşündükçe zayıf olduğumun düşüncesini,zihnim sessizce,sinsi bir şekilde fısıldayarak duvar örmekteydi.

Sanki bu durum hiç geçmeyecek gibiydi, günler geçicek anılar kaplumbağanın binde bir hızında gelicek gibi hissediyordum.

***

Hisler ve düşünceler... Anılar ve kayıplar... Ölümler ve var olmalar...

Zihni yöneterek tanrıyı kandırmak kolaydı ancak,bu sırada zihni koruyabilmek zordu.

Kandırırken kananlar...
Onlar tanrının yazgı listesine kanlı harflerle, kara ağıtlarla yazıldılar.
Melekler onlara ağladı, şeytan ise sadece bir kurban daha kazandığı için sinsice gülümsedi, zihinlere fısıldamakla yetindi...


ZİHNİ ZEHİRHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin